Üstelik bu evden önce Petersburg’da önü
apaçık, yüksekçe ve çok ferah bir dairede, ondan önce Moskova’da nehire
karşı açık bir yerde, onlardan önce de İstanbul’da aynı evin üst
katında; denize nazır, kocaman teraslı bir evde yaşamıştım.
Evde uzun süre kapalı kaldığım günlerden birinde AnneCafe; Hilal’im
bana Evgeny Grinko’yu haber verdi. Blogun en altında, tüm zamanların
şarkısı olarak da eklediğim Vals’i dinledim, izledim. O klibi izlerken; o
eşsiz müzik, yalın görüntü ve gündoğumu vesaire ile kanatlandım adeta.
Fiilen değil ama kalben o kadar çok, o kadar çok istedim ki öyle bir
anın içinde olmayı ve oradaki gibi bir zamanı yaşamayı. Kalbim yerinden
çıkacakmış gibi oluyordu her defasında izlerken o klibi. Tek bildiğim;
istemeden çok istediğim birşeydi o klibinki gibi bir anın içinde olmak.
Çünkü iliklerime dek hissediyordum o anın içindeki birşeyleri,
eşsizliği, sihri…
İşte Mucize vardır diyorum, çünkü; dört
duvar arasında o sıkıntı içinde debelenirken, değil ki o kliptekilerin
başıma gelmesini akledip de düşüneyim, kendi halimin iyileşmesini
istemeyi bile düşünememişken benim için birşeyler hazırlamış meğerse
güzel Rabbim. O şarkıyı her dinlediğimde içimden sarsıla sarsıla iç
geçirdiğim o klibin içine düşürülecekmişim demek ki. Geçen sene
benzerini yaşattı bana mucizelerin Güzeller Güzeli Sahibi, şimdi de
neredeyse aynısını. Üstelik evden rahatça çıkıp gidemeyen benim için
olabilecek en uygun, en güzel şekilde. Evimin içine koydu o manzarayı ve
anı. Tam bir mucize işte bu!
Bu mucizenin ve daha pek çoklarının
sırrı ise elbette bende değil, hele ki maharet asla benim değil! Sır
şükürde. Bire bin veren şükürde. Yoksa düşe kalka, sapa yalpalaya
ettiğim şükürler öyle cılız, öyle yetersiz ki bu hediye ve bu leziz
ikram için. -Aman şikayetlenme, sen gene şükre odaklan- deyip de sık sık
saptığım halde belki minik bir gayrete verilen ikram. Belki de sadece
halis niyet için sunulan. Ne diyeyim illa şükür, gene şükür, hep şükür,
çok şükür!
Şükür öyle birşey ki; hem size verilen nimetin niteliğini ve niceliğini misliyle arttırıyor, hem de bir yandan iç gelişimi ve yaşam olgunluğu kazanmanızı sağlıyor.
Ne yazık ki şikayet de tam tersi şeylere sebep oluyor.
Siz şükre salt niyetlenseniz bile, o
andan itibaren hem nimeti arttırıyor Şükrün Sahibi, hem de şükrünüzü
arttırıyor. Şükrünüz arttıkça ve devam ettikçe de çiğliğiniz an be an
azalıyor. Bire bin verme mi demeli buna, bir taşla bin kuş vurma mı
bilmem!
Şükür mucizelerin sırrı, şükür mucizelerin kilit noktası, anahtarı!
Sevdiğim kelimeler var; çayır, yeşil
tepeler, gündoğumu, günışığı, günbatımı vesaire.. işte hepsi birleşti ve
karşıma getirildi. Ben nasıl şükretmeyeyim şimdi? Ne diyeyim illa
şükür, gene şükür, hep şükür, çok şükür!
Güneş
henüz yeşil tepelerin ardında, ortalıkta ne varsa silüet halinde
görülebiliyor ancak. Misalen, tepenin eteklerindeki çiftlik zar zor
seçiliyor.
Güneş
yükseliyor ve o yükseldikçe gökyüzü de, yeryüzü de değişiyor. Az önce
seçilemeyen ne varsa üzerine düşen bu taze ve tatlı ışıkla efsunlu bir
hal alıyor, parıldıyor.
Tepenin
önünde kalan yerler hala karanlık, ama ağaçların tepesi aldıkları
ışıkla renk cümbüşü halinde ortaya çıkıyor ve parıldıyorlar.
Güneşli tepenin hemen karşısında evler var, ilk onlar bu taze ve tatlı ışıktan nasiplerini alıyorlar…
Penceremin
önü ufka dek çayır. Sağ tarafta ise bu ağaç var, koca çayırda bir o,
bir de az ötesinde daha küçük ve onlardan da biraz ötede çalılık
seviyesinde bir başka minik ağaç… Mutlular üzerlerine düşen ilk altın
ışıklarla..
Bir
de yeni Altın Pencereli Ev’im var, parıldıyor gene pencereleri ilk
güneş ışığıyla… İçimde Altın Pencereli Eve dair türlü hikayeler var…
(Koca çayırlıkta, tam da benim karşıma bu evin kondurulması da bir başka mucize)
Altın Pencereli Ev’e göre bir diğer Altın Pencereli Ev olan benim evimde ise günün ilk taze ışıkları var.
Bu
evde ışıklı güne ilk kahveyle başlayan bir anne var. Evin içindeyse
hareketli sabahlar var, bazen sakince oyun oynayan, bazen kalkar kalkmaz
didişen çocuklar var. İşte böylesi günlerde ne yaptığını bilmez halde
bir eve, bir güne koşturan bir anne var. Bu annenin kendine ayırdığı bir de şükür köşesi var. Gündoğumları ve günbatımları yakaladığı.
Güneş daha da yükseliyor ve o yükseldike ışık alan, aldıkları ışıkla berrakça ortaya çıkan yerler artıyor.
Giderek dağın eteklerine de sokuluyor güneş ışıkları… Gölgede kalan çiftlik görünüyor ve önünde altın çayırlıkları…
Tepeler
aydınlanıp yeryüzü ortaya çıkınca, az önceki çiftliğin otlanmaya çıkan
koyunları da çıkıyor ortaya. Yeşil tepelerin üstü koyun benekli oluyor
gene. İşte klasik İskoçya!
Bazense
aynı çitlerin üzerine kurulan ve günün ilk ışıklarıyla keyfince ısınan
bir kedi var; Sınırları altın ışıkla çizilmiş gibi parıldayan…
Ve tüm bunların devamı var. Bir de ön
manzaram var… ve bu aydınlık günlerin günbatımları var ancak o mucizeler
de bir sonraki yazıya kalacaklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder