Dün
öğlen Selim’i okuldan almaya gittim. Hava birkaç gündür güneşliydi.
Hatta iki gündür gökyüzünün mavisine açıyordum gözlerimi ki buralarda bu
engin mavilik bulunmaz nimet gibi. Rüzgar desen hafifti ve bu hafif
esinti mest ediyordu beni. Okul yolunda yürümek kesinlikle çok keyifli.
Sanki sayfiye yerinde yürür gibi, etraf ağaçlarla çevrili, evler var ama
tek tük ve hepsi çiçekli, tertemiz ve pek nizami. Yol boyunca kuşlar
şakıyor, rüzgarın yumuşak esintisi yaprakları coşkuyla hışırdatıyor,
geçen tek tük araba var onlar da yabanda olmadığımı hatırlatıyor ve bu
bakımdan ürkek ve korkak beni rahatlatıyor, köprü altından geçtiğim bir
yol var; ışık hüzmeleri yakaladığım ve bayıldığım, köprünün altı ve
çıkışı taş duvar ve bu duvarlar sarmaşıklarla kaplı, hatta dalları
uzanıyor insanlara doğru, Sonbaharın habercisi Ateş Dikeni ağaçlarının
kaplı olduğu kilise yolu var sonrası kasaba meydanı; bir küçük market,
eczane, postane, bir kaç elzem dükkan ve kafe, onlar da şehir hayatına
olan özlemimi gideriyor ve bana pek iyi geliyor, bir de yol boyunca
harikulade iki ağaç var, biri benim bir diğeri Selim’in ağacı; onları
selamlıyorum her seferinde, artık Kerim de eşlik ediyor bize, o da kendi
boyuna göre olan çalılarla selamlaşıyor boyuna, okula inen son
kaldırımda ise ayrı bir lezzet bekliyor beni, nitekim İskoçya adına
yaraşır güzellikte yemyeşil tepeler ve dağlar çıkıyor tam karşıma ve
genellikle güneşli oluyor oralar, o ak pak caddenin bitimi ve o yüksek
tepeler ki izlemesi çok keyifli. Okulun bahçesi temiz ve geniş. Geç
kalmaktan ölesiye korkan ben genellikle 15 dakika kadar önceden burada
oluyorum. Kerim bahçede oynuyor hava güzelken ve ben Selim’i bekliyorum.
Bu sırada türlü türlü veliler geliyor, yanlarında bebekliler,
çocuklular ve ben herkesi gören bir tepeden onları izliyorum. Ne
hikayeler yazıyorum buralarda, ne hikayeler.
Birkaç
anneden oluşan keyifli bir grup var mesela. Ne zaman biraraya gelseler
birşeyler bulup gülüyorlar illa. Sonradan gelen de direkt içlerine
giriyor ve katıldığı yerden anında gülmeye eşlik ediyor. Sanırım birçok
anne onlara gıptayla ve iç geçirmeyle bakıyor. Henüz yeni doğmuş bebeği
ile gelen bir anne var. Ona baktıkça utanıyorum kendimden, epeyce kilolu
ama görseniz nasıl bakımlı ve çok da hoş görünüyor. Saçları yapılı, ak
pak bir kadın. Ve benim sıkı sıkı giydirdiğim Kerim’in aksine o küçücük
bebeği üstünde bir minik hırkayla getiriyor öyle. Kucağında hem de. Bir
başka anne var, yaşını kestiremediğim bir çocuğu var. Ama herhalde 3′ten
küçük yaşı ki anneyle her daim. O anne de benim gibi gülenlere gıptayla
bakıyor ama içlerine sokulamıyor. Bazen uzaktan onlara -hi- diyor ve
selamını bile duymuyor bizim neşeli anneler ve kadıncağız bozulduğuyla
kalıyor. Bir siyahi anne var, beğenerek baktığım. Hem çok neşeli ve
herkesle muhabbet eden hem de kusursuz bir fiziği var. Üstelik duyarlı,
bir iki kez bebek arabasında aksayınca ben, koştu yardıma derhal. Bir
tane Uzakdoğulu bir anne var. Biri 2. sınıfa, biri 1. sınıfa giden ama
ikisi de miniminnacık gözüken, hele ki arkadan baktığınızda yürüyen sırt
çantası görünümünde iki oğlu var. Bir de bir ince ve epeyce uzun boylu,
başörtülü sanırım Arap, bir de yanılmıyorsam İranlı hoş bir anne var,
birbiriyle sohbette olan. Ve İranlı olanın kızıyla Selim aynı sıradalar.
Selim’in dediğine göre çok gülüyormuş Selim’in komikliklerine. İskoç
ama yabanıl anneler var bir de, sanırsınız benim gibi yabancılar bu
insanlara, bu dile ve bu ülkeye. Mesela pek genç ve güzel bir anne var;
köpeğiyle gelip okul kapısının dışında bekleyen. Bir de emin değilim ama
sanki psikolojik sorunu olan bir anne var. Ne zaman görsem yalpalıyor
yolda ve eli devamlı çenesinde, gözleri uzaklarda. Çocuğunu bırakır
bırakmaz aceleyle çıkıyor okuldan. Ve tabii bazen annelerin yerine gelen
babalar var. Beklerken küçük çocuklarla oynayan ve pek sevimli olan. Ve
tıpkı bizlerde olduğu gibi bolca babaanne, anneanne ve dede var
torunlarını bekleyen. Ama arkadan görseniz asla demezsiniz ki bunlar
büyükanne. Çoğunluğu son derece ince, uzun ve sportif giyiniyorlar. Bir
de bu annelerin çoğu mis gibi kokuyorlar, hele sabahları, hepsinden
misler gibi sabun kokusu yayılıyor ve yakın durmak iyi bir his
bırakıyor.
Derken zil
çalıyor ve çocuklar çıkmaya başlıyor. Çoğunluk çocuk, bekleyen
ebeveynine koşarak atlıyor, sarılıyor gayet sıcak bir manzara oluşuyor.
Ve gül yüzüyle oğlum çıkıyor. Ama onun hep anlatacak şeyleri
olduğundan, bi’ dak-ka anne, dur birşey anlatıcam, deyip selamı da,
sarılmayı da bir kenara bırakıyor. Ve okuldan çıkıyoruz.
Bugün de
böylesi bir gündü işte. Aldım oğlumu, konuşa koklaşa yürüdük yol
boyunca. O bana kıymetli şeyler gösterdi; solucan, salyangoz, kopmuş bir
dal parçası gibi. Ben ona birşeyler anlattım en yakın dostum gibi. Bir
ara arılar üzerimize doğru atağa geçti ve ben elimde bebek arabasıyla,
Selim yaya kaçışmaya başladık delice bir hızla, bu sırada olaydan
bi’haber Kerim: anne, çok hızlı bu, çok güzel, diye keyfetti. Derken
Kerim arabasından indi ve kah yola çıktı kah koşturdu, bazen de
çalılarla konuştu. Bu kısım biraz zordu ama neyleyim ki yürümek onun da
hakkı. Bir ara Selim bebek arabasını aldı, ben elimde bir minik sıcak
elle ilerledim, rüzgarı ve kuşların şarıkısı dinledim, Kerim’e de haber
verdim ve nihayetinde eve geldik.
İçeri
girdik. İskoçya’nın keskin ve çok parlak güneşi evimizi ışıldatıyordu.
Hatta sabahtan güneş alan mutfak ve yemek bölümü güneşten parıldıyordu.
Ve ev güneşin etkisiyle doğal bir sıcaklıkla bizi karşılıyordu. Tez
elden birşeyler hazırlamaya giriştim. Kavun ve beyaz peynir koydum
masaya. Çocuklar severdi bu ikiliyi. Bir de ekmek kızarttım. Keyifle
masaya oturdular. Ben karışmadan kendileri yemeye koyuldular. Bu sırada
Selim dünden kalan çikolatası için Kerim’e de söz verdi. Tabaklarımızı
bitirelim çikolata yiyelim, dedi. Ben de oturdum. Ve çatalımı kavuna
batırdım, tam yiyecekken -içinde olduğum bu mütevazi ama çok şey içeren
ana binaen- çok şükür dedim ve lokmamı yutacakken de böylesi anlardan
çok uzakta olan insanları, özellikle şu sıra evlat acısı çeken anaları,
ülkemin acı içindeki insanlarını, başka insanları, hatırladım. Ve
yutkunamadım. -Gulk!- diye boğazımda kalan lokma ile epeyce cebelleştim.
Düşündüm;
ben ve bu yazıyı okuyabilen bir çok benim gibiler, aslında dünya
üzerinde öyle az ki. Ben ve benim gibiler aslında öyle büyük bir nimetin
ve saadetin içinde ki. Ne kadar şükretsek az, az, az ve çok yetersiz!
İnsanın sevdikleriyle sağlıkla bir tas çorba içmesi dahi öyle büyük
nimet ki. Bu yüzden belki de bunca nimet içindeyken şükretmek yerine
şikayetlenince çok ayıp etmiş oluyoruz. Ve belki bu yüzden nimeti
çoğaltmak yerine azaltmaya sebep oluyoruz. Sonra şapkayı koyup önümüze;
ben ne yaptım da böyle oldu demeden; hayata, kadere, gelene, gidene,
bizden daha çok nimet verildiğini düşündüklerimize, devamlı bizden daha
iyi (ki göreceli bu kavram) durumda olduğunu düşündüğümüz kişilere
bakarak ve haddimizi aşacak şekilde veryansın ediyoruz. Üstelik trilyon
kez şükretmenin yetersiz kalacağı ancak basit bir şükrü eda etmenin çok
fayda sağladığı, hatta ‘bir koyanın bin aldığı’ bir enginliğin ve sonsuz
rahmetin içindeyken bunu yapıyoruz. Ve evet edep sınırlarını aşıyoruz.
İşte
bu Eylül bunları düşündürdü bana ve küçük, minik detaylarımla, dünya
üzerindeki çok az insana nasip olacak şekilde, hayatımın ne denli bolluk
içinde olduğunu. Tıpkı birçoğunuz gibi. Buraları okuyabilen birçok kişi
gibi. Ne yapmalı, etmeli bu dediklerimi lafta bırakmadan, devamlı
hatırlamalı ve gözönünde tutmalıyım dedim şimdi. Ve diğer tüm insanlar
için de çok, çok dua etmeli. Yangın yerine dönen ülkem için, dünya
üzerinde bilip bilmediğim cümle yerlerde zor durumda, zulüm altında olan
cümle insanlar için, bireysel yahut kitlesel sıkıntı altında olan
herkes için, hepimiz için dua etmeli.
İşte benim İskoçya’daki Eylül’üm ve Eylül karelerim ve basit ama önemli şükür sebeplerim.
.
Oğlumla ilk pizza denememiz. Biliyorum çok sade ama neyleyim ki tek peynirli olan favorileri.
.
İ. nin iş seyahatinde olduğu akşam, ertesi sabah okula gidecek olanve yetmedi fotoğraf çekimine katılacak olan Selim için can havliyle kravat bağlamayı öğrendiğim gece. Gocunmadım ben bu kez araştırırken bu işi internette. Garip bir tebessüm vardı yüzümde, hem yeni birşey öğrenmek hem de oğlum için yeni birşeylere girişmekten.
.
Rüzgarı hissediyor musunuz?
.
Ya gökyüzünde kümelenmiş kuşları? Ve bu gökyüzü altında oynayan şen şakrak çocukları?.
Tüm ev ahalisinin uyuduğu bir sabahı çektiğim gün. Yol arkadaşlarım; fotoğraf makinam ve her daim yanımda olan sabah kahvem.
.
Abi okuldayken derin yalnızlığa düşen küçük kardeş ve onun yol arkadaşları; Scooter ve bisiklet..
Sonbahar’ı hissediyor musunuz? Ya düşen yaprakları? Doğanın kendine çekilmeye hazırlanmasını? Tıpkı insanlar gibi….
Bu bilge ve cömert ağacı hissediyor musunuz? Derin çatlaklarını, kıvrımlarını hissediyor musunuz? Ya binlerce canlıyı barındırmasını ; dostluk ve barış içinde ve sevgiyle ve içtenlikle onlarla birlikte yaşamasını?.
Bahçemizin misler gibi elmasına yumulan çocuk.
.
Beraber kek yaptığımız bir günde, şeker hamuru ile ejderha yapan can oğlum, canım oğlum.
.
Selim, canım bilimsel Selim, deyip sevdiğim oğlumun kendini bulduğu yer.
.
Dizimin ters döndüğünü sandığım günde, gittiğimiz Bilim Merkezi’nde zoraki ama bence pek de zor değil, oturduğum bu yerde fotoğraf düzenlemem benim de.
.
Ailemizin ağaçlarından biri: İ. nin ıssız ve yalnız ağacı..
Selim’in kıvrımlı ve yosunlu, enfes ağacı.
.
Benim muhteşem ağacım. Sarmaşıklarla kaplı koca gövdesi ve kadraja sığdıramadım büyüklüğü ve heybeti ile.
.
.
Az önce yağmış yağmuru hissedebiliyor musunuz? Yağmurun ardında bıraktığı enfes parıltıları?
.
Tren köprüsünün altından geçerken gördüğüm minik ışıkları takip ettiğimde ışığın membaına ulaştım. Ve kesinlikle çok kutlu bir hazineye denk getirildim ya da öyle hissetim.
.
Tastamam okula hazır bir küçük çocuk :).
Kendi alışverişini kendi yapmak için can atan dil bilmez bir çocuk..
.
.Bayramda komşularımıza dağıttığımız lokumlar. Hele Gülpembe Ann Teyzemize tam yaraşır güllü lokumu dahi bulmak harikaydı.
.Eşyasızlığın alışılan etkileri. Selim’in Tork adını verdiği, evcil hayvanı yerine koyduğu Dinozor’un (Pterodactyl) gelişinden ümidini kesmesi ve en çok onu özledim demesiyle 2. kez alınan hediyesi ve çok sevinmesi. Bir diğeri kitap yoksunluğundan boya kitabını sevmesi Kerim’in ve ona sarılıp uyuması.
Yollar ve yol halimiz. Enfes günbatımları, çayırlar, bu güzellikleri çekeyim diye kıvranan büyük çocuk ve büyük çocuğun sonradan farkedilen kendini çektiği fotoğrafları ve arkadan bana bakan bir minik..Arka penceremde gün batarken….Sokakta gün batarken….Akşam oluyorken …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder