1
Eylül’dü. Yani Güz’ün ilk günü. Şuurunda değildim henüz geldiğinin
Eylül’ün. Lakin Cismime inat Ruhum durumu hemen kavramış ve Güz’ü
karşılamak için çoktan seremoni hazırlığını tamamlamış. Bana düşense, bu
seremonide küçük bir oyuncu olmakmış. Bir şekilde, beni baştan
çıkaracak yolu ve yordamı, mekanı ve imkanı sağlayarak dışarıya adım
atmamı sağlamış. Belki de sürpriz peşindeydi Ruhum, bilmiyorum. Ama
kulağıma fısıldadığı -gitmeli- sözcüğü ile daha, ben kapıda
ayakkabılarımlaydım. Ruhum, gidelim der de Cismim hiç geri kalır mıydı,
derhal takıldı peşine ve dedi -Hadi kalk gidelim Ruhum, gidelim gezmelere!-
Çıktık Ruhumla Cismim elele.
Ve kulağımda devamlı dinlemek istediğim müziklerle. Sabahtı. Sabahın
ferahlık kokan havası vardı. Biraz serin bir rüzgar yüzüme vurdu.
Bildim; nefesi taze İstanbul kokuyordu. Bu kokuyu seviyordum zira
İstanbul’a ilk ayak bastığımda da bu şehir tam da böyle kokuyordu.
Anımsadım; o zaman Sonbahardı ve ayırdına vardım bugün Sonbahar’ın ilk
günü olmalıydı. Rüzgarı başka, kokusu başka, dokusu başka Sonbahar! Hem
de İstanbul’da Sonbahar’dı. Ruhum, bildi diyordu ve diğer ruhların
arasından bana gururla bakıyordu. -Bildi, bilmemesi büyük hayal
kırıklığı olur, diyordu bir başkasının burkulmuş ruhu.
Yollara
düştüm. Ayaklarımın peşisıra yürüdüm. Rüzgar getirdiği ödülün verdiği
serbestiyle bana daha samimi davranıyordu. Kah pervasızca yüzümü
okşuyor, kah arsızca topladığım saçlarımı dağıtmaya çabalıyordu. Kah da
bilmediğim şarkılar, duymadığım tınılarla kulağımı dolduruyordu. Sanırım
benimla şakalaşmak istiyordu. Aldırmadım, yürüdüm. Yürüdükçe hislerim
karışıyor, zihnim karışıyordu. Düşüncelerim sözcük sözcük değil öbek
öbek zihnimde birdirbir oynuyordu. Kulağımdaki müzikler devasa filmlere
dönüşüyor ve bu filmlerin her karesine Ruhum dansederek eşlik ediyordu.
Zira her karede arka fonda müzik çalıyordu.
Gittim,
gittim… Ortalık süt liman olmaya yaklaşıyor, zihnim de sadeleşiyordu. Ve
birden farkettim; büyük bir hafifleme hissediyordum. Bu noktadan sonra
yürümüyordum, sanki kanat takmış da Hezarfen misali uçuyordum. Sanırım
Ruhum beni uçuruyordu. Yüzüme değen her serin rüzgarda ise biraz daha
yükseğe çekiyordu. Peki ya Cismim? O niye artık bizimle gelmiyordu?
Yürüdüm,
lakin ne geçtiğim yolları bildim, ne yoldaki insanlara göz gezdirdim.
Sanki dünya üzerinde bir tek ben vardım. Ve sanki dünya üzerinde ben
dahi yoktum. Yoğum diyordu bir ses, ben yoğum ve dahi sen de yoğsun!
Bir de baktım Galata’dayım. Hezarfen misali beni uçuran Ruhum, Hezarfen gibi olmaya mı davet ediyordu? Bilmiyordum.
Bu
halvetten bir telefon sesiyle sıyrıldım. İlter çocuklarla buradaydı.
Yanlarına vardım. Cismim derhal yerine oturdu. Az önceki
çekingenliğinden eser kalmamıştı. Gene büyükleniyordu. Ruhum derhal
kabuğuna sığışmaya koyuldu. Az önceki rahatlığından eser kalmamıştı.
Gene sıkılıyordu. Ama doğrusu çok iyi bir iş çıkarmıştı.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder