30 Eylül 2011 Cuma

Rüya Bütün Çektiğimiz


Sofi'nin DünyasıKüçükken çok büyük bir korkum vardı benim; ya diyordum ben birinin rüyasını yaşıyorsam. Ya uyandığımda berbat bir dünyaya uyanırsam. Hatta dünyadan çok farklı, kapkaranlık bir ortamda kendimi bulursam. Ya insan değil de bir yaratıksam? Ya uzun bir rüyaysa bu yaşadığım ve esasında kabus dolu bir hayatta yapayalnızsam, annem, babam, kardeşlerimden yoksunsam ve dahası insanımsı bir tek canlı yoksa ve daha dahası ben de ne idüğü belirsiz bir canlıysam yahut bir organizmaysam? Korkunç değil mi?
Sofi’nin Dünyası kitabında biraz küçüklüğüme gitmiştim. Felsefe yerine, Sofi’nin dünyalar arası geçişinde, korkulara odaklanmıştım. Ama en çok Matrix filmini izlediğimde dehşete kapılmıştım. Sanki filmin senaryosu benim küçüklük kabusumdan çalınmıştı. Neo, mutlu mesut yaşarken birden yaşadıklarının tastamam uydurma olduğunu farkediyor ve uyandığı dünya korkunç oluyor. Sisli, puslu, gri bir dünya, herşey gri, yemekleri dahi. Garip bir gemi içinde oldukları ve türlü çatışmalar. Neo bile şanslıydı zira etrafında kendi gibiler vardı, benim kabusumda onlar bile yoktu.
Bu gece KarmaşıkSarmaşığım gitme bahsi üzerine şunu yazmış: Bu rüya bir gün bitecekti biliyordum, gitme de az daha sürsün! Ve okurken daha, dilime dolandı Fikret Kızılok’un şu parçası:
“Rüya bütün çektiğimiz, rüya kahrım, rüya zindan…
Nasıl da yılları buldu, bir mısra boyu macera…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, bilmezler nasıl sevdik.
İki yitik hasret, iki parça can!…”
Bizi anlatıyordu sanki tüm bu mısralar. Parçanın adı da: İki Parça Can. Bizim gibi. Birçoğumuz gibi…
Düşündüm gecenin bir yarısı: esasen hayat; rüyaların binlercesinin toplamından ibaret değil midir? Bazen uyanmak istemeyeceğimiz kadar; hayal gibi güzel, bazen hemen uyanmak isteyeceğimiz kadar; alacakaranlık kuşağı gibi korkunç. Belki bu geçiciliği düşünüp kendimizi; nefsimizi fazla ciddiye almamak gerek! Bir rüyayı, bir hayali çok da büyütmemek gerek! Hakikate odaklanmak gerek! Ve bu yolda çelme takan ne varsa, her tür mahlukatı; eşyayı, insanı, olayı, sille tokat atmak gerek! Biri bana şunu demiş, öteki buna çemkirmiş, aman bu bana ağır gelmiş, şunu yapmak önemliymiş, şöyle kazanmak gerekliymiş, sağa dönmeliymiş, yok sol daha iyiymiş, belki de hepsini boşvermeliymiş. Elbette mümkünse. Lakin rüya bile olsa, içindeyken değil midir ki, çok ciddiye alıyoruz o an olanları. O misal halimiz.
Oysa -De öte git nefsim!- demek gerek! Öte git benden! Hiç de mühim değil bahsettiklerin! Beni kopyalanmış ucuz oyunlarla oyalama, hakikate giden yoldan şaşmamam gerek demek gerek!
Ve elbette kendimizi ciddiye almazken, başkasına hiç ilişmemek gerek! Bir başkası şusunu düzeltmeliymiş, aman şurası eğriymiş, dur bakayım şurda hata etmişmiş, hiç ama hiç oralı olmamak gerek!
Kendine bunları hiç demediği gibi, hörgücündeki eğriyi görmediği gibi, gelene gidene ders verene, anını kollayıp fırsat bekleyene ise -önümüze gelene bin tekme- demek gerek! Ve usulca yanından kalkıp gitmek gerek!
Gitmek gerek! Ama buruk, çok buruk içim. Çok sevdiğim var burada, karşıma çıkarıldıkları için çokça şükrettiğim.. Elma yarım dediklerim, bilge yanım dediklerim, kimi şen kahkaham, kimi sofistike yanım, çokça sevdiklerim. Çok şey aldığım, onlarla değiştiğim, geliştiğim. Ya diyor içimdeki ses, henüz karşına çıkarılmayanları, düşünmeyecek misin onları? Sonra bir ses, illa ki bulursunuz birbirinizi diyor.. Hasılı, laf olsun diye yahut şuursuzca yahut fitnecilikle, her ne şekilde olursa olsun gitme yoluna sevk edenlere kızgınım hala. Ümidim; şer görünende büyük bir hayrın olacak olmasında. İnşaallah!

Hiç yorum yok: