“Bazı insanların sırf normal olabilmek için olağanüstü çaba sarfettiklerini kimse bilmez!”*
.
Bu sözü
bir süredir çok derinliklerimde hissediyorum. Zaten uzunca bir süredir
taslaklarımda A-normal başlığını öylece bekletiyordum. Bir süredir bu
dünyadan değilmişim hissine kapılıyorum. Çok uzun bir süredir ucube olduğumu düşünüyorum.
Bir süredir neden Yabancı’yı, neden Düşüş’ü, neden Ezilmişler ve
Aşağılanmışlar’ı, neden Tutunamayanlar’ı, neden Budala’yı, neden
Dava’yı, neden Yaşama Uğraşı’nı, neden Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı,
neden Yeraltından Notlar’ı ve bu türden kitapları dolayısıyla neden
Camus’u, Dostoyevski’yi, Oğuz Atay’ı, Kafka’yı, Pavese’yi ve Salinger’i
bunca sevdiğimi daha iyi anlıyorum. İyi yazarlar olmaları değil beni
onlara bağlayan, yoksa yüzlerce iyi yazar var, ben bahsettiğim
yazarların karakterlere gizledikleri ucubelikten dolayı onları kendime
yakın hissediyorum, hepsi bu! Ve etrafımda bir tane bile benzerimi
bulamadığımdan onlara tutunuyorum. Hoş benim gibiler ufak fireler
dışında yaşamda iyi gizleniyor, kendimden biliyorum ama gene de bunca
ucube birine rastlamadığımı rahatlıkla söyleyebiliyorum.
Bilhassa
bugünlerde bıraksalar günün yarısını düşünerek ve kendimi dünyaya
kapatarak, diğer yarısını da yazarak geçirebilirim ben. Olağan olan
herşey çok yabancı, olağan olan herşey çok zor geliyor bana. Özellikle
şu sıra. Misal yemek yapmak, sabah bir hışımla kalkıp çocuklara kahvaltı
hazırlamak, alışveriş yapmak, hele ki organize olmak, eksikleri liste
yapmak dahi beni öldürecek denli sıkıcı, boğucu, aptal ve beyhude bir iş
gibi geliyor bana. Rutinlerime bin şükür elbette ama elimde değil, çok
zorlanıyorum bu hususlarda. Eş olmak, gelin olmak, anne olmak, yeğen
olmak, komşu olmak, evlat olmak, hatta kimi zaman arkadaş olmak dahi zor
gelebiliyor bana. Hele ki böylesi anormalliğimin ziyadesiyle ayyuka
çıktığı zamanlarda!
Şükürler
olsun benim aksime, epeyce normal olan İ. büyük oranda idare ediyor
beni, ama ne kadar istese de anlayamıyor bunca garip halimi. Yıllardır
yemek konusunda devam eden zıtlığımız ve anlaşmazlığımız var mesela.
Hatta en büyük ayrılığımız. Ben yemek yemeye de, yedirmeye de aldırmam, O
yemek yemeyi de, yedirmeyi de esas sayar. Ben yemeği geçiştirmeye
meylederim, o seremoniye dönüştürmeye. İşin garip tarafı uzlaşamıyoruz
hala bu konuda. Bir iki gün birbirimize uysak üçüncü günde patlıyoruz
mesela. Burada tüm anormalliğim çıkıyor işte ayyuka. Oysa ne var iki kap
yemek yapmakta değil mi? Eminim birçoğunuz böyle düşündü tam da şu
sıra. Her ne kadar ben a-normalim diye bas bas bağırsam da anlaşılmıyor
halim, yadırganıyorum ısrarla. Hiç bir anne yemek yapmaz mı, olacak şey
mi bu, a-aaa? Yapamıyor işte, olmuyor kısaca. Zaten ne yapsam birşeye de
benzemiyor ya.
Bazen
kendimi İ. ye anlattığımda; garipliğimden hoşnut olduğumu, kendimi
bununla özel sandığımı hatta söylediklerimi kibir gibi algıladığını
biliyorum. Oysa övünelecek tarafı yok ucube olmanın, hem de hiç. Tam
aksine yaşamayı beceremiyor olmak dövünelecek birşey! Bu bir ayrıcalık
da değil, kıymetli birşey de! Zor, çok zor birşey sadece!
“Yaşayan bilir bu normallik yoksunu olma halini!”“Yaşayan bilir; normal olmak için olağanüstü çaba harcamayı, anormalliğini gözlerden kaçırmak için olağanüstü uğraşmayı ve genelde bu uğraşının da fiyaskoyla sonuçlanmasını yahut en iyi ihtimalle ancak anı kurtarmasını ve nihayetinde gene başa dönerek; ‘Has A-normal’ olarak kalmayı.”
Bazen
normal oluyorum ya da öyle sanıyorum. Bazen iyi rol yapıyorum. Bir süre
böyle iyi de idare ediyorum. Bazen yıllarca bu düzende de gidebiliyorum.
Ufak fireler dışında elbette. Hep bir anormal taraf var yoksa. Ama gün
geliyor, sanırım tetikleyici bir ya da birkaç kuvvetli etkenle birlikte
normallikten hızla düşüşe geçiyorum. O sırada tamamen dünyaya kapatmak
istiyorum kendimi, sıradan olan herşey ölüm azabı gibi geliyor ama
bilmeyene derdimi anlatamıyorum. Sanırım benim için bilhassa şu sıra en
iyi ve en makul yol; halvete girmek! Böylece günlük beklentilerden de,
şu an bana ıvır zıvır gibi gelen herşeyden de soyutlanırım ve hem de
ESAS’a odaklanarak feraha çıkarım. Yani inşaallah!
Üstelik hem dünyaya kapatmak isterken kendimi bugünlerde, hem de boğazıma dek dünyaya batığım. ‘Eşya mevzusu’
hiç istemediğim bir şekilde hayatımda ve istemediğim boyutlara giriyor.
Ben dünyadan el etek çekmek isterken bu mevzu beni boğazıma dek dünyaya
saplıyor, bu yüzden sanırım gereğinden fazla kafaya takıp, gereğinden
fazla bunalıyorum.
.
“Her neyse, hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan çocukları yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan birisi olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim..
Biliyorum, bu çılgınca birşey!” **
.
* Albert Camus – Düşüş
**J. D. Salinger – Çavdar Tarlasında Çocuklar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder