4 Eylül 2013 Çarşamba

İngilizce En Kolay Nasıl Öğrenilir?




Ben İngilizce eğitim almadım hiç. Düz lisede okudum, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde o zaman İngilizce eğitim yoktu, sadece İngilizce Hazırlık Sınıfı vardı ve ben de sene kaybetmemek için, hazırlığı atladım, sınavları tek seferde verdim vesaire. O zaman iyi yaptığımı sandım ama yanıldım. Zira o bir senenin katını kaybettiğim gibi İngilizce sevdam da yarım kaldı. Zamanla filmler, diziler bazen kitaplar ile epeyce ilerlettim anlayışımı ama konuşmak hak getire. Buraya geldim zihnimde bir sürü yarım bilgiyle; tıpkı Cem Yılmaz’ın dalga geçtiği gibiydim: biri çok basit birşey sorsa; -had- mi desem -have- mi, -get- mi yoksa -take- mi derken kıvrandım da kıvrandım. İnsanlar benden uzaklaşırken bile ben hala kafamın üstünde dönen kelime bulutçuklarının karmasını çözmeye çalışıyordum. Anladım ki yarım bilmek kadar beteri yokmuş. Tam bir işkence; bir cümle kuracağım  diye içimden kelimeleri evire çevire düşünürken ağzımdan tek kelime çıkaramadım. Oysa buradaki insanın sizin düzgün fiilinizle ilgilendiği yok, o meramınızı anlatmanızı bekliyor ama ben Türkçe bile komplike düşündüğümden burada iyice afalladım. Üstelik bende bir işi en düzgün haliyle yapma saplantısı  da var, varın siz düşünün gerisini. Havadan sudan konuşma yetisinden uzak oluşumu ise hiç söylemeyeyim.
Tüm bu olumsuz bileşenler ile şah iken şahbaz oldum vesaire. Derken oğullarıma dikkat kesildim. Selim okulda benden bihaber an be an öğreniyordu İngilizceyi. Okula gitmediğinde ise sokakta arkadaşları vasıtasıyla dilin aktif olarak içindeydi. Ancak Kerim’inki tam bir gözlem konusu oldu benim için.
1. Herşey -Yes- kelimesi ile başladı.
Önce anlasın anlamasın herşeye -yes- ve -yeah- deyip tebessümle kafa salladı. Asla dili yadırgamadı, asla ne diyor bu insanlar, diye sormadı. Üstelik bu sırada henüz 2,5 yaşında bile değildi ve Türkçe ile de aktif şekilde boğuşmaktaydı. Derken mahalleye taşındık ve birkaç ay sonra çocuklarla ahbaplık başladı. Selim’le arkadaşlık eden tüm çocukların arasına sokuldu direkt. Henüz dışarı çıkamadığından kapıdan kafasını uzatarak  -yes- ve -yeah- ile konuşmalara eşlik etti.
2. Asla ama asla çekingenlik göstermedi.
Bence işin kilit noktası tam da bu. Çekingenlik Göstermemek! 
3. Derken bildiği kelimeleri az da olsa geliştirdi ve bu noktada kendince bir taktik üretti. Kelimenin başına, biliyorsa ortasına ve sonuna bildiği İngilizce kelimeler koydu ve aralarına Türkçe kelimeleri yerleştirerek konuşmalara eşlik etti.  Örneğin;
- I (ben) yeni car (araba) aldım.
Bu da bir başka taktikti, hem zaman kazandı, hem bu sırada etrafı oyaladı hem de ezilmedi, pes etmedi ve en önemlisi çaktırmadı bilmediğini:)
Onun derdi ne yolla olursa olsun çocuklarla muıhabbet etmekti, anlaşılmak umurunda bile değildi. Çocuklar yaşının da küçüklüğünden sebep dilinin anlaşılmaz olmasını yadırgamıyordu, zaten anladım ki onlar için de sözlerden ziyade hareketler, oyunlar, ifadeler önemliydi. Seviyorlardı da Kerim’i.
Bu baş, orta, son taktiği aylarca devam etti. Bu sırada bildiği kelimelerin sayısı artıyordu tabii. Arttıkça araya katıştırdığı Türkçe kelimelerin sayısı azaldı. Örneğin bir ay kadar önce şu konuşmaları şu hali almıştı:
Çocuklar dışarıdan sesleniyor;
-Kerim, are you coming out?
-No, we play Kılıç kalkan, okeeeyyy? (Hayır, biz kılıç kalkan oynuyoruz)
Başka bir gün dışarıda oynayan çocuklara sesleniyor, elinde büyük kılıcıyla:
-Guys, Look, I get my büyük kılıç. (Çocuklar bakın büyük kılıcımı aldım)
-Birkaç saat sonra çocukların arasına sokağa daldığında:
-Guys, look I get my büyük sword. (Çocuklar bakın büyük kılıcımı aldım)
.
Get delianne
.
4. Giderek bir başka taktik geliştirdi. Bilip bilmediği tüm filller yerine, o mübarek fiili yani -get- kelimesini yerleştirdi. I get this, I get one … Evet bence bu da büyük bir taktik:)
Şimdilerde şu aşamada;
Dışarıdaki çocukları evimize ve bahçeye davet ederken;
-Ross, are you coming my garden? (Ross, bahçeme gelecek misin= burada arka bahçeye davet ediyor. Görüldüğü gibi misafirperver de:))
Bazen benden birşey isterken;
-Mom, could I get one more? (Anne bilmem enden biraz daha alabilir miyim gibi..)
Birçok şeyi anlıyor. Birçok şeyi de anlamıyor. Çocuklar -yes- ve -yeah- kısmını devam ettirmek için abuk sorular soruyorlar ona, gülüyorlar hatta, alay etmek için değil ama masumane, önceleri yes ve yeah diyordu gene olur olmaz herşeye ama şimdi bakıyorum anlıyor da -no- demeye başlamış abuk yerlerde. 

Ya işte hiç İngilizce bilmeyen hatta Türkçe’yi bile çözmekle cebelleşen bir çocuğun İngilizce öğrenme serüveni böyle. Ders çıkarmaya çalışıyorum ben de kendime, özellikle cesaret ve atılganlık konusunda….

Hiç yorum yok: