Selim’in
okula gitmeden önce İngilizce’yle imtihanı üçü beşi geçmedi. Birkaç kez
parkta çocuklarla bu sınava girdi, eh durumu fena değildi, bir de
baktım ki lisan-ı halle, el kol işareti ile yürütüyorlar ilişkilerini,
idare ediyorlar kendilerini ve oyun isteklerini. Bir keresinde çok
sıcakkanlı bir İskoç çocuğu Selim tam sıkıntıdan patlamak üzereyken
yanımıza gelip, oynamak ister misin, diye oyuna davet etti Selim’i.
İngilizce bilmediğini söyleyince de biz, o zaman siz bana Türkçe öğretin
ben onunla konuşayım, dedi. İlk olarak da; yakalamaca oynamak ister
misin, cümlesinin çevirisini istedi, söyleyince de çekinmedi denedi ama
buruşan yüzü, dağılan şekli şemali ile görülmeye değerdi hali.
Derken
mahalle de çocuklarla karşılaştı Selim. Hiç çekinmeden direkt aralarına
karıştı. Henüz bisikleti yokken Scooter’ı ile bisikletli çocuklarla
yarıştı. Anne yarışalım mı ne demek, anne yarışmayalım ne demek, anne
Gecenin Öfkesi’ni oynayalım mı ne demek, cümleleri ile bir onlara bir
bana gitti geldi. Bazen çocuklar anlaşmak için zorladılar kendilerini
ama bazen de aralarına almak istemediler Selim’i. Bazen duygusal
yaklaştı Selim; anne kalbimi kırdınız ne demek dedi, bazen de iyice
bilendi gitti onlarla kavga etti. Bazen elinde oyuncağı ile çocukların
güzergahları önünde dikildi, çocuklar ilgilensin diye epeyce bekledi.
Lakin buradaki çocuklar yağmursuz ve hele ki güneşli havada oyuncak ile
bir gıdım ilgilenmemekteydi. Ve bir de birinden birşey almak konusunda
çok hassas davranıyorlardı besbelli. Hatta öyle abartıyorlardı ki bu
hassasiyeti kabalığa dönüşüyordu neredeyse halleri. Öyle ki bir ara
Selim tereddüt etti; anne yoksa bu çocuklar da mı İngilizce bilmiyor, ne
desem ne yapsam yaklaşmıyorlar, dedi. Hasılı pek dalgalı bir
gidişattaydı hali.
.
(İçi yanacaklar, özellikle aile eşrafı bu fotoya bakmasın) Selim elinde oyuncak (Hexbug) çocukları cezbetmeye çalışırken.
Derken
okul açıldı. Her gün heyecanla okuluna gitti Selim. Ve büyük insan gibi
kabullendi halini. Yani sabırla bekliyor İngilizce’yi sökmeyi. Kendi de
bunu her fırsatta dile getirdi, bir süre sonra öğreneceğim nasılsa,
şimdi -I don’t know English: İngilizce bilmiyorum- diyorum dedi. Gün be
gün yeni kelimelerle okuldan geldi. Hele önceki gün bir sürü kelime
öğrenmişti ve hevesle sayıyordu hepsini: Cup, Tissue, Desk, Chair,
School Bag, Plastic… gibi. Sonraki gün de okuldan çıkarken baktım ki;
gözleri ışıl ışıl gömleğinin cebini saklayarak bana doğru geliyor. Anne
bil bakalım elimin altında ne var dedi, baktım ki yıldızlı sticker
kazanmış. En çok kelimeyi en hızlı ben öğrendim çünkü, dedi.
.
Okuldan
hemen her çıkışta; bugün okul çok iyiydi, dedi. Şükürler olsun ki,
birinci sınıftan başladı da hepten gevşek eğitim sistemine denk geldi.
İlk hafta sadece oyun oynatmışlar ve bu da Selim’i pek mutlu etti.
Saatlerce su havuzu ile oynadım, harikaydı dedi. Gelelim ilginç
anektodlara:
-İlk ay
sadece öğlene dek okula gideceklerinden beslenme saati olmayacak bu
yüzden yiyecek getirmelerine gerek yok, demişti öğretmenleri. Biz de
çantasına koymadık hiçbirşeyi. Hele ki hassasiyet vardır diye özellikle
Selim’e de bahsettik, alerjisi olan olur, yemeyen olur vesaire diye.
Meğerse çocukların çantalarına atıştırmalık abur cubur koymuş diğerleri.
Selim’e ikinci gün bir arkadaşı çikolata ikram etmiş. Yememiş Selim.
Neden dedim, aslında canım çok çekti ama içinde ne olduğunu bilmiyordum,
bu yüzden sadece -thank you, dedim almadım dedi. (Bizim burada satılan
herşeyi yiyemeyeceğimizi, mesela katkı maddeli ve domuz ürünleri
yemediğimizi ama başka insanların bunu yiyebildiğini ve bunu da dile
getirmemesini söylemiştim)
.
Sabah okula girmeden. Göbeğini çıkartıyormuş ki gömlek potluk yapmasın, eğrilip bozulmasın. Cins oğlum benim.
-Okula
hemen her gün ağlayarak gelen bir çocuk var. Öyle acıklı ki hali. Çocuk
öyle de güzel, öyle masum ki. Zaten dış görünüşüne bakan derhal anlar o
yavrunun halini. Yüzünde üzgün bir ifade, omuzlar çökük her daim, sırtı
kamburlaşmış ve ceketinin hafif büyükçe kollarından yarım yamalak
gözüken elleri, bir de sıkı sıkıya tutuyor çantasını, hasılı hali içler
acısı. O çocuğu Selim’le aynı sıraya oturtmuşlar şimdi. Nasıl aranız
dedim, hiç ama hiçbirşey yok aramızda, dedi üstüne basarak. Bir gün de;
okul çok iyi ama keşke o mızmız çocuğu yanıma koymasalardı, o zaman daha
iyi olurdum, dedi. Belki bir sorunu vardır, mutlaka kendini kötü
hissediyordur, ben üzülüyorum o çocuğa, dedim. Herkes hemen
alışamayabilir, bak sen maşallah çabuk sokuluyorsun ama o öyle bir çocuk
değil demek ki, dedim. Ben de küçükken çekingendim vesaire dedim. Biraz
anladı beni. Derken ekledi: alışır ama o da değil mi, ne de olsa
çocuklar yeni şeylere çabuk alışır. Ertesi gün gene sordum o çocukla
muhabbetini, güldürmeye çalıştım onu anne, Çoliy yu bit miy*, deyip
kendimi tokatladım güldü epeyce dedi. Hatta sınıftan başka biriyle başka
komiklikler de yaptık, dedi. Ama acısa da yıldızı barışmamış besbelli.
Biliyor musun anne, o çocuk oturunca sıraya ben hemen uzaklaştırıyorum
kendimi ondan ve sırtımı hafifçe dönüyorum, dedi. Zaten oldum olası
(şayet mecbur kalmamışsa) mızmız çocuklardan kaçar, aktif ve bağımsız
çocukları sever Selim.
-Nitekim
aktif çocuklardan biriyle muhabbeti az da olsa ilerletmiş Selim. Önceki
gün sabah okulun bahçesinde giriş saatinin gelmesini beklerken, baktım
bir anda kaldırdı ellerini; Heeeyy Frenkkkiiiiy, diye öyle hararetle
birine seslendi ki. Sonra az gururlu ve bol gösterişli bir halde bana
döndü; Frenkiy’le arkadaş olduk sanırım, dedi. Frenkiy tıpkı benim gibi
biraz muzır biri, o yüzden iyi anlaşıyoruz, dedi. Nasıl anlaşıyorsunuz
dedim, mesela komik hareketler yapıyoruz birbirimize, yani anlaşıyoruz
bir şekilde dedi üstelik bunları söylerken gayet özgüvenliydi. Ve
analizlerini ekledi: Franky böyle biriyle konuşurken ağzını biraz
yamultabiliyor, kıvırarak konuşuyor, dedi. Ertesi gün Franky’i
gördüğümde çok iyi anladım ne demek istediğini. Kıyak bir hali, duruşu
ve konuşması vardı gerçekten Selim’in bahsettiği gibi.
-Çantasına
her gün bir meyve yahut bir bisküvi koyuyorum. Birkaç gün önce okulda
çıkışını beklemeye gittiğimde bahçede yarıdan fazlası düşmüş bir muz
gördüm yerde. Sanırım Selim’indi. Yol yordam bilmeyen, o gün okula muz
götüren oğlumun işi olabilirdi bu nitekim. Ama derdim o değildi, okulun
en izbe ve en kuytu yerine geçip muzunu yemeye yeltenmesi ve o sırada
düşündükleri, hissettikleri ve benim bu konuda hissettiklerim çok fena
etti beni. Okuldan çıkınca sordum; evet anne muzumdan bir iki ısırık
aldım ve birden düşüp yere yapıştı. Aç kaldım, dedi. Çöpe atamadım
bilemedim hangi çöpe atacağımı çünkü, dedi. (Birkaç tür çöp olunca
karışıyor insanın aklı gerçekten)
-Şu
sıralar çok kilo aldı diye arada Kellogs’un bol meyveli barlarından
koyuyorum bazen çantasına. Çok seviyor onları nitekim. Önceki gün
okuldan çıkışta sordum bisküvisini yiyip yemediğini. Ekledi Selim: Anne
ben o bisküviyi çok seviyorum ya, zil çalınca bir köşeye geçip önce öpüp
kokluyorum bisküvimi, sonra yiyorum, dedi. Şaşkınım benim!
-Okuldan
çıkarken kıt kanaat İngilizce’sine rağmen öğretmeninin adını öğrenen ve
giderken -Bay Miss Stoneman- diyerek öğretmeni ile vedalaşan tek çocuk
benim sıcakkanlı Selim’im şükürler olsun ki. Ne güzel ve ilginç değil
mi?
.
Burada
epeyce rahatlamış. Hatta öyle rahatlamış ki bir de baktım kravatı
açmış, gömlek alttan çıkartılmış. Zaten kaynaşık üst sınıf çocuklarının
her sabah topak olmuş biçimde yerlerde yuvarlanmalarına, kavga ve
şamatalarına, saç baş dağılmış hatta üst baş yırtılmış olanlarına müthiş
bir iç geçirmeyle bakıyor.
-Çocukların
çoğu gibi direkt okul nasıl geçti, neler yaptınız sorularını cevapsız
bırakır Selim, hatta çok zorlayınca çaresiz uydurmalara girişir.
Kendiliğinden anlatır illa ki, öyle ki yanında vakit geçirelim ve
zihninden çağrışımla geri gelsin düşünceleri. Misal birgün ağzından şu
cümleler döküldü:
-Anne
biliyor musun, ben ne konuştuklarını anlayamadığımdan tüm çocuklar
n’aparsa ben de onu yapıyorum. Dışarı çıkarlarsa dışarı çıkıyorum, içeri
girerlerse içeri giriyorum gibi…
-Biliyor
musun anne, benim okulda canım sıkılınca, keyfim kaçınca arkamı hafif
dönüyorum ve köşeme çekiliyorum, dedi. Ben derhal cımbızladım cümleyi
tabii. Neden keyfin kaçıyormuş ve canın sıkılıyormuş ki? Bilmiyorum ki,
öylesine. Öylesine değildir anneciğim, bir sebebi vardır mutlaka, bir
düşün bakalım dediğimde, öğretmen bazen bana -no, no, no- diyor canım
sıkılıyor dedi. Neden -no- diyor peki sence dedim, bilmiyorum dedi ilk
soruşta tabii, biraz daha zorlayınca; mesela ayağımı kaşıyorum no,
diyor, mesela sırada ayaklarımı topluyorum no diyor… Mesela bizi yere
oturtuyorlar ve illa ki bağdaş kurmamızı istiyorlar, ben betona oturmak
istemiyorum, üşütebilirim popomu çünkü ve bağdaş da kurmak istemiyorum
ama onlar yapmazsam no, no diyor dedi. Oysa onlar alışkın bu soğuğa
belki ama ben Türkiye’den geldim üşüyebilirim değil mi? (Mantıklı ama
gelin görün ki benim oğlumun poposu üşüyor lütfen yere oturtmayınız da
denir mi ki?)
Birkaç gün
biraz daha moralsiz çıktı okuldan. Nasıl geçti, iyi, ama biraz iyi
değil diyalogları yaşandı aramızda. Neden deyince de, bilmiyorum dedi.
Daha da zorlayınca döktü nihayet eteğindekileri. Öğretmen çok sık no,
diyor dedi. Neden dediğimde ise, gene sıraladı yukarıdaki gibi
cümleleri. Ben de aklıma gelenleri ekledim:
-Birincisi;
bunları anlatman çok hoşuma gitti. Haberdar olmak hepimiz için çok, çok
iyi. Teşekkür ederim bizimle paylaştığın için. Bak mesela başından
anlattığında daha uyanık oluyoruz biz. Gülnur öğretmende yaşadıklarını
hatırlıyor musun 1 ay sonra ancak farketmiştik sıkıntıyı. Sen
yaşadıklarını, yaşadıklarının sana hissettirdiklerini hep anlat,
inşaallah gerekmez ama gerekirse uygun şekilde müdahale ederiz.
(İnşaallah!)
-İkincisi;
sen İngilizce’yi henüz tam olarak anlayamadığın için, öğretmenin sana
açıklama yapamadan -no- demek zorunda kalıyor olabilir, ve bu yüzden
belki diğerlerinden daha fazla ve sık duyuyor olabilirsin bu kelimeyi ne
yazık ki.
-Üçüncüsü;
öğretmeninin dediklerini kişisel algılama, yani eminim bu -no, no,
no-lar sadece Selim için değil, herkes için geçerli. Sen ne
düşünüyorsun peki, yani sence başka çocuklar için de bu kurallar geçerli
mi yoksa sadece sana mı -no, no diyor öğretmenin?
-Başka çocuklara da diyor tabii.
-Okul
kuralları genel olur çünkü, olmalıdır daha doğrusu. Yani aynı şeyleri
sen değil Franky, Danny, kim yapsa gene aynı şey olurdu. Öğretmenler
aynı zamanda disiplini korumak, kurallara uyulmasını da sağlamak
zorunda. Biliyorum bu kurallar şimdi sana sevimsiz geliyor ve canını
sıkıyor ama inanki hayatta disiplin çok gerekli. Çünkü biz dünyaya
başıboş hayvanlar gibi bırakılmadık, yapmamız gereken işler,
sorumluluklarımız var ve bunun küçükken basit gibi gözüken şeylerle
öğreniyoruz aslında. (Baktım ki yoruldu teorik anlatımdan kendimden
örnek verdim) Mesela ben şimdi çıkıp gitmek gezmek istesem, sizi kendi
başınıza bıraksam, yemeğinizi hazırlamasam, çamaşırlarınızı yıkamasam ve
ne yapalım canım istemiyor desem olur mu, olmaz, size karşı, sizi bunca
güzel Yaratan ve bana Emanet Bırakan’a karşı sorumluluklarım var ve
yapmalıyım, dedim. Anladı sanırım. Yani umarım. Ve umarım ben de yanlış
şekilde anlatmamışımdır.
.
-Geçen gün Selim anlatıyor gene laf arasında.“Zaten çocuklar nedense en mühim şeyleri laf arasında anlatırlar, yakalarsak ne ala!”-Anne, bazen Miss Stoneman çok kızıyor. Mesela bazen çocuklar birşey yapıyor ve o da no, no diyor sonra çocuklar yapmaya devam ediyor öğretmen de ceza veriyor.
-Ne cezası veriyor?
-Sınıfın köşesine alıp, bir süre arkasını döndürerek oturtuyor çocuğu. Hatta çocuklar bunu yapmazsa biraz kızarak kendisi oturtuyor.
-Hmmm… (İçim burkularak ama çaktırmayarak dinliyor ve soruyorum) Peki sen hiç ceza aldın mı?
-Evet, bir kez aldım.
-Sence sen niye ceza aldın?
-Aktivite yaparken oyuncaklarla oynuyordum. Sonra Miss Stoneman no, deyince hemen bırakmadım. Ve ceza aldım.
-Peki nasıl anladın ceza aldığını?
-Anladım işte! Zaten öğretmenin gelip beni oturtmasına gerek kalmadı, ben gidip o yere kendim oturdum ve arkamı sınıfa döndüm. Hem biliyor musun ceza bazen iyi oluyor.
-A, nasıl yani?
-Bazen yalnız kalmak istediğinde sınıfa arkanı dönmek ve öylece oturmak iyi geliyor. (Demek bazen o gümbürtüden bunalıyor bebeğim benim)
İşin
ilginç tarafı 3 hatta 4 farklı öğretmeni olan Selim en çok Miss
Stoneman’ı sevdiğini söylüyor ısrarla. Evet bazen kızabiliyor ama ben en
çok onu seviyorum, diyor hala. Sanırım tatlı sert bir kadın. Ve sanırım
kızdığında nedenlerini makul buluyor bir şekilde. Dilerim öğretmenleri
hakkında yanılmayız ve hayal kırıklığı yaşamayız bir daha, en çok da
Selim yaşamasın! Severek ve sevilerek gideceği bir okulu olsun
hayırlısıyla. Onun ve diğer tüm çocuklarımızın. Nitekim 4+4+4 sistemine
geçilecek bu yılda daha çok ihtiyacımız var bu türden dualara.
Ve gelelim güzel gelişmeye:
İngiltere’de
okullar, yabancı bir öğrenci için dil desteğinde bulunacak bir öğretmen
talep edebiliyormuş. Bizim okul da bizdeki karşılığı belediye olan
Council’e talepte bulunmuş. Bizim hiç haberimiz olmadan ilk haftadan
öğretmen ataması yapılmış. Selim’in hızlıca öğrendiği yeni kelimelerin
kaynağı da buymuş. Kimler var seninle diye sorduk; Çinli gibi gözleri
çekik bir çocuk, bir kız, bir başka çocuk, bir de ben dedi.
2 yorum:
Biraz agladim,dua ettim ins.bu zorluklardan ruhu kuvvetli dimagi saglam rabbinin kelimelerine dayanan kullar cikar..yarin benimkiler de basliyorlar,bir Arap okuluna:)duayla...
Kurban olurum Selim'imi verene. Gozlerim doldu. Rabbim hep guzel hayirli insanlarla karsilastirsin Selim'imide sizide Delisim. Selim en kisa zamanda her seyi halleder gor bak Rabbimin izniyle. Opuyorum. Bu arada formasi pek yakismis masallah barekallah.
Yorum Gönder