9 Ağustos 2011 Salı

Mutluluk Dersleri 5


Mutluluk Dersleri 5

by Deli Anne on 08/08/2011
Önce kibarca kapıyı çalıp, buyur etmekle içeri koyulan, sonra arsızlaşıp yatıya kalan, ardından zorbalaşıp yerleşmeye uğraşan hasılı içimin en dokunaklı yerlerine -küt!- diye oturan ve onunla ne yapacağımı, nasıl baş edeceğimi bilmediğim bir garip bunaltı kütlesi hakim şu sıra bünyeme. Yazmayı iki türlü istemediğim bir haleti ruhiye bu. Dillendirip isim koymak ve dolayısıyla ciddiye almak istemiyorum.  En çok da, yazıp da başkasını da bu halin içine çekmek istemiyorum.  Zira olumsuzluk pis bir büyü gibi içine alır yanındakini bilirim. Kendim zaten debeleniyorken bir de başkasını bu pis yığının içine çekip de vebale girmek istemiyorum. Haliyle susmayı yeğledim, yeğliyorum. Gidebildiğim yere kadar!
Rehabilitesi, tedavisi ve terapisi nedir bilemedim ancak Mutluluk Dersleri’ne bir başvurayım dedim. Gözümü de, gönlümü de olumluya çevirmeyi denedim. İyi geldi!  Belki tam bir sağaltım değildi bu gayretim ancak anlık da olsa iyi geldi! Yetmez miydi? Hem zaten başlarken dememiş miydim, Mutluluk Dersleri kendime terapiydi.

Mutluluk; okuldan eve el emeği, göz nuru hediyesiyle gelen çocuğu karşılamakta. Mutluluk, hediyesini uzatan çocuğun gözlerine yerleşmiş gurur, ve diline dolaşan sözcüklerle birlikte, heyecanına tanık olmakta. Mutluluk; dünyanın en iyi hediyelerini almış saymakta. Üstelik bu hediyelerden biri, pırıl pırıl ışıldayan bir ayraçsa ve en değerli kitabın arasında yerini almışsa. Üstelik bir diğeri, annenin takıya düşkünlüğüne nazire yapan, minik parmaklarla, zarif bir kurdelaya  dizilmiş bir dolu boncuksa.


Mutluluk; çocukluğumun anılarını, gizlendiği sandukadan çıkaran bu bütünlükte. Biri Leblebi Şekeri, bir diğeri Menengiç Kahvesi. Kahvenin kendine has kokusu ve buruk tadıyla, leblebinin ağızda dağılmasıyla oluşan tanıdık hallerin verdiği buruk hazla yad etmede geçen zamanı. Duyularımın uyardığı hislerimin ve onların eteğine takılan geçmişimin, eski bir filmi izler gibi zihnime üşüşmesinde mutluluk. Annem, babam,  kalabalık ailem. Biraz hüzünde de var mıdır mutluluk?


Mutluluk; kabardıkça göğsümü kabartan muffinlerimde.  Ve diyeti delip iki adet muffini yerken dahi mutlu kalabilmekte. -Aman nasıl olsa bir sonraki öğünde az yerim- deyip o haz üzerinde sabit kalabilmekte.


Mutluluk, ‘Taking Woodstock’ filmi ile çoşmakta, hatta taşmakta. Renkli dünyalara girip renklenmekte filmle birlikte. Hatta doymayıp Sevgili ile bir kez daha izlemekte başbaşa. Ve bir kez daha, iç geçirerek, ne güzel zamanlarmış demekte.  O zamanlarının sadeliğine, bakirliğine, kirlenmemişliğine, şimdi çok önemsenenlerin o zamanlar içtenlikle önemsenmeyişine ve elbette müziğine, rengine, çok şeyine hasretlik çekmekte.*


Mutluluk; yıldız yıldız olmuş denizin seyrine doyamazken ve gözlerimi denizden alamazken; minik bir dalga yığının, bilinenin tam aksine; denizi enine keserek ilerlemesine ve orta yerde sönmesine şahit olmakta. Ve ben bakmazsam muhtemeldir ki hiç farkedilmeyecek bu dalga hareketini farketmekle, kendimi ayrıcalıklı saymakta. Ve sanki bu yolla en büyük Sanatkar’ın bana özel bir seyirlik sunduğuna inanarak coşmakta. Yanısıra bu minik dalga hareketi gibi daha nice güzelliği görmediğimizi farketmek biraz ürpertiyle.


Mutluluk, fırça darbesi almışcasına dağılan bulutları, renkli gökyüzünü, gölgelenmiş ağaçları, batmakta olan güneşin alevlenmiş halini ve bunun gökyüzüne vurduğunda oluşturduğu renk cümbüşünü ve tümünün içiçe geçtiğindeki harikulade uyumu temaşa etmekte. Doğanın kusursuz yaradılışınınve ne denli ilham verici olduğunun farkına varmakta.


Mutluluk; adında -Berry- olan her tür meyveye bakmaya doyamamakta. Her birindeki renk, koku, tat, şekil farklılığına hayran kalmakta. Sanatın çeşitliliğinden Sanatçı’ya giden yola uzanmakta ve şükür kapısına varmakta mutluluk.


Mutluluk; Bu harikulade manzara karşısında sonsuzluk, enginlik, dinginlik hisleri içinde boğulmakta ve dahi kaybolmakta. Beri yandan, gönülde aşkınlık ve taşkınlık hissetmede.


Mutluluk detaylarda olduğu kadar, bütünde de. Yıldız yağmuruna tutulmuş denizin doyumsuz seyrinde mutluluk. Denizle ilk tanıştığı andan itibaren denize koşmaktan kendini alamayan minik çocukta mutluluk. Denize karşı önce ürkek sonra pehlivan kesilen ve denizden çıkarılmayan büyük çocukta mutluluk.  Sıcaklığı ve keşmekeşliği bertaraf edip, çocukları da babaya teslim edip, gölgeye çekilip de yukardan güzellikleri temaşa etmede mutlluk.


Mutluluk; denizden dönerken yakaladığımız manzaranın kusursuzluğunda. Altta yemyeşil uzanan, sürülmüş tarlalar, aralara serpilmiş tek tük ağaçlar ve uzakta silüet halini almış dağlar arasına gizlenmekte olan güneşin gökyüzünde oluşturduğu muazzam şölen. Doğaya karışmalı dedirten anlar, yollar, zamanlarda mutluluk.


Mutluluk; ağaçlar arasından göz kırpan güneşte. Ve yazın en sıcak günlerinde, aşağıda, denizde, babayla oynayan şen çocukların sesleri eşliğinde, yüzüme vuran ılık meltemle serinleyerek etrafı seyreklemekte mutluluk.
Ve elbette, gene, şükürler olsun mutluluğu verene, verip de gösterene, gösterip de hissettirene, hissettirip de devamını getirene.
————————————————————————————————————————————————————————————–
*Fotoğrafa tıklayıp büyütmenizi ve afişlerdeki yazıları okumanızı salık veririm.

Hiç yorum yok: