Boston’dayken
Esma’da kalmıştık biz. Evin oğlu Said’cik, evimizin nerede olduğunu
sorduğunda ve ben bu soruya cevap aranırken zorlandığımda farketmiştim
ki, evsizdik hepimiz. O sırada İstanbul’daki ev satılmış, birtakım
eşyalarımız bırakılmış, kalanlar da muhtemelen Atlantik Okyanusu’nda
gemide kaderine bırakılmış halde ilerliyordu İskoçya denizlerine doğru.
Ama her ne ise eni konu evsizdik işte. Garipçe bir histi bunu
duyumsamak, aslında çok özgürce ve ferah ama aynı zamanda yoksunluk
hissi verecek denli tuhaf.
Bizim için
bir ilkti bu hissiyat, zira daha önce Moskova’ya taşındığımızda evimizi
aynen korumuş sadece bir yıllığına eşyaları ile kiraya vermiştik.
Hasılı dönmek istesek bir evimiz vardı. Oysa şimdi geri dönmeye
niyetlensek dönemezdik işte.
Derken bu
duyguyu üzerimden attım. New York’a geçtik. Orada da dalgalı bir keyif
halinde seyrettik. Ve ardından New Jersey’den Glasgow’a vardık. Bugün
itibariyle, bu şehirde 2 haftadan fazlasını ardımızda bıraktık. Yani
toplamda bir aydır evsiz haldeyiz.
Glasgow’da
ev aramaya başlamak hiç bilmediğimiz bir şehir olması sebebiyle zordu.
Zira ne bir nirengi noktası vardı, ne başlangıcı ve ne de ortası. Tek
karar verdiğimiz; iyi bir okulun çok yakınına konuşlanmaktı. Selim’in
öğretmeninden aldığımız bir Türk’ün telefonu vardı sadece elimizde.
Onun ve onun yönlendirdiği, uzun yıllardır burada yaşayan insanlardan
haber bekliyorduk ve vakit geçiyordu. Derken İ. daha önce yaptığı
araştırmaları anımsadı. İyi okulların konu edildiği bir internet
sitesini hatırladı ve işe başladı. Tabiri caizse çok ciddi bir
istatistikçi gibi çalıştı. Grafikler, tümdengelimler, tümevarımlar
hasılı epeyce değişik metotlarla bir liste hazırladı. Ana hatlarıyla
şöyle yaptı:
(Bunları detaylıca yazıyorum; İngiltere’ye yerleşmek isteyen benim gibi
acemiler için ihtiyaç anında kullanılsın diye zira ben bu bilgiye
ulaşsam büyük kolaylık olurdu)
Her okulun
‘Catchment Area’ dedikleri bir kapsama alanı var. O alanda
oturuyorsanız ve okulda da yer varsa oraya kayıt yaptırabiliyorsunuz.
Okulda yer yoksa bir başka okula yönlendiriliyorsunuz. Yok ben okulumu
beğenmedim, değiştirmek istiyorum derseniz o da mümkün oluyordu ancak bu
durumda servis parasını cebinizden veriyorsunuz.
Methi iyi
olan okullara ulaştık birkaç farklı kaynaktan. Ancak birçoğunun
etrafındaki evlerin hepsi doluydu, boş olanlarsa uçuk fiyatlara kiraya
veriliyordu. Hem çoğunluğu Flat denilen daire tipiydi ki ben ısrarla
House; yani bahçeli müstakil ev istiyordum. Kendimden ziyade çocuklar
için. Ve en çok Selim Türkiye’deyken bu fikre tav olduğu ve en çok bu
sebepten İngiltere’ye yerleşmek istediği için.
İ. emlak sitelerinden (Biri Rightmove, ki çok başarılı bir site. Evle ilgili her türlü bilgiye ulaşmak mümkün. Okul bilgisi dahi veriliyor. Biri de Find Property)
okul alanlarını kapsayan alarmlar kurdurdu. Evler birer ikişer posta
kutumuza düşüyordu ama gönlümüze uygun olanı kesemize uygun düşmüyordu.
Bu sırada Glasgow’un semtlerini dolaşıyorduk boyuna, iyi okullar ve
etraflarını bilhassa. Bazı yerler insanın aklını başından alıyordu,
mesela Newton Mearns diye bir yer vardı; siz deyin masal köyü, ben
diyeyim kurtarılmış bölge. Çok güzeldi, cennet gibiydi lakin buraya
gücümüz her türlü yetmezdi. Ve sanırım gel otur, deseler orada oturmaya
gönlüm elvermezdi. Zira herşey öylesine kusursuzdu ki, buradaki ufak bir
kusurun gözden kaçması mümkün değildi. Ve bu da diken üstünde oturmak,
huzursuz olmak demekti. En azından benim gibiler için. Bilenler bilir,
ben fani olanın kusursuz olma çabasından hem ürperirim ve oldum olası
kusurlu tarafa meylederim. Düşünün ki gittiğim her yerin fotoğrafını
çekip, bölgesini kaydettim, sonradan hatırlayalım diye, bu köyün
fotoğrafını dahi çekemedim. İçindekiler işkillenir de problem çıkar
diye, o derece diken üstünde bir yerdi.
Derken
burada yaşayan Türklerden bir kaç haber geldi. Hintlilerin,
Pakistanlıların yoğun olarak yaşadığı, içinde iyi insanların ve iyi
okulların olduğu, ayrıca helal market ve dükkanların bulunduğu
PollockShields semtine gittik. Lakin buraya da içimiz bir türlü
ısınmadı. Zira hepsi kasvetli binalardı. İyi okulların olduğu bir başka
lüks semt vardı, Jordanhill diye orası da çoğunlukla flat-ti, house
olanlarsa uzak dur benden demekteydi.
Zamanımız
azalıyordu ve biz geriliyorduk. Bu sırada 2 hafta geçti ve elimizde işe
yarar tek bir ev yoktu. Kaldı ki buradaki evleri arayıp, ben bugün eve
bakmaya geliyorum, diyemiyordunuz emlak görevlisi size ta bir hafta
sonraya randevu veriyordu. Tabii bu sırada Haziran 22′de eşyalarımız
geliyordu. Eşyaları bekletmek de mümkün değildi, zira bir gün bekletmek
demek 100 Euro ödemek demekti.
İ. çok
streslenmiş ve bana da sinir oluyordu. Nasıl bu kadar rahat
olabiliyorsun, diyordu. Ben de ona -bir yerde bizi bekleyen bir ev var,
biliyorum- deyip kenara çekiliyordum. Evet aynen böyle hissediyordum,
ancak gene de zaman kısaldıkça içimden devamlı düşünüyordum. Kaldı ki
otel hayatı çok zor gelmeye başlamıştı, çocuklarla zorlanıyordum,
herşeyleri aksıyordu, abuk sabuk besleniyorlardı, Selim hamur işinden
boyuna şişmanlıyor, Kerim klasik rutini olmayınca yemiyor ve hızla
zayıflıyordu. Ve ben, ve İ. de hızla semiriyorduk.
Derken
önceki hafta sonu Kelvingrove denen harika bir yer keşfettik. Devasa ve
çok güzel bir parkın etrafıydı burası. Ferahtı, bakımlıydı ve kesinlikle
nezihti. Ancak burada da House tipi ev yoktu ve muhtemeldir ki Flat
olanlar dahi bizim kiralayabileceğimiz House’lardan çok daha yüksek
ücretliydi. Orası gönlümde kaldı. Hani çocuklar büyümüş olsa ve imkanım
olsa orada bir müddet yaşamak isterdim.
Hasılı
orası da bir ütopyaydı ve hala elde var sıfıra sıfırdı. Sonuçta
evsizdik. Üstüne üstlük eşyaların geleceği son haftaya girmiştik. Ve
daha beteri kalınabilirliliği olan tüm otellerin dolu olduğu bir
ortamda, otel rezervasyonumuzu uzatmayı ihmal etmiş korkarım hiç
bilmediğimiz bir ülkede, hem de iki çocukla açıkta kalmak üzereydik.
Arkasından ne mi oldu? Merak eden varsa bir sonraki yazıyı beklesin….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder