rkek Çocuk Annesi Olmak
Giderek
daha çok ayırdına varıyorum; iki kuduruk erkek çocuğuna sahip bir anne
olduğumun. İkisi de kardeş, fıtratları farklı iki kardeş ama erkek
olmaları hasebiyle illa ki çakışıyor çoğu haltları daha doğrusu
azgınlıkları. Taşınma, seyahat, yerleşme vesaire durumlarında giderek
daha, daha artan coşkun, taşkın ve azgın taarruzlara karşı çoğunlukla
çaresizim. Çaresisiz! Tehditler, şantajlar, cezalar, yaptırımlar
faydasız. Durumu kabullenmem gerek belli ki, bunu bilsem de idare etmek
asıl zor iş.
Eskiden
Selim için şunu söylerdim, hiç düşünmeden hem de, kolaylıkla: Selim zor
bir çocuk, zorluğu da bana, ama yaramaz değil. Şimdi tümden değiştirdim
bu söylemi: Sanırım yaşının, yaşadığı şartların, önceki arkadaşlarının
etkisiyle zıvanadan çıktı Selim. Şimdi tek söylediğim kuduruk bir oğlum
olduğu. Ve çok hareketli. Yerinde duramıyor artık. Masada yemek yerken
zıp zıp zıplıyor, durmaya kalksa ayaklarını oraya buraya vuruyor, hani
eli dursa ayağı durmuyor dedikleri cinsten. İki adım yürütsen -ah
yoruldum, vah patladım- diye adeta yerlerde sürünüyor, adım başı
kaldırımlara seriliyor ama sözkonusu yatakta zıplamak olunca bana mısın
demiyor, ya da otelde, restoranda yahut en münasebetsiz yerde hiç
durmadan koşabiliyor. Ve mümkün değil durmuyor.
İçindeki o
menem enerjiyi (ki ben artık patlak enerji diyorum adına) atsın diye
götürdüğümüz parklar da olmuyor derdimize çare. Zira parkta iki tur
attıktan sonra büyük adam gibi gelip de yanımıza oturuyor. Ya da
toprakla, yerde bulduğu çer çöple sakin sakin oynuyor. Ama asla ve kat’a
koşmuyor, hareket etmiyor. Hareket etmek için kapalı alanı ve en çok da
yatakları, restoranları seçiyor.
Son bir
senedir her gittiğimiz yerde bir vukuatı ve yüzünde bir nişanesi oluyor.
İzmir’de yataktan yatağa zıplıyordu, delice ve tonu giderek artan
biçimde. Daha doğrusu şuurunu kaybetmişçesine. Çtonk! diye kalorifere
vurdu yanağını böyle bir gün.Üstelik canı da kıymetli, hep diyorum ya;
algıları ve duyuları da çok açık, küçük bir acı onda devasa boyutlara ve
haliyle devasa tepkilere dönüşebiliyor. Neredeyse aklını yitirecekti o
gün acıdan, şoka girdiğinden şüphelenip tokadı geçirmiştim de öyle
sakinleşmişti. Yanağı boylu boyunca morarmış ve derin bir çukur
oluşmuştu. Şükür ki başka birşey olmamıştı. Yanak yağ tabakası olduğu
için vücut tarafından emilimi çok ağır olur, bu yüzden 6 ayı bulabilir
düzelmesi, demişti doktor. Şimdi yanağında hala tek gamze gibi dolaşıyor
ortalıkta.
Derken New
York’ta Central Park Macerası. Kimini güldüren, kimini şoke eden
kaplumbağa ısırığı. Ve şimdi İngiltere. Bilim Merkezi denen bir yerde
yaşından büyük bir aleti kullandığı için burnuna aldığı bir darbe. Şükür
ki oldukça cüzi bir yara diğerlerinin yanında. Ve inşaallah bu
kadarıyla kalır vukuatları da.
Gelelim
Kerim’e. Fıtraten hareketli olduğu bir gerçek, hele ki Selim’in sakin
geçen bebekliğiyle kıyaslayınca. Bir de bu halin üstüne abisinin en
azgın zamanlarına denk gelmesi ve taklit gücünün son derece yüksek
olması eklenince her türlü anormallik vuku buluyor. Şu yaşında
Sıpaymaden! deyip oraya buraya vuruyor, kendini çarpıyor sözümona
abisinden gördüğü Spiderman oluyor. Eline
geçirdiği kalem, bıçak, çatal ne varsa kılıca dönüştürüp kıran kırana
bir mücadeleye girişiyor karşısındaki ile. Üstelik cüssesinden ve
yapabildiklerinden bi’haber kendini tam bir yetişkin addedip herşeye
gücü yeter sanıyor, yetmeyince daha da sapıtıyor. Şimdi yeni yeni
edindiği mağazalarda saklanmaya işine bir de kaçıp gitmeyi ekledi. Hem
de çaktırmadan. Minicik birşey de, gözönünde sanıyorken bir de
bakmışsınız ki yok! Mesela gözüm hep onda ama Selim birşey söylerken,
dönüyorum, bir kaç saniye hepi topu, sonra tekrar çeviriyorum
bakışlarımı Kerim’in olduğu yere yok! yok! yok! Aklım gidiyor geliyor,
yok! Sağa bakıyorum, yok! Sola bakıyorum, yok! Sonra bir de bakıyorum ki
sanki hiç gitmemiş gibi yanımda bitiyor! Böyle bir günde kayboldu gene.
Yanımızda sanıyoruz, sakiniz. Çok kısa bir süredir kayıp ancak yok
işte! Meğerse onca kısa sürede restorandan, holden, girişten ve kapıdan
geçip otelin dışına çıkmış. Korkunç değil mi? Ve gene çok şükür ki,
sakin girişi var otelin ve daha öteye gitmemiş.
İki gündür
kocaman bir park ve oyun alanı keşfettik. Burada kaydırağa giden yolda
birde baktım ki, maymun gibi üstteki demirlere asılmış, kaydırağın
başında dengesizce sallanıyor. Düştü düşüyor derken ters döndü ve
yüzündeki o korku büyük bir keyfe dönüştü hem de Yiih-haaa sesleri
eşliğinde. Ardından bu hareket envai çeşit şekilde tekrarlandı o günde.
Taklit, Deneme-Yanılma ve Cahil çocuk cesareti birleşince varın siz
düşünün gerisini.
Şimdi bu
iki kuduruğu birlikte düşünün. Çoğunlukla -Hıya, dış, dış!- efektleri
ile hareket ediyorlar ve tekmeler, yumruklar havada uçuşuyor. Hele ki
otele girişleri ve çıkışları var ki tam evlere şenlik. İki adet gürültü
makinası gibi, üstelik de kurt gibi hareketli canlı bir anda eşkiya gibi
basıyorlar otelin salonunu. Odaya girene dek hareket, gürültü ve talan
devam ediyor. Ta ki odanın kapısı kapanıyor. Ve sanırım yan odalar
dışındaki tüm otel sakinleri derin bir oh çekiyor.
Türkiye’de
olsak bu denli aldırmayacağım belki, ne de olsa hepimiz birbirimize
benzeriz. Ancak hem burada acemi ve yeniyiz hem de maazallah Barbar
Türkler fobisini canlandıracak aile gibiyiz. Şimdi en büyük dileğim: bir
an önce yerleşmek ve Selim’i acilen profesyonel bir yüzme okuluna
göndermek. Zira onun için en uygun sporun ve desarj yönteminin bu
olduğunu sanıyorum. Hem suya sevdalı, hem de patlak enerjisini atmanın
en harika ve sağlıklı yolu bu. Hem su belki biraz sakinleştirir bu
kuduruk halini. Ve hem de sık hastalanmasının önüne bu yolla
geçilebilir. Üstelik bence profesyonel olarak yapabilir de yüzme işini.
Aklımda
iki örnek var: Biri 2 kez Dünya şampiyonu olan Rus buz patencisi: İrina
Slutskaya. Küçükken çok sık hastalandığı için doktorlar aktif ve çok
düzenli spora başlamasını salık vermiş. Ailesi de 4 yaşında buz patenine
yazdırmış. Bir diğeri 7 dalda olimpiyat madalyası alan Amerikalı yüzme
sporcusu: Michael Phelps. O da çok kuduruk olduğu için doktorlar yüzmeye
gitmesini önermiş. Belki diyorum; çocukların o bitmek bilmeyen (ama
nedense hep uygunsuz yerde) o patlak enerjilerini uygun bir yere
akıtmalarına izin verirsek bir iyi sporcu yetiştirmeye vesile
olabiliriz.
Şimdi şu
aşağıdaki fotoğraflara bakın rica ederim. Eli yüzü düzgün bir kare
yakalayamamın sebebi ne sizce? Ya da Kerim’in adamakıllı
fotoğraflarının azlığının?
.
Dışarıda koştukları nadir anlardan. Lakin bu keyfin acıya dönüşmesi an meselesi. Elim böğrümde izliyorum; zira her an sıkı bir fiskeyle yere indirebilir Kerim’i Selim. Yoksa kendi halinde düşmeleri onca korkutmuyor beni.
.
Ve işte geliyor bir kazadan sonra. En azından kendisi düştüğü için feryat figan etmiyor. Ama keyifsiz oldukça: Tutmuş paçasını anlatıyor yaklaştıkça: Anne, ben yaralandım. Seliiiiim, ben yaralandım. Ola ki duymadım ekliyor: Nümineeee ben yaralandım:)
!!Önemli not: Yorumlara, maillere,
mesajlara (Facebook ve Twitter’dan da) cevap vermeyi deniyorum ama gene
beceremiyorum. Bloglara dahi çok çok az göz atabiliyorum. Şu sıralar
affedin beni! Eşyalar gelmek üzere ve hala evimiz yok! Otel değiştirdik
ve bir sürü telaşe. Sanırım eve geçip de tastamam yerleşmeyinceye dek
toparlanamayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder