Milletin derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer!
Zaten benim kafam bir dünya gibi, her an içimde bir adam, bir başka adam doğuyor, yaşıyor, ölüyor ve bir başkası doğuyor.
Kendime en yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok kaçıyordum. “O bile böyle yaptıktan sonra!..” diyordum.
Hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum.
Hiçbiri, insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır.
Bana, “Doğru düşünüyorsun ama bunları söyleme!” diyen adam, adeta namussuzluk tavsiye ediyor demektir ve bu sersemler bunun farkında değil.
Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.
Sen dünyada ne kadar antikalık yapmak istersen hayat da önüne o kadar gündelik hadiseler çıkarıyor.
Dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.
Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor.
Etrafları tarafından anlaşılmayan insanların zamanla bu yalnızlıklarından bir gurur ve acı bir zevk duymaya başladıklarını biliyordum.
Acaba kafamı bir çalı süpürgesiyle temizlemek mümkün müdür?
Karşısındakinin her kanaatini doğru bulup benimsemek için vesile aramak da bir nevi ruh yakınlığını alameti değil miydi?
Zannetme sana dargınım, ben gene sana vurgunum.
Zaten yalnızlığımın sebebi kitaplardaki kahramanları semtimde bulamayışım değil miydi?
-Sabahattin Ali-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder