31 Ekim 2011 Pazartesi

BilimSelim – Matrix Reloaded



Anne ve baba olarak, çoğu zaman, kendimizi çocuklarımıza karşı her an teyakkuzda, her an hazırol komutunda asılı kalmışız gibi hissederim. Şuurlu değil elbet ama şuursuzca, çocuğun hata yapacağı anı kolluyormuşuz gibi hareket ederiz. Sözümona artık modern ebeveynleriz, çocuklarımız önceliğimiz ama davranış biçimimiz bizden önceki nesiller gibidir. Sanki çocuk her daim bilmezdir, her daim zevzektir, şuursuzdur, avaredir. Bizse devamli âkil adam rolündeyiz. Devamlı öğreticileri ve efendileriyizdir. Bu sendroma bir tür Ebeveyn Büyüklenmesi de diyebiliriz. Oysa zaman, o eski, kafasına vur, ekmeğini al, zamanı değildir, bilakis çocuklarımız bizden çok ilerdedir. Ve haliyle eskinin BÜYÜK-küçük sistemi şimdilerde tersine işlemekte, genellikle ebeveyn büyüklendiğinde, küçük çocuk tarafından rüsvay edilmektedir. Örneğin;
Bir sene öncesinden;
* Tembel Kasaba diye bir çocuk dizisi vardı. Dizide Sportaküs diye sportif bir süper kahraman, Ruby diye her daim kötü biriyle mücadele içindedir. Ben de çocuğunu takip eden şuurlu(!) anneyim ve elbette istediğim yerde müdahale etmekteyim. Aslında bence çok sevimsizim. Gene ahkam kesmeler içindeyim. Ruby’nin çok iyi çalışan aklını kötü yönde kullanmasından dem vurdum. Ve aslında hepimizin dünyaya tertemiz, masum bir akılla geldiğinden bahsettim. Tam bilmişçe konuyu uzatacaktım ki Selim atıldı;
-Bazı çocuklar, dedi ve bir saliseden az bir süre nefes aldı. O sırada ben de içimden eyvah, dedim. Bazı çocuklar nasıl oluyor da kötü oluyorlar o zaman, diye soracak, peki ben şimdi buna ne cevap vereceğim? Ukala anne karın ağrıları çekerken Selim imdada yetişti;
-Mesela bazı çocuklar cimri oluyorlar. Cimri olmak da kötü bir davranış ama böyle olunca, o çocuk kötüdür demek olmuyor. Çünkü onlar cimriliğin kötü birşey olduğunun farkında olmuyorlar. Aslında insanları da, arkadaşlarını da seviyorlar. Dii-i mi anne?
Selim gene olumlama yapmıştı. Beni de has düşüncesinden dolayı utandırmıştı. Bunları yaparken şunu vurgulamıştı; Bir kötü huy, bir kötü davranış o insanı tümden kötü yapmaz! Kaldı ki o kötü hareketi yapan yaptığı kötülükten bi’haber, iyi biri de olabilir. İşte Selim’in hüsn-ü zan etmesi. Ve işte bir bilmiş annenin rüsvay edilmesi.
———–
*Anne olarak rüsvay edildiğim çoktur ama İlter’in de baba olarak rüsvay edildiği zamanlar nadir de olsa vardır; Şöyle ki;
Selim yüksek oranda alerjik bünyeye sahip bir çocuktur. Alerjinin azdığı zamanlarda genellikle burnu ile fazlaca haşır neşir olur. Bu da anne ve baba da, burna yakın yaptığı her hamlenin, her temasın burun karıştırmak olarak algılanmasına sebep olur. Böylesi zamanların birinde Selim babaya göre 90 derecelik bir açıyla ve profilden durmaktadır. Bu sırada da görünen o ki eli gene burun civarlarındadır.
- Selim, oğlum burnunu karıştırma!
- Burnumu karıştırmıyorum baba, sadece dışını kaşıyorum, ama sen yandan baktığın için öyle görüyorsun!
———–
*Selim gene azgın, çoşkun, taşkın zamanların içindedir. Bu durumda, en çok sataştığı kişi de, evin en çaresizi; Kerim’dir. Anne ve baba durumu dişlerini sıkarak, la havle çekerek izlemektedir. Selim durumu görmekte lakin besbelli içindeki patlamış bin atom bombası gücündeki enerjiye dur diyememektedir. Ve muhtemeldir ki alacağı cezayı da kestirmektedir. Hasılı beklediği cezayı alır ve odasına yollanır. Odasına gittiğinde masasına oturur ve söylenir;
-Benim parklarda koşmam, doğaya karışmam, hayatı öğrenmem lazım. Böyle odamda oturararak hayatı öğrenemem ki!

*Tabii her daim salt rüsvaylık sözkonusu değildir. Kimi zaman ters yüz olmuş anne – oğul ilişkilerimizde Selim çok da müşfik ve sevecendir.
İlter’in yokluğuyla geçen günlerden birinde,
-Ben babamı çok özledim anne. E, sen de eşini çok özlemişsindir. Ayrıca senin boğazın da bir hastalığın var ya (Hipotiroid) hem ondan, hem yorulduğundan hem de babam olmadığından çok sinirlisin değil mi? Ama bana kızdığın için sonra çok pişman oluyorsun değil mi?
———-
*Dedim ya, zaman öyle bir zamandır ki, bazen kim yetişkin, kim çocuk belli değildir. Şöyle ki;
Esasen gariban ve kayıp bir dönemin çocuklarız biz. Ömrü saklanmak ve saklamakla geçen nesiliz biz. Misalen, yıllarca sigara içtiğimizi büyüklerimizden sakladık. Gelin görün ki, anne ve babalarımıza kabul ettirdiğimiz bu çirkef gerçeği şimdilerde çocuklarımızdan saklıyoruz. Lakin zamane çocuğundan bunu tastamam kaçırmak mümkün mü? Ve ben henüz değil ama (ki çok nadiren ortam varsa içiyorum birer ikişer) İlter sık içtiğinden gözünden kaçmaz Selim’in. Açıktan yaptığı ikazlar ise babada mahçubiyet yarattığından sanırım, çözümü dolaylı yoldan anlatmakta bulur Selim. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali;
-Ben siz yokken yani siz evdeyken bir kez çok uzaklardaydım. Büyümüştüm. Bir adam vardı. Bana al sigara iç dedi. Kendi içti. Benim yanımda iç gösteren bir gözlük vardı. Takıp baktım, adamın içi duman dolu. Sonra yürüdü, sallandıkça içinde sıvılar olduğunu farkettim. O sıvıların katran olduğunu farkettim sonra. Sonra da evi buldum, geldim.
———–
*Baba ikna olmaz. Sigara içmeye devam eder. Sözümona sakınarak. Ancak Selim farkındadır ve sigara olayına dolaylı yoldan da olsa, çözüm bulmaya kararlıdır.
Televizyonda bir habere denk gelir. Haberde bir gençten bahsedilmektedir. Bu genç biraz solgun, biraz durgun bir tiptir. Esmercedir. Selim babasına gider;
-Baba, Deniz (haberdeki gence ismiyle hitap etmektedir) sence sigara içiyor mudur?
-Bilmiyorum, derken oğlunun tavırlarından şüphelenen baba, gelecek cümleden dolayı kaygılanır. Nitekim kaygılandığı kadar da vardır. Zira Selim gene, usulünce de olsa laf çarpmaktadır. 
-Bence içiyor. Baksana sigara içen birine benziyor yüzü. Hem kara, hem sarı. Pis de kokuyordur!
                                                                                                                                                                                                               To be Continued…
—————————————————————————————————————————————————————————

Hiç yorum yok: