18 Eylül 2012 Salı

A-Normal itiraflarım




“Bazı insanların sırf normal olabilmek için olağanüstü çaba sarfettiklerini kimse bilmez!”*
.
Bu sözü bir süredir çok derinliklerimde hissediyorum. Zaten uzunca bir süredir taslaklarımda A-normal başlığını öylece bekletiyordum. Bir süredir bu dünyadan değilmişim hissine kapılıyorum. Çok uzun bir süredir ucube olduğumu düşünüyorum. Bir süredir neden Yabancı’yı, neden Düşüş’ü, neden Ezilmişler ve Aşağılanmışlar’ı, neden Tutunamayanlar’ı, neden Budala’yı, neden Dava’yı, neden Yaşama Uğraşı’nı, neden Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı, neden Yeraltından Notlar’ı ve bu türden kitapları dolayısıyla neden Camus’u, Dostoyevski’yi, Oğuz Atay’ı, Kafka’yı, Pavese’yi ve Salinger’i bunca sevdiğimi daha iyi anlıyorum. İyi yazarlar olmaları değil beni onlara bağlayan, yoksa yüzlerce iyi yazar var, ben bahsettiğim yazarların karakterlere gizledikleri ucubelikten dolayı onları kendime yakın hissediyorum, hepsi bu! Ve etrafımda bir tane bile benzerimi bulamadığımdan onlara tutunuyorum. Hoş benim gibiler ufak fireler dışında yaşamda iyi gizleniyor, kendimden biliyorum ama gene de bunca ucube birine rastlamadığımı rahatlıkla söyleyebiliyorum.
Bilhassa bugünlerde bıraksalar günün yarısını düşünerek ve kendimi dünyaya kapatarak, diğer yarısını da yazarak geçirebilirim ben. Olağan olan herşey çok yabancı, olağan olan herşey çok zor geliyor bana. Özellikle şu sıra. Misal yemek yapmak, sabah bir hışımla kalkıp çocuklara kahvaltı hazırlamak, alışveriş yapmak, hele ki organize olmak, eksikleri liste yapmak dahi beni öldürecek denli sıkıcı, boğucu, aptal ve beyhude bir iş gibi geliyor bana. Rutinlerime bin şükür elbette ama elimde değil, çok zorlanıyorum bu hususlarda. Eş olmak, gelin olmak, anne olmak, yeğen olmak, komşu olmak, evlat olmak, hatta kimi zaman arkadaş olmak dahi zor gelebiliyor bana. Hele ki böylesi anormalliğimin ziyadesiyle ayyuka çıktığı zamanlarda!
Şükürler olsun benim aksime, epeyce normal olan İ. büyük oranda idare ediyor beni, ama ne kadar istese de anlayamıyor bunca garip halimi. Yıllardır yemek konusunda devam eden zıtlığımız ve anlaşmazlığımız var mesela. Hatta en büyük ayrılığımız. Ben yemek yemeye de, yedirmeye de aldırmam, O yemek yemeyi de, yedirmeyi de esas sayar. Ben yemeği geçiştirmeye meylederim, o seremoniye dönüştürmeye. İşin garip tarafı uzlaşamıyoruz hala bu konuda. Bir iki gün birbirimize uysak üçüncü günde patlıyoruz mesela. Burada tüm anormalliğim çıkıyor işte ayyuka. Oysa ne var iki kap yemek yapmakta değil mi? Eminim birçoğunuz böyle düşündü tam da şu sıra. Her ne kadar ben a-normalim diye bas bas bağırsam da anlaşılmıyor halim, yadırganıyorum ısrarla. Hiç bir anne yemek yapmaz mı, olacak şey mi bu, a-aaa? Yapamıyor işte, olmuyor kısaca. Zaten ne yapsam birşeye de benzemiyor ya.
Bazen kendimi İ. ye anlattığımda; garipliğimden hoşnut olduğumu, kendimi bununla özel sandığımı hatta söylediklerimi kibir gibi algıladığını biliyorum. Oysa övünelecek tarafı yok ucube olmanın, hem de hiç. Tam aksine yaşamayı beceremiyor olmak dövünelecek birşey! Bu bir ayrıcalık da değil, kıymetli birşey de! Zor, çok zor birşey sadece!
“Yaşayan bilir bu normallik yoksunu olma halini!”
“Yaşayan bilir; normal olmak için olağanüstü çaba harcamayı, anormalliğini gözlerden kaçırmak için olağanüstü uğraşmayı ve genelde bu uğraşının da fiyaskoyla sonuçlanmasını yahut en iyi ihtimalle ancak anı kurtarmasını  ve nihayetinde gene başa dönerek; ‘Has A-normal’ olarak kalmayı.”
Bazen normal oluyorum ya da öyle sanıyorum. Bazen iyi rol yapıyorum. Bir süre böyle iyi de idare ediyorum. Bazen yıllarca bu düzende de gidebiliyorum. Ufak fireler dışında elbette. Hep bir anormal taraf var yoksa. Ama gün geliyor, sanırım tetikleyici bir ya da birkaç kuvvetli etkenle birlikte normallikten hızla düşüşe geçiyorum. O sırada tamamen dünyaya kapatmak istiyorum kendimi, sıradan olan herşey ölüm azabı gibi geliyor ama bilmeyene derdimi anlatamıyorum. Sanırım benim için bilhassa şu sıra en iyi ve en makul yol; halvete girmek! Böylece günlük beklentilerden de, şu an bana ıvır zıvır gibi gelen herşeyden de soyutlanırım ve hem de ESAS’a odaklanarak feraha çıkarım. Yani inşaallah!
Üstelik hem dünyaya kapatmak isterken kendimi bugünlerde, hem de boğazıma dek dünyaya batığım. ‘Eşya mevzusu’ hiç istemediğim bir şekilde hayatımda ve istemediğim boyutlara giriyor. Ben dünyadan el etek çekmek isterken bu mevzu beni boğazıma dek dünyaya saplıyor, bu yüzden sanırım gereğinden fazla kafaya takıp, gereğinden fazla bunalıyorum.
.
Çavdar Tarlasında Çocuklar salinger
“Her neyse, hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan çocukları yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan birisi olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim.
.
Biliyorum, bu çılgınca birşey!” **
.

* Albert Camus – Düşüş
**J. D. Salinger – Çavdar Tarlasında Çocuklar

Hiç yorum yok: