Mutluluk Dersleri 5
Önce kibarca kapıyı
çalıp, buyur etmekle içeri koyulan, sonra arsızlaşıp yatıya kalan,
ardından zorbalaşıp yerleşmeye uğraşan hasılı içimin en dokunaklı
yerlerine -küt!- diye oturan ve onunla ne yapacağımı, nasıl baş
edeceğimi bilmediğim bir garip bunaltı kütlesi hakim şu sıra bünyeme.
Yazmayı iki türlü istemediğim bir haleti ruhiye bu. Dillendirip isim
koymak ve dolayısıyla ciddiye almak istemiyorum. En çok da, yazıp da
başkasını da bu halin içine çekmek istemiyorum. Zira olumsuzluk pis bir
büyü gibi içine alır yanındakini bilirim. Kendim zaten debeleniyorken
bir de başkasını bu pis yığının içine çekip de vebale girmek
istemiyorum. Haliyle susmayı yeğledim, yeğliyorum. Gidebildiğim yere
kadar!
Rehabilitesi, tedavisi ve terapisi nedir bilemedim ancak Mutluluk Dersleri’ne
bir başvurayım dedim. Gözümü de, gönlümü de olumluya çevirmeyi denedim.
İyi geldi! Belki tam bir sağaltım değildi bu gayretim ancak anlık da
olsa iyi geldi! Yetmez miydi? Hem zaten başlarken dememiş miydim,
Mutluluk Dersleri kendime terapiydi.
Mutluluk; okuldan eve el emeği, göz nuru
hediyesiyle gelen çocuğu karşılamakta. Mutluluk, hediyesini uzatan
çocuğun gözlerine yerleşmiş gurur, ve diline dolaşan sözcüklerle
birlikte, heyecanına tanık olmakta. Mutluluk; dünyanın en iyi
hediyelerini almış saymakta. Üstelik bu hediyelerden biri, pırıl pırıl
ışıldayan bir ayraçsa ve en değerli kitabın arasında yerini almışsa.
Üstelik bir diğeri, annenin takıya düşkünlüğüne nazire yapan, minik
parmaklarla, zarif bir kurdelaya dizilmiş bir dolu boncuksa.
Mutluluk; çocukluğumun anılarını,
gizlendiği sandukadan çıkaran bu bütünlükte. Biri Leblebi Şekeri, bir
diğeri Menengiç Kahvesi. Kahvenin kendine has kokusu ve buruk tadıyla,
leblebinin ağızda dağılmasıyla oluşan tanıdık hallerin verdiği buruk
hazla yad etmede geçen zamanı. Duyularımın uyardığı hislerimin ve
onların eteğine takılan geçmişimin, eski bir filmi izler gibi zihnime
üşüşmesinde mutluluk. Annem, babam, kalabalık ailem. Biraz hüzünde de
var mıdır mutluluk?
Mutluluk; kabardıkça göğsümü kabartan
muffinlerimde. Ve diyeti delip iki adet muffini yerken dahi mutlu
kalabilmekte. -Aman nasıl olsa bir sonraki öğünde az yerim- deyip o haz
üzerinde sabit kalabilmekte.
Mutluluk, ‘Taking Woodstock’
filmi ile çoşmakta, hatta taşmakta. Renkli dünyalara girip renklenmekte
filmle birlikte. Hatta doymayıp Sevgili ile bir kez daha izlemekte
başbaşa. Ve bir kez daha, iç geçirerek, ne güzel zamanlarmış demekte. O
zamanlarının sadeliğine, bakirliğine, kirlenmemişliğine, şimdi çok
önemsenenlerin o zamanlar içtenlikle önemsenmeyişine ve elbette
müziğine, rengine, çok şeyine hasretlik çekmekte.*
Mutluluk; yıldız yıldız olmuş denizin
seyrine doyamazken ve gözlerimi denizden alamazken; minik bir dalga
yığının, bilinenin tam aksine; denizi enine keserek ilerlemesine ve orta
yerde sönmesine şahit olmakta. Ve ben bakmazsam muhtemeldir ki hiç
farkedilmeyecek bu dalga hareketini farketmekle, kendimi ayrıcalıklı
saymakta. Ve sanki bu yolla en büyük Sanatkar’ın bana özel bir seyirlik
sunduğuna inanarak coşmakta. Yanısıra bu minik dalga hareketi gibi daha
nice güzelliği görmediğimizi farketmek biraz ürpertiyle.
Mutluluk, fırça darbesi almışcasına
dağılan bulutları, renkli gökyüzünü, gölgelenmiş ağaçları, batmakta olan
güneşin alevlenmiş halini ve bunun gökyüzüne vurduğunda oluşturduğu
renk cümbüşünü ve tümünün içiçe geçtiğindeki harikulade uyumu temaşa
etmekte. Doğanın kusursuz yaradılışınınve ne denli ilham verici
olduğunun farkına varmakta.
Mutluluk; adında -Berry- olan her tür meyveye bakmaya doyamamakta. Her birindeki renk, koku, tat, şekil farklılığına hayran kalmakta. Sanatın çeşitliliğinden Sanatçı’ya giden yola uzanmakta ve şükür kapısına varmakta mutluluk.
Mutluluk; Bu harikulade manzara karşısında sonsuzluk, enginlik, dinginlik hisleri içinde boğulmakta ve dahi kaybolmakta. Beri yandan, gönülde aşkınlık ve taşkınlık hissetmede.
Mutluluk detaylarda olduğu kadar,
bütünde de. Yıldız yağmuruna tutulmuş denizin doyumsuz seyrinde
mutluluk. Denizle ilk tanıştığı andan itibaren denize koşmaktan kendini
alamayan minik çocukta mutluluk. Denize karşı önce ürkek sonra pehlivan
kesilen ve denizden çıkarılmayan büyük çocukta mutluluk. Sıcaklığı ve
keşmekeşliği bertaraf edip, çocukları da babaya teslim edip, gölgeye
çekilip de yukardan güzellikleri temaşa etmede mutlluk.
Mutluluk; denizden dönerken yakaladığımız manzaranın kusursuzluğunda. Altta yemyeşil uzanan, sürülmüş tarlalar, aralara serpilmiş tek tük ağaçlar ve uzakta silüet halini almış dağlar arasına gizlenmekte olan güneşin gökyüzünde oluşturduğu muazzam şölen. Doğaya karışmalı dedirten anlar, yollar, zamanlarda mutluluk.
Mutluluk; ağaçlar arasından göz kırpan
güneşte. Ve yazın en sıcak günlerinde, aşağıda, denizde, babayla oynayan
şen çocukların sesleri eşliğinde, yüzüme vuran ılık meltemle
serinleyerek etrafı seyreklemekte mutluluk.
Ve elbette, gene, şükürler olsun
mutluluğu verene, verip de gösterene, gösterip de hissettirene,
hissettirip de devamını getirene.
————————————————————————————————————————————————————————————–
*Fotoğrafa tıklayıp büyütmenizi ve afişlerdeki yazıları okumanızı salık veririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder