Haftasonu Sultanlığı‘ndan Haftaiçi Hizmetkarlığı’na geçiş yaptığımda, ne üzgündüm, ne de süzgün. Gayet dinç, kendinden emin, ‘Şu dört günü gözümde büyütmeyeceğim!‘ kararlılığında, ‘Yeter ki, rutinimin dışına çıkarma Rabbim!‘ nidalarındaydım.
İlter sabah gitti. İyiydim. Derken
akşama doğru birden, o sağduyulu kadın gitti, yerine deli biri geldi
sanki. Önce Kerim’in göğsünde artan hırıltısı, ardından sırtından
aldığım titreşim, soluğunun kesikleşmesi ile sanki günlerdir hasta
değilmiş de birden hastalanmış gibi bebeğim, tüm soğukkkanlılığımı
kaybettim. Nabzım hızlandı; gerginlik, titreme, ürperme halinde doktoru
aradım. Endişeden sesimi kontrol edemiyordum, neyse ki doktor beni iyi
tanıyordu. Telaşımı anladı ve önce sakin olmamı salık verdi. Ortalıkta
bilmem ne virüsünün dolaştığından ve çocukları sık sık taciz ettiğinden
bahsetti. Nebüllerin yanısıra birkaç ilaç daha ekledi ve kusma, karın
ağrısı, yüksek ateş olmadığı sürece endişelenmemi söyledi. Ama gene de
için rahat etmiyorsa getir, dedi. İçim hemen de rahat etmişti.
Akşam Selim geldi. Ben son derece
müşfiktim. Kerim öğlen uykusundan uyanmamıştı. Selim’le makul sohbetler
yaptık, Böcekler kitabının yapıştırmalarını yapıştırdık, bunu yaparken
yarıştık, öpüştük, koklaştık. Bu esnada Selim’den boyuna itifatlar
aldım. ‘Sen benim bi’tanemsin, hatta öyle güzelsin ki sanki benim minik yeşil filizimsin’,
dedi ve beni mest etti. Yanısıra burkuldum gene. Zira böyle durumlarda,
hoyratlığıma dair kötü anılar gözümde canlanıyor ve sevincim kursağımda
kalıyor. Bir de şu; ben ne zaman müşfik olsam, Selim harikulade uyumlu
bir çocuğa dönüşüyor. Giysilerini kendi rızasıyla topluyor, birşey rica
ettiğimde, ha tabi, tamam annecim, gibi karşılık veriyor, kesinlikle
zıtlaşmıyor, krem şokola gibi bir çocuğa dönüşüyor vesselam. Bu da beni
sevindirecekken tam aksine yıpratıyor. Çünkü, maalesef onun uyum ya da
uyumsuzluğu, benim müşfik ya da sert olmamla birebir paralel gidiyor.
Yani Selim için çok rahatsız edici bir etken yoksa, hasta vs. değilse,
normal şartlar altında isek çocuk tadından yenmez oluyor ben iyiysem.
Kerim geç uyandı. Bu da geç yatacağına
alametti ama gene de gözüm korkmuyordu. Selim, içimi dağlayan uyumla
yemeğini yedi, dişlerini fırçaladı ancak uyku konusunda elinde olmayan
sebeplerden sanırım, bu uyumu gösteremedi. Bir saatte uykuya daldı. Bu
sırada, pür enerji halinde uyanan Kerim, ağbisini oyuna davet etmek için
habire onu taciz etti. Minik dozda tehditlerle, Selim uyudu
nihayetinde. 11 gibi de Kerim uyudu. Benim de hasretle beklediğim,
başımı dinleyeceğimi ümit ettiğim gecem, aksıyan rutinimden dolayı
şaştı. Daha henüz yerimden doğrulmamışken Kerim uyandı. Tekrar uyuttum.
Tekrar uyandı. Sanırsın Ferber’in Yatır-Kaldır Metodu‘nu
deniyordu. Gene uyuttum ve pes edip, ben de yanına kıvrılıyordum ki
Selim’e bakayım dedim son kez. Gittiğimde gözleri açık öylece duruyordu.
Biraz korktum. Kalktı, doğruldu, gün ortasında gibi oturdu ve
olağanlıkla konuştu;
-Anne, ben kabus görüyordum. Akrepler,
yılanlar ve fareler vardı. Korkunçtu. Fare beni görünce korktu, kaçtı.
Yılanı alıp fırlattım. Akrebin de iğnesinden yakaladım ki beni
sokamasın.
-E, ne güzel işte, kabus değil kahramanlık destanı olmuş bu. Hepsini haklamışsın, deyip bir an önce uyumasını diliyordum ki,
-A, ama aslında öyle olmadı. Hayvanlar
beni kovaladı. Gecenin bir yarısında, uykunun ortasında, bunca hayal
gücüne hayret ederken gevelemeye devam ettim.
-Burnun tıkalı, üşümüşsün de, herhalde
bu yüzden kabus görmüşsün. Geçti ama bak herşey yolunda şükürler olsun.
Ben daha uyumamıştım bile. Hadi şimdi uyu!
Kaldığı yerden uykuya devam etti Selim.
Saat 2′ye geliyordu. Uyurken gene uyandı Kerim. Gene uyuttum. Biraz
dalmıştım ki Selim içerden seslendi.
-Anne, ben gene kabus gördüm. Artık bu gecenin akıbetinden korkmaya başlamıştım. Devam etti;
-Tilki vardı. Beni yakalıyordu. Korkunçtu.
-Gel, burada uyu istersen, dedim. Geldi.
İlter yokken Selim’e yakın olmak için, salonda yatıyordum. Selim karşı
koltuğa geçti. Gene dalmıştım ki, gene seslendi Selim;
-Anne, ben hala çok korkuyorum. Tilki
peşimi bırakmıyor. İçimden tilkiye verdim veriştirdim ve gel yanıma yat,
dedim. Geldi tabii, ama vaziyet rezaletti. Köşe koltuğun köşesine
sinmiş üç kafa ve biri ortaya, biri sağa, biri sola dağılan üç gövde ile
sabahı ettik. Nitekim Selim 6′ya dek tilkiden bahsetti. Arada Kerim,
Ferber’i sık sık denedi. Sonra Selim uyudu ki, Kerim uyandı.
Sabahın ilk ışıklarıyla, Kerim evde
dolanmaya başladı. Ben de tek gözünü zar zor açabilen bir durumdaydım.
Sık sık ‘an-neeem, an-neeem’ şeklinde Kerim tarafından uyandırıldım.
Birinde salon kapısının eşiğinden söktüğü parkeyi bana getirmişti,
birinde tırın birini kafama geçirdi, birinde ilaç, ilaç diyen
derinlerden gelen sesiyle farkettiğim damlanın birini eline geçirmişti,
birinde sehpanın üstüne her nasılsa çıkmış ve inemiyorken seslenmişti.
Hasılı, uyumaya çalışmak nafile bir çaba idi. Açılmaya direnen, alev
topuna dönmüş gözlerimi açmaya zorladım ve yerimden kalktım. Ve
Haftaiçi Hizmetkarlığıma beklediğimden çok daha erken, çok daha hızlı ve
yoğun bir giriş yaptım.
—————————————————————————————————————————————————————————-
*Bu yazıyı yazarken 2.geceye girdik.
Kerim yarım saatte bir yat-kalk yapmaya devam ediyor. Selim de; ‘ya,
yağğ, yağğh!’ diye bağırmalarına. Ve ben de şu şarkıyı söylüyorum
içimden devamlı; Uyandım Sabah İle Gözyaşım Sile Sile. (Nerden bildiğimi bilmediğim ama Şarkılar & Duygular Tezimi destekleyen, neredeyse durumuma birebir uyan bir türkü işte)
*Bir de; geçen yazıya, başka yazılara yorum yazanlar, mail göndermiş olanlar, başka türlü yerlerden mesaj göndermiş olanlar, şu şeşübeş halimle hiçbirine cevap yazamıyorum. Affola!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder