15 Eylül 2011 Perşembe

Güz’e Güzelleme

1 Eylül’dü. Yani Güz’ün ilk günü. Şuurunda değildim henüz geldiğinin Eylül’ün. Lakin Cismime inat Ruhum durumu hemen kavramış ve Güz’ü karşılamak için çoktan seremoni hazırlığını tamamlamış. Bana düşense, bu seremonide küçük bir oyuncu olmakmış. Bir şekilde, beni baştan çıkaracak yolu ve yordamı, mekanı ve imkanı sağlayarak dışarıya adım atmamı sağlamış. Belki de sürpriz peşindeydi Ruhum, bilmiyorum. Ama kulağıma fısıldadığı -gitmeli- sözcüğü ile daha, ben kapıda ayakkabılarımlaydım. Ruhum, gidelim der de Cismim hiç geri kalır mıydı, derhal takıldı peşine ve dedi -Hadi kalk gidelim Ruhum, gidelim gezmelere!-
Çıktık Ruhumla Cismim elele. Ve kulağımda devamlı dinlemek istediğim müziklerle. Sabahtı. Sabahın ferahlık kokan havası vardı. Biraz serin bir rüzgar yüzüme vurdu. Bildim; nefesi taze İstanbul kokuyordu. Bu kokuyu seviyordum zira İstanbul’a ilk ayak bastığımda da bu şehir tam da böyle kokuyordu. Anımsadım; o zaman Sonbahardı ve ayırdına vardım bugün Sonbahar’ın ilk günü olmalıydı. Rüzgarı başka, kokusu başka, dokusu başka Sonbahar! Hem de İstanbul’da Sonbahar’dı. Ruhum, bildi diyordu ve diğer ruhların arasından bana gururla bakıyordu. -Bildi, bilmemesi büyük hayal kırıklığı olur, diyordu bir başkasının burkulmuş ruhu.
Yollara düştüm. Ayaklarımın peşisıra yürüdüm. Rüzgar getirdiği ödülün verdiği serbestiyle bana daha samimi davranıyordu. Kah pervasızca yüzümü okşuyor, kah arsızca topladığım saçlarımı dağıtmaya çabalıyordu. Kah da bilmediğim şarkılar, duymadığım tınılarla kulağımı dolduruyordu. Sanırım benimla şakalaşmak istiyordu. Aldırmadım, yürüdüm. Yürüdükçe hislerim karışıyor, zihnim karışıyordu. Düşüncelerim sözcük sözcük değil öbek öbek zihnimde birdirbir oynuyordu. Kulağımdaki müzikler devasa filmlere dönüşüyor ve bu filmlerin her karesine Ruhum dansederek eşlik ediyordu. Zira her karede arka fonda müzik çalıyordu.
Gittim, gittim… Ortalık süt liman olmaya yaklaşıyor, zihnim de sadeleşiyordu. Ve birden farkettim; büyük bir hafifleme hissediyordum. Bu noktadan sonra yürümüyordum, sanki kanat takmış da Hezarfen misali uçuyordum. Sanırım Ruhum beni uçuruyordu. Yüzüme değen her serin rüzgarda ise biraz daha  yükseğe çekiyordu. Peki ya Cismim? O niye artık bizimle gelmiyordu?
Yürüdüm, lakin ne geçtiğim yolları bildim, ne yoldaki insanlara göz gezdirdim. Sanki dünya üzerinde bir tek ben vardım. Ve sanki dünya üzerinde ben dahi yoktum. Yoğum diyordu bir ses, ben yoğum ve dahi sen de yoğsun!
Bir de baktım Galata’dayım. Hezarfen misali beni uçuran Ruhum, Hezarfen gibi olmaya mı davet ediyordu? Bilmiyordum.
Bu halvetten bir telefon sesiyle sıyrıldım. İlter çocuklarla buradaydı. Yanlarına vardım. Cismim derhal yerine oturdu. Az önceki çekingenliğinden eser kalmamıştı. Gene büyükleniyordu. Ruhum derhal kabuğuna sığışmaya koyuldu. Az önceki rahatlığından eser kalmamıştı. Gene sıkılıyordu. Ama doğrusu çok iyi bir iş çıkarmıştı.











Bunlar da ilginizi çekebilir:

Hiç yorum yok: