31 Ağustos 2012 Cuma

Selim’in İngiltere’yle ve İngilizce’yle İmtihanı



Selim’in okula gitmeden önce İngilizce’yle imtihanı üçü beşi geçmedi. Birkaç kez parkta çocuklarla bu sınava girdi, eh durumu fena değildi, bir de baktım ki lisan-ı halle, el kol işareti ile yürütüyorlar ilişkilerini, idare ediyorlar kendilerini ve oyun isteklerini. Bir keresinde çok sıcakkanlı bir İskoç çocuğu Selim tam sıkıntıdan patlamak üzereyken yanımıza gelip, oynamak ister misin, diye oyuna davet etti Selim’i. İngilizce bilmediğini söyleyince de biz, o zaman siz bana Türkçe öğretin ben onunla konuşayım, dedi. İlk olarak da; yakalamaca oynamak ister misin, cümlesinin çevirisini istedi, söyleyince de çekinmedi denedi ama buruşan yüzü, dağılan şekli şemali ile görülmeye değerdi hali.
Derken mahalle de çocuklarla karşılaştı Selim. Hiç çekinmeden direkt aralarına karıştı. Henüz bisikleti yokken Scooter’ı ile bisikletli çocuklarla yarıştı. Anne yarışalım mı ne demek, anne yarışmayalım ne demek, anne Gecenin Öfkesi’ni oynayalım mı ne demek, cümleleri ile bir onlara bir bana gitti geldi. Bazen çocuklar anlaşmak için zorladılar kendilerini ama bazen de aralarına almak istemediler Selim’i. Bazen duygusal yaklaştı Selim; anne kalbimi kırdınız ne demek dedi, bazen de iyice bilendi gitti onlarla kavga etti. Bazen elinde oyuncağı ile çocukların güzergahları önünde dikildi, çocuklar ilgilensin diye epeyce bekledi. Lakin buradaki çocuklar yağmursuz ve hele ki güneşli havada oyuncak ile bir gıdım ilgilenmemekteydi. Ve bir de birinden birşey almak konusunda çok hassas davranıyorlardı besbelli. Hatta öyle abartıyorlardı ki bu hassasiyeti kabalığa dönüşüyordu neredeyse halleri. Öyle ki bir ara Selim tereddüt etti; anne yoksa bu çocuklar da mı İngilizce bilmiyor, ne desem ne yapsam yaklaşmıyorlar, dedi. Hasılı pek dalgalı bir gidişattaydı hali.
.
(İçi yanacaklar, özellikle aile eşrafı bu fotoya bakmasın) Selim elinde oyuncak (Hexbug) çocukları cezbetmeye çalışırken.
Derken okul açıldı. Her gün heyecanla okuluna gitti Selim. Ve büyük insan gibi kabullendi halini. Yani sabırla bekliyor İngilizce’yi sökmeyi. Kendi de bunu her fırsatta dile getirdi, bir süre sonra öğreneceğim nasılsa, şimdi -I don’t know English: İngilizce bilmiyorum- diyorum dedi. Gün be gün yeni kelimelerle okuldan geldi. Hele önceki gün bir sürü kelime öğrenmişti ve hevesle sayıyordu hepsini: Cup, Tissue, Desk, Chair, School Bag, Plastic… gibi. Sonraki gün de okuldan çıkarken baktım ki; gözleri ışıl ışıl gömleğinin cebini saklayarak bana doğru geliyor. Anne bil bakalım elimin altında ne var dedi, baktım ki yıldızlı sticker kazanmış. En çok kelimeyi en hızlı ben öğrendim çünkü, dedi.
.
Okuldan hemen her çıkışta; bugün okul çok iyiydi, dedi. Şükürler olsun ki, birinci sınıftan başladı da hepten gevşek eğitim sistemine denk geldi. İlk hafta sadece oyun oynatmışlar ve bu da Selim’i pek mutlu etti. Saatlerce su havuzu ile oynadım, harikaydı dedi. Gelelim ilginç anektodlara:
-İlk ay sadece öğlene dek okula gideceklerinden beslenme saati olmayacak bu yüzden yiyecek getirmelerine gerek yok, demişti öğretmenleri. Biz de çantasına koymadık hiçbirşeyi. Hele ki hassasiyet vardır diye özellikle Selim’e de bahsettik, alerjisi olan olur, yemeyen olur vesaire diye. Meğerse çocukların çantalarına atıştırmalık abur cubur koymuş diğerleri. Selim’e ikinci gün bir arkadaşı çikolata ikram etmiş. Yememiş Selim. Neden dedim, aslında canım çok çekti ama içinde ne olduğunu bilmiyordum, bu yüzden sadece -thank you, dedim almadım dedi. (Bizim burada satılan herşeyi yiyemeyeceğimizi, mesela katkı maddeli ve domuz ürünleri yemediğimizi ama başka insanların bunu yiyebildiğini ve bunu da dile getirmemesini söylemiştim)
.
Sabah okula girmeden. Göbeğini çıkartıyormuş ki gömlek potluk yapmasın, eğrilip bozulmasın. Cins oğlum benim.
-Okula hemen her gün ağlayarak gelen bir çocuk var. Öyle acıklı ki hali. Çocuk öyle de güzel, öyle masum ki. Zaten dış görünüşüne bakan derhal anlar o yavrunun halini. Yüzünde üzgün bir ifade, omuzlar çökük her daim, sırtı kamburlaşmış ve ceketinin hafif büyükçe kollarından yarım yamalak gözüken elleri, bir de sıkı sıkıya tutuyor çantasını, hasılı hali içler acısı. O çocuğu Selim’le aynı sıraya oturtmuşlar şimdi. Nasıl aranız dedim, hiç ama hiçbirşey yok aramızda, dedi üstüne basarak. Bir gün de; okul çok iyi ama keşke o mızmız çocuğu yanıma koymasalardı, o zaman daha iyi olurdum, dedi. Belki bir sorunu vardır, mutlaka kendini kötü hissediyordur, ben üzülüyorum o çocuğa, dedim. Herkes hemen alışamayabilir, bak sen maşallah çabuk sokuluyorsun ama o öyle bir çocuk değil demek ki, dedim. Ben de küçükken çekingendim vesaire dedim. Biraz anladı beni. Derken ekledi: alışır ama o da değil mi, ne de olsa çocuklar yeni şeylere çabuk alışır. Ertesi gün gene sordum o çocukla muhabbetini, güldürmeye çalıştım onu anne, Çoliy yu bit miy*, deyip kendimi tokatladım güldü epeyce dedi. Hatta sınıftan başka biriyle başka komiklikler de yaptık, dedi. Ama acısa da yıldızı barışmamış besbelli. Biliyor musun anne, o çocuk oturunca sıraya ben hemen uzaklaştırıyorum kendimi ondan ve sırtımı hafifçe dönüyorum, dedi. Zaten oldum olası (şayet mecbur kalmamışsa) mızmız çocuklardan kaçar, aktif ve bağımsız çocukları sever Selim.
-Nitekim aktif çocuklardan biriyle muhabbeti az da olsa ilerletmiş Selim. Önceki gün sabah okulun bahçesinde giriş saatinin gelmesini beklerken, baktım bir anda kaldırdı ellerini; Heeeyy Frenkkkiiiiy, diye öyle hararetle birine seslendi ki. Sonra az gururlu ve bol gösterişli bir halde bana döndü; Frenkiy’le arkadaş olduk sanırım, dedi. Frenkiy tıpkı benim gibi biraz muzır biri, o yüzden iyi anlaşıyoruz, dedi. Nasıl anlaşıyorsunuz dedim, mesela komik hareketler yapıyoruz birbirimize, yani anlaşıyoruz bir şekilde dedi üstelik bunları söylerken gayet özgüvenliydi. Ve analizlerini ekledi: Franky böyle biriyle konuşurken ağzını biraz yamultabiliyor, kıvırarak konuşuyor, dedi. Ertesi gün Franky’i gördüğümde çok iyi anladım ne demek istediğini. Kıyak bir hali, duruşu ve konuşması vardı gerçekten Selim’in bahsettiği gibi.
-Çantasına her gün bir meyve yahut bir bisküvi koyuyorum. Birkaç gün önce okulda çıkışını beklemeye gittiğimde bahçede yarıdan fazlası düşmüş bir muz gördüm yerde. Sanırım Selim’indi. Yol yordam bilmeyen, o gün okula muz götüren oğlumun işi olabilirdi bu nitekim. Ama derdim o değildi, okulun en izbe ve en kuytu yerine geçip muzunu yemeye yeltenmesi ve o sırada düşündükleri, hissettikleri ve benim bu konuda hissettiklerim çok fena etti beni. Okuldan çıkınca sordum; evet anne muzumdan bir iki ısırık aldım ve birden düşüp yere yapıştı. Aç kaldım, dedi. Çöpe atamadım bilemedim hangi çöpe atacağımı çünkü, dedi. (Birkaç tür çöp olunca karışıyor insanın aklı gerçekten)
-Şu sıralar çok kilo aldı diye arada Kellogs’un bol meyveli barlarından koyuyorum bazen çantasına. Çok seviyor onları nitekim. Önceki gün okuldan çıkışta sordum bisküvisini yiyip yemediğini. Ekledi Selim: Anne ben o bisküviyi çok seviyorum ya, zil çalınca bir köşeye geçip önce öpüp kokluyorum bisküvimi, sonra yiyorum, dedi. Şaşkınım benim!
-Okuldan çıkarken kıt kanaat İngilizce’sine rağmen öğretmeninin adını öğrenen ve giderken -Bay Miss Stoneman- diyerek öğretmeni ile vedalaşan tek çocuk benim sıcakkanlı Selim’im şükürler olsun ki. Ne güzel ve ilginç değil mi?
.
Burada epeyce rahatlamış. Hatta öyle rahatlamış ki  bir de baktım kravatı açmış, gömlek alttan çıkartılmış. Zaten kaynaşık üst sınıf çocuklarının her sabah topak olmuş biçimde yerlerde yuvarlanmalarına, kavga ve şamatalarına, saç baş dağılmış hatta üst baş yırtılmış olanlarına müthiş bir iç geçirmeyle bakıyor.
-Çocukların çoğu gibi direkt okul nasıl geçti, neler yaptınız sorularını cevapsız bırakır Selim, hatta çok zorlayınca çaresiz uydurmalara girişir. Kendiliğinden anlatır illa ki, öyle ki yanında vakit geçirelim ve zihninden çağrışımla geri gelsin düşünceleri. Misal birgün ağzından şu cümleler döküldü:
-Anne biliyor musun, ben ne konuştuklarını anlayamadığımdan tüm çocuklar n’aparsa ben de onu yapıyorum. Dışarı çıkarlarsa dışarı çıkıyorum, içeri girerlerse içeri giriyorum gibi…
-Biliyor musun anne, benim okulda canım sıkılınca, keyfim kaçınca arkamı hafif dönüyorum ve köşeme çekiliyorum, dedi. Ben derhal cımbızladım cümleyi tabii. Neden keyfin kaçıyormuş ve canın sıkılıyormuş ki? Bilmiyorum ki, öylesine. Öylesine değildir anneciğim, bir sebebi vardır mutlaka, bir düşün bakalım dediğimde, öğretmen bazen bana -no, no, no- diyor canım sıkılıyor dedi. Neden -no- diyor peki sence dedim, bilmiyorum dedi ilk soruşta tabii, biraz daha zorlayınca; mesela ayağımı kaşıyorum no, diyor, mesela sırada ayaklarımı topluyorum no diyor… Mesela bizi yere oturtuyorlar ve illa ki bağdaş kurmamızı istiyorlar, ben betona oturmak istemiyorum, üşütebilirim popomu çünkü ve bağdaş da kurmak istemiyorum ama onlar yapmazsam no, no diyor dedi. Oysa onlar alışkın bu soğuğa belki ama ben Türkiye’den geldim üşüyebilirim değil mi? (Mantıklı ama gelin görün ki benim oğlumun poposu üşüyor lütfen yere oturtmayınız da denir mi ki?)


Birkaç gün biraz daha moralsiz çıktı okuldan. Nasıl geçti, iyi, ama biraz iyi değil diyalogları yaşandı aramızda. Neden deyince de, bilmiyorum dedi. Daha da zorlayınca döktü nihayet eteğindekileri. Öğretmen çok sık no, diyor dedi. Neden dediğimde ise, gene sıraladı yukarıdaki gibi cümleleri. Ben de aklıma gelenleri ekledim:
-Birincisi; bunları anlatman çok hoşuma gitti. Haberdar olmak hepimiz için çok, çok iyi. Teşekkür ederim bizimle paylaştığın için. Bak mesela başından anlattığında daha uyanık oluyoruz biz. Gülnur öğretmende yaşadıklarını hatırlıyor musun 1 ay sonra ancak farketmiştik sıkıntıyı. Sen yaşadıklarını, yaşadıklarının sana hissettirdiklerini hep anlat, inşaallah gerekmez ama gerekirse uygun şekilde müdahale ederiz. (İnşaallah!)
-İkincisi; sen İngilizce’yi henüz tam olarak anlayamadığın için, öğretmenin sana açıklama yapamadan -no- demek zorunda kalıyor olabilir, ve bu yüzden belki diğerlerinden daha fazla ve sık duyuyor olabilirsin bu kelimeyi ne yazık ki.
-Üçüncüsü; öğretmeninin dediklerini kişisel algılama, yani eminim bu -no, no, no-lar sadece Selim için değil, herkes için geçerli.  Sen ne düşünüyorsun peki, yani sence başka çocuklar için de bu kurallar geçerli mi yoksa sadece sana mı -no, no diyor öğretmenin?
-Başka çocuklara da diyor tabii.
-Okul kuralları genel olur çünkü, olmalıdır daha doğrusu. Yani aynı şeyleri sen değil Franky, Danny, kim yapsa gene aynı şey olurdu. Öğretmenler aynı zamanda disiplini korumak, kurallara uyulmasını da sağlamak zorunda. Biliyorum bu kurallar şimdi sana sevimsiz geliyor ve canını sıkıyor ama inanki hayatta disiplin çok gerekli. Çünkü biz dünyaya başıboş hayvanlar gibi bırakılmadık, yapmamız gereken işler, sorumluluklarımız var ve bunun küçükken basit gibi gözüken şeylerle öğreniyoruz aslında. (Baktım ki yoruldu teorik anlatımdan kendimden örnek verdim) Mesela ben şimdi çıkıp gitmek gezmek istesem, sizi kendi başınıza bıraksam, yemeğinizi hazırlamasam, çamaşırlarınızı yıkamasam ve ne yapalım canım istemiyor desem olur mu, olmaz, size karşı, sizi bunca güzel Yaratan ve bana Emanet Bırakan’a karşı sorumluluklarım var ve yapmalıyım, dedim. Anladı sanırım. Yani umarım. Ve umarım ben de yanlış şekilde anlatmamışımdır.
.
-Geçen gün Selim anlatıyor gene laf arasında.
“Zaten çocuklar nedense en mühim şeyleri laf arasında anlatırlar, yakalarsak ne ala!”
-Anne, bazen Miss Stoneman çok kızıyor. Mesela bazen çocuklar birşey yapıyor ve o da no, no diyor sonra çocuklar yapmaya devam ediyor öğretmen de ceza veriyor.
-Ne cezası veriyor?
-Sınıfın köşesine alıp, bir süre arkasını döndürerek oturtuyor çocuğu. Hatta çocuklar bunu yapmazsa biraz kızarak kendisi oturtuyor.
-Hmmm… (İçim burkularak ama çaktırmayarak dinliyor ve soruyorum) Peki sen hiç ceza aldın mı?
-Evet, bir kez aldım.
-Sence sen niye ceza aldın?
-Aktivite yaparken oyuncaklarla oynuyordum. Sonra Miss Stoneman no, deyince hemen bırakmadım. Ve ceza aldım.
-Peki nasıl anladın ceza aldığını?
-Anladım işte! Zaten öğretmenin gelip beni oturtmasına gerek kalmadı, ben gidip o yere kendim oturdum ve arkamı sınıfa döndüm. Hem biliyor musun ceza bazen iyi oluyor.
-A, nasıl yani?
-Bazen yalnız kalmak istediğinde sınıfa arkanı dönmek ve öylece oturmak iyi geliyor. (Demek bazen o gümbürtüden bunalıyor bebeğim benim)

İşin ilginç tarafı 3 hatta 4 farklı öğretmeni olan Selim en çok Miss Stoneman’ı sevdiğini söylüyor ısrarla. Evet bazen kızabiliyor ama ben en çok onu seviyorum, diyor hala. Sanırım tatlı sert bir kadın. Ve sanırım kızdığında nedenlerini makul buluyor bir şekilde. Dilerim öğretmenleri hakkında yanılmayız ve hayal kırıklığı yaşamayız bir daha, en çok da Selim yaşamasın! Severek ve sevilerek gideceği bir okulu olsun hayırlısıyla. Onun ve diğer tüm çocuklarımızın. Nitekim 4+4+4 sistemine geçilecek bu yılda daha çok ihtiyacımız var bu türden dualara.



Selim, canım Bilim Selim.

Ve gelelim güzel gelişmeye:
İngiltere’de okullar, yabancı bir öğrenci için dil desteğinde bulunacak bir öğretmen talep edebiliyormuş. Bizim okul da bizdeki karşılığı belediye olan Council’e talepte bulunmuş. Bizim hiç haberimiz olmadan ilk haftadan öğretmen ataması yapılmış. Selim’in hızlıca öğrendiği yeni kelimelerin kaynağı da buymuş. Kimler var seninle diye sorduk; Çinli gibi gözleri çekik bir çocuk, bir kız, bir başka çocuk, bir de ben dedi.

2 yorum:

nghnca dedi ki...

Biraz agladim,dua ettim ins.bu zorluklardan ruhu kuvvetli dimagi saglam rabbinin kelimelerine dayanan kullar cikar..yarin benimkiler de basliyorlar,bir Arap okuluna:)duayla...

Aygül dedi ki...

Kurban olurum Selim'imi verene. Gozlerim doldu. Rabbim hep guzel hayirli insanlarla karsilastirsin Selim'imide sizide Delisim. Selim en kisa zamanda her seyi halleder gor bak Rabbimin izniyle. Opuyorum. Bu arada formasi pek yakismis masallah barekallah.