Nisan
ayındaki Türkiye ziyaretini uzun uzun yazacaktım ki araya türlü
meseleler girdi. Bir türlü dertop edemedim Güneydoğu’nun fotoğraflarını
ve yazamadım eşsiz güzelliklerini. Üstelik fotoğraflarım da bölük
pörçük, kimi başka bilgisayarda kaldı, kimi yedek kartlarda, kimi
fotoğraf diskimde vesaire. O kadar çok yazmak istediğim şehir var ki
zaten; ta geçen seneden kalan Boston, New York, Diyarbakır, İngiltere
tarafının güzel ve tarihi şehri Chester, asil Windsor, Peygamberler
şehri Urfa, efsane Mardin ve yine yeniden Edinburgh. Ama en önemlisi
Diyarbakır hakkında uzun uzun yazacaktım, olmadı. Dilerim yazabilirim.
Çok istiyorum canım memleketimi hakkıyla yazmayı.
Güneydoğu gezisinde Diyarbakır, Mardin, Batman, Hasankeyf ve Urfa vardı. Daha önce Güneydoğu yolları (Bir Başkadır Benim Memleketim) ve canım Hasankeyf (Kalbim Hasankeyf’te Kaldı) hakkında yazmıştım. Şimdi Mardin’in bekleyen fotoğraflarını ekliyorum.
.
İlkokulda
en yakın arkadaşım Mardin’liydi. Derken komşumuz oldu. Yıllarca birarada
yaşadık, ailecek kaynaştık. Ancak daha sonra başka şehre taşındılar ve
ayrıldık. Ne ben, ne ailem unutmadık o aileyi. Hatta yıllar sonra
arkadaşım buldu beni, ancak Moskova’ya taşınırken kaybettim telefonunu
ve bir daha haber alamadım. Sanırım aramak istemediğimi düşündü ve bir
daha da aramadı. Keşke okuma imkanı olsaydı burayı da yeniden
birbirimizi bulsaydık.
Oysa en
çok arkadaşım ve ailesinden sebep severim Mardin’i ve Mardinlileri. Ve
bu gezide nihayet görme imkanı buldum bu güzel ve eşsiz şehri.
.
.Mardin için; ‘gündüz mezarlık, gece gerdanlık’ tanımı yapılır, ama bence bu çok haksız bir tanım. Gecesini görmedim, tahminimce harikadır ama gördüğüm; gündüzü de muazzamdı. Bir dağın tepesine kurulmuş bir şehir düşünün ve şehrin merkezinden kafanızı uzattığınızda Muhteşem Mezopotamya Ovası’nın sereserpe önünüze uzandığını. Nefes kesici! Yeşilin türlü tatlı tonları çizgi çizgi olmuş yatıyor, ufuk çizgisi göz hizamızdan aşağıda duruyor ve harika gökyüzü ile göz göze duruyoruz. Görmek lazım!
.Mardin’in merkez caddesi arada görünen yol. Burada Mardin Çarşısı var. Harika gümüşçülerin olduğu dükkanlar dikkatimi çekiyor benim hemen. Çarşının içinden birkaç merdivenlik bir cafeye çıkınca hem üstünüzde kalan şehri, hem altınızda kalan şehri görebiliyorsunuz. Bir dağın orta yerinde durmak gibi. Altta ova, yeşillik, üstte gökyüzü ve mavilik. Dağdan tek fark; iki kısmın da şehirden ibaret olması. Taş evler sıralanmış ardı sıra.
.Bahsini ettiğim cafenin devasa bir terası var. Hatta kat be kat bu teras da. Sanırım adı; Mardin’in gözü’ydü (Mardin Eye; London Eye gibi). Bu terasa çıkıldığında eşsiz Mezopotamya manzarası ayaklar altında iken yanıbaşımızda devasa bir yapı beliriyor. Tarihi Ulu Camii Minaresi. Ve bu cami gene şehrin orta katında, çarşı yolunda duruyor. Baktıkça heybeti göze çarpıyor.
.Mardin’in bilinen en iyi özelliği, her kesimden, mezhepten, ırktan insanın yüzyıllardır hoşgörüyle birarada yaşamış olma meziyeti. Şehirde kilise de, camii de, sinagog da var ve bir aradalar. İnsanlar da bu dini yapılar gibi birarada ve yanyana.
.Mezopotamya Ovası’nı muhteşem yapan sadece görünür güzelliği değil, Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında kalan bu eşsiz ova öyle bereketliymiş ki senede dört kez ürün verebiliyormuş. Bir de şu bilgiyi ekleyeyim; İskoçya gepgeniş yeşilliklerle dolu, bol yağmur alan tarlalar var ama yılda bir kez ürün almak bile öyle zormuş ki. Varın siz düşünün güzel ve nadide topraklarımızın kıymetini. Ah canım Anadolu!Buraların neredeyse ilk insanların yaşadığı yerlerden biri olması ve ne yazık ki neden buralarda bunca savaş ve karmaşanın olduğu da anlamak istemesem de anlaşılabilir birşey şimdi benim için. Tarih boyu istila bölgesi olmadı mı zaten bu kıymetli topraklar?
.Muhteşem Mezopotamya Ovası’na ne bakmaya ne de fotoğraflamaya doyamıyorum. Bir Nikon’la, bir Iphone’la çekiyorum. Bu yüzden hepsi kaliteli değil maalesef fotoğrafların.
.Mardin’in Güneydoğu’daki pek çok il gibi geniş bir mutfağı ve çok lezzetli yemekleri var. Düşünüyorum, sadece Güneydoğu mutfağı bile birçok ülkenin mutfağından çok daha büyük ve çok daha harika. Zaten gezip gördükçe anladım ki Türk Mutfağı’nın eşi yok dünyada. İngiliz Mutfağı diye birşey yok zaten, ama çok bahsi edilen Fransız ve İtalyan mutfağı da çok cılız ve lezzetsiz bizim eşsiz mutfağımızın yanında.Bu fotoğrafta Mardin Tabağı var. Ve benim dünya üzerindeki en sevdiğim yemek içli köfte var. Hele anneminki harikadır, harika!
Mardin için yabancı kaynaklar açık hava müzesi diyor. Kesinlikle haklılar. Gidip görülmeli Güneydoğu. Hem o katı önyargıları kırmak için, hem ülkemizin her kıyısının ne denli güzel olduğunu farketmek için, hem insanımızın sıcaklığına bir kez daha şahit olabilmek için.. Ben çok uzun gezemedim. Taş evlere, tarihi yapılara giremedim, gecesini göremedim. İnşaallah birgün yeniden giderim.Gezelim, görelim, iyileşelim… Şahidiyim ki; seyahat edin, sıhhat bulun kesinlikle çok isabetli bir hadis diğer tüm hadisler gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder