Anne
ve baba olarak, çoğu zaman, kendimizi çocuklarımıza karşı her an
teyakkuzda, her an hazırol komutunda asılı kalmışız gibi hissederim.
Şuurlu değil elbet ama şuursuzca, çocuğun hata yapacağı anı
kolluyormuşuz gibi hareket ederiz. Sözümona artık modern ebeveynleriz,
çocuklarımız önceliğimiz ama davranış biçimimiz bizden önceki nesiller
gibidir. Sanki çocuk her daim bilmezdir, her daim zevzektir, şuursuzdur,
avaredir. Bizse devamli âkil adam rolündeyiz. Devamlı öğreticileri ve
efendileriyizdir. Bu sendroma bir tür Ebeveyn Büyüklenmesi de
diyebiliriz. Oysa zaman, o eski, kafasına vur, ekmeğini al,
zamanı değildir, bilakis çocuklarımız bizden çok ilerdedir. Ve haliyle
eskinin BÜYÜK-küçük sistemi şimdilerde tersine işlemekte, genellikle
ebeveyn büyüklendiğinde, küçük çocuk tarafından rüsvay edilmektedir.
Örneğin;
Bir sene öncesinden;
* Tembel
Kasaba diye bir çocuk dizisi vardı. Dizide Sportaküs diye sportif bir
süper kahraman, Ruby diye her daim kötü biriyle mücadele içindedir. Ben
de çocuğunu takip eden şuurlu(!) anneyim ve elbette istediğim yerde
müdahale etmekteyim. Aslında bence çok sevimsizim. Gene ahkam kesmeler
içindeyim. Ruby’nin çok iyi çalışan aklını kötü yönde kullanmasından dem
vurdum. Ve aslında hepimizin dünyaya tertemiz, masum bir akılla
geldiğinden bahsettim. Tam bilmişçe konuyu uzatacaktım ki Selim atıldı;
-Bazı
çocuklar, dedi ve bir saliseden az bir süre nefes aldı. O sırada ben de
içimden eyvah, dedim. Bazı çocuklar nasıl oluyor da kötü oluyorlar o
zaman, diye soracak, peki ben şimdi buna ne cevap vereceğim? Ukala anne
karın ağrıları çekerken Selim imdada yetişti;
-Mesela
bazı çocuklar cimri oluyorlar. Cimri olmak da kötü bir davranış ama
böyle olunca, o çocuk kötüdür demek olmuyor. Çünkü onlar cimriliğin kötü
birşey olduğunun farkında olmuyorlar. Aslında insanları da,
arkadaşlarını da seviyorlar. Dii-i mi anne?
Selim gene
olumlama yapmıştı. Beni de has düşüncesinden dolayı utandırmıştı.
Bunları yaparken şunu vurgulamıştı; Bir kötü huy, bir kötü davranış o
insanı tümden kötü yapmaz! Kaldı ki o kötü hareketi yapan yaptığı
kötülükten bi’haber, iyi biri de olabilir. İşte Selim’in hüsn-ü zan
etmesi. Ve işte bir bilmiş annenin rüsvay edilmesi.
———–
*Anne olarak rüsvay edildiğim çoktur ama İlter’in de baba olarak rüsvay edildiği zamanlar nadir de olsa vardır; Şöyle ki;
Selim
yüksek oranda alerjik bünyeye sahip bir çocuktur. Alerjinin azdığı
zamanlarda genellikle burnu ile fazlaca haşır neşir olur. Bu da anne ve
baba da, burna yakın yaptığı her hamlenin, her temasın burun karıştırmak
olarak algılanmasına sebep olur. Böylesi zamanların birinde Selim
babaya göre 90 derecelik bir açıyla ve profilden durmaktadır. Bu sırada
da görünen o ki eli gene burun civarlarındadır.
- Selim, oğlum burnunu karıştırma!
- Burnumu karıştırmıyorum baba, sadece dışını kaşıyorum, ama sen yandan baktığın için öyle görüyorsun!
———–
*Selim
gene azgın, çoşkun, taşkın zamanların içindedir. Bu durumda, en çok
sataştığı kişi de, evin en çaresizi; Kerim’dir. Anne ve baba durumu
dişlerini sıkarak, la havle çekerek izlemektedir. Selim durumu görmekte
lakin besbelli içindeki patlamış bin atom bombası gücündeki enerjiye dur
diyememektedir. Ve muhtemeldir ki alacağı cezayı da kestirmektedir.
Hasılı beklediği cezayı alır ve odasına yollanır. Odasına gittiğinde
masasına oturur ve söylenir;
-Benim parklarda koşmam, doğaya karışmam, hayatı öğrenmem lazım. Böyle odamda oturararak hayatı öğrenemem ki!
*Tabii her
daim salt rüsvaylık sözkonusu değildir. Kimi zaman ters yüz olmuş anne –
oğul ilişkilerimizde Selim çok da müşfik ve sevecendir.
İlter’in yokluğuyla geçen günlerden birinde,
-Ben
babamı çok özledim anne. E, sen de eşini çok özlemişsindir. Ayrıca senin
boğazın da bir hastalığın var ya (Hipotiroid) hem ondan, hem
yorulduğundan hem de babam olmadığından çok sinirlisin değil mi? Ama
bana kızdığın için sonra çok pişman oluyorsun değil mi?
———-
*Dedim ya, zaman öyle bir zamandır ki, bazen kim yetişkin, kim çocuk belli değildir. Şöyle ki;
Esasen
gariban ve kayıp bir dönemin çocuklarız biz. Ömrü saklanmak ve
saklamakla geçen nesiliz biz. Misalen, yıllarca sigara içtiğimizi
büyüklerimizden sakladık. Gelin görün ki, anne ve babalarımıza kabul
ettirdiğimiz bu çirkef gerçeği şimdilerde çocuklarımızdan saklıyoruz.
Lakin zamane çocuğundan bunu tastamam kaçırmak mümkün mü? Ve ben henüz
değil ama (ki çok nadiren ortam varsa içiyorum birer ikişer) İlter sık
içtiğinden gözünden kaçmaz Selim’in. Açıktan yaptığı ikazlar ise babada
mahçubiyet yarattığından sanırım, çözümü dolaylı yoldan anlatmakta bulur
Selim. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali;
-Ben siz
yokken yani siz evdeyken bir kez çok uzaklardaydım. Büyümüştüm. Bir adam
vardı. Bana al sigara iç dedi. Kendi içti. Benim yanımda iç gösteren
bir gözlük vardı. Takıp baktım, adamın içi duman dolu. Sonra yürüdü,
sallandıkça içinde sıvılar olduğunu farkettim. O sıvıların katran
olduğunu farkettim sonra. Sonra da evi buldum, geldim.
———–
*Baba ikna
olmaz. Sigara içmeye devam eder. Sözümona sakınarak. Ancak Selim
farkındadır ve sigara olayına dolaylı yoldan da olsa, çözüm bulmaya
kararlıdır.
Televizyonda
bir habere denk gelir. Haberde bir gençten bahsedilmektedir. Bu genç
biraz solgun, biraz durgun bir tiptir. Esmercedir. Selim babasına gider;
-Baba, Deniz (haberdeki gence ismiyle hitap etmektedir) sence sigara içiyor mudur?
-Bilmiyorum,
derken oğlunun tavırlarından şüphelenen baba, gelecek cümleden dolayı
kaygılanır. Nitekim kaygılandığı kadar da vardır. Zira Selim gene,
usulünce de olsa laf çarpmaktadır.
-Bence içiyor. Baksana sigara içen birine benziyor yüzü. Hem kara, hem sarı. Pis de kokuyordur!
To be Continued…
—————————————————————————————————————————————————————————
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder