Buraya
gelirken hiç temelli kalmak üzere düşünmedim kendimi, bizi. Zaten
kalıcı yerleşme fikri, nerede olursa olsun diken diken ediyor tüylerimi.
Bu yüzden ev satın almak kelimesinden bile ürperirim. Oraya sabitlenme
korkusu sarıyor bu düşünceyle içimi çünkü. Hep; bir yerde biraz yaşamak
üzerenedir niyetim. Ancak bu biçim yaşam çocuklarla pek de kolay değil,
hele ki başka türden kuvvetli faktörler de devreye girince çok zor ve
çok yorucu olabiliyor böylesi bir yaşam. Her ne kadar çocuklarım da
benim gibi seyyahlığa tutkun göçebe ruhlu da olsa neticede çocuklar,
özen, düzen, sakinlik ve bir nebze alışageldilik içinde daha az sorun
yaşıyorlar/yaşıyoruz. O yüzden şimdilik (hala şimdilik diyorum, tamamen
demeye dilim varmıyor, içim elvermiyor) bildiğimiz bir yerde birazcık sabitlenme niyetimiz var. (Hoş, benim kendi adıma başka planlarım da var, gene durmak yok yola devam, modundayım ya:))
Şimdi
belirlediğimiz ilk vakitten de önce dönme planları yapıyoruz. Ve bu
esnada özleyeceklerimiz fazlasıyla gözüme/gözümüze çarpıyor. Garip
birşey bir başka yerde yaşamak… Selim’e soruyorum; dönelim mi, sen ne
dersin, diyorum; hem evet, hem hayır, diyor. Böyle birşey işte! Haliyle
özleyeceklerimizi düşündüklerimiz ama bir de hiç özlemeyeceklerimizi
düşündüklerimiz var. Ben unutmak istemedim, yazayım istedim aklıma
gelenleri. Hem belki gitmek isteyenlere, ya da gelenlere de az da olsa
bir fikir verir özleyeceklerim ve özlemeyeceklerim. Zira bazı şeyler var
ki yaşanmadan bilinmiyor ve yaşananların dile getirilmesi (evet
herkesin koşulu, konumu, hali ve durumu farklı olsa da) faydalı
olabiliyor.
.
.
Özleyeceklerim;
-İskoçya’nın
enfes doğasını. Şeksiz şüphesiz çok özleyeceğim. Nefesimi kesecek denli
karşılaştığım binlerce görüntü beni benden aldı, çok özleyeceğim
buranın doğasını.
.
.
-Doğanın
erişilebilir oluşunu: Doğaya karışmak için uzak yollar almaya gerek
kalmaması, hemen yanıbaşımızda oluşu: Markete giderken dahi harika
manzaralar yakalamak. Ve hele ki 1 saatlik bir uzaklıkta sayısız
harikulade ortama ulaşmak. Sahici ormanlara, enfes göller bölgesine,
dağlara, denize ya da dilersen okyanusa uzanma kolaylığı.
.
.
-Aynı
zamanda son derece modern ama tarihi olan, eski hem de yeni olan, seçkin
ve nezih olan, küçük ama içinde büyük bir şehirde olabilecek her türlü
güzelliği, doygun bir içeriği barındıran, adına Festivaller şehri,
kültür şehri denen, metropol olanaklarında ama küçük bir kasaba gibi
yaşamı kolay olan; her yere kolay ulaşım, trafikten yoksunluk, şehrin
içinde duran kocaman ve çıkılabilir yemyeşil dağı ve park: Holyrood ile
doğayla da karışık olan, gene kasabavari küçük dükkanları bulunan;
vintage-retro türlü dükkanlar, örgü dükkanları gibi ve çok yer görmedim
ama gördüklerimi sıralarsam; içinde en az bir ay yaşadığım İstanbul,
Ankara, İzmir, Diyarbakır, Eskişehir ve daha birçok ilimiz, yanısıra
Moskova, Petersburgh, Boston, New York, Glasgow, Londra, Chester
arasında kesinlikle (evet kışın kasvetli havasına rağmen) en yaşanabilir
şehir dediğim ve en çok sevdiğim, kendisine bambaşka hisler beslediğim,
içinde kendimi güvende, emniyette ve neşe içinde hissettiğim
Edinburgh’u çok özleyeceğim. (Minik Edinburgh Rehberi yazısı için tık tık) (Pek güzel Edinburgh yazısı için tık tık)
.
.
Yön
yoksunu halimle içinde kaybolmadığım tek şehirdi Edinburgh. Meşhur sokak
adlarını bile ezberledim: Royal Mile, Princes Street, The Grassmarket…
Şayet
çocuksuz olsam bu şehirden vazgeçmezdim herhalde asla. Ve şayet
çocuklarım yurt dışında okumak istese ilk isteyeceğim yer olur
Edinburgh.
.
.
-Edinburgh’a
trenle gitmenin güzelliğini, yolları, açık tarlaları, yeşil dağları,
otlayan hayvanları, baharda sarı tarlaları, yazın mor çiçekli döşenmiş
her yanı, nezih trende nezihçe seyahat etmeyi özleyeceğim.
.
.
-Edinburgh’un
festivallerini, özellikle Fringe adlı sokak festivalini, Jazz ve Blues
Festivali’ni; Mardi Gras’ı, Karnavalını çok özleyeceğim. (Festivaller Şehri Edinburgh yazısı için tık tık) (Festivalde Hayatın Ritmi yazısı için tık tık)
.
.
-Loch
Lomond denen göller bölgesini, Highland denen dağlık bölgeyi, Ayr denen
sahil şehrini ve engin kumsalını, Glasgow’daki Kelvingrove denen güzelim
parkını, geniş ve gelişmiş daha nice parklarını, sereserpe oyun
alanlarını, her köşe başında yer alan kamp alanlarını,
.
-Doğayla ne yapacaklarını bilen ve her fırsatta doğaya kaçan insanlarını, her tatilde yollara düşen iç geçirdiğim karavanları,
.
.
-Semtimi özleyeceğim. Nezih, seçkin ve temiz Lenzie’yi ve Lenzie’nin temiz evlerini.
.
.
-İnce,
narin, nazenin, renkleri harika ve körpecik İngiliz Lalelerini ve
bunları bulma keyfini ve lalelerle hasbihalimi, (çok üzgünüm Lale Türk
çiçeği ama buradakiler çok daha zarif, endamlı ve renkleri inanılmaz
güzel)
.
.
-Marketlerde demet demet satılan güzelim çiçekleri ve kendime bol bol çiçek almayı,
.
.
-Bahçemi
özleyeceğim: içindeki iki elma ağacını, yabanmersini, kuş üzümü,
kızılcık ağaçlarını, komşumun yarısı bahçeme bakan Cherry Blossom (kiraz
Çiçeği) ağacını, baharda bahçeyi dolduran papatyaları, lavanta ve
kanoları, türlü türlü kuşları ve onların cıvıltılarını, sabahın yaramaz
sincaplarını, çimlerin kesilmesini ve bu esnada çıkan enfes kokuyu,
.
.
-Çocuklarımı salabildiğim çıkmazla biten ve tanımadık arabanın pek de girmediğimi sokağımı,
.
.
-Komşularımın
bazılarını: Peter ve Ann… İki çok özel insan. Zamanla daha çok anladım
özel oluşlarını. Zira tüm İskoçlar böyle değilmiş, meğer numuneymiş
onlar. İskoçlar sıcak, samimi genel olarak, hele ki yaşlıları. Yolda
gördüklerinde selam vermekten başka havdan sudan hemen konuşmaya
başlıyorlar mesela. Hava zaten iyi bir konu burada:) Ama orta yaşlıları,
özellikle bizim mahalledekilerin pek de sıcak olmadıklarına hatta buz
gibi ve arıza olduklarına şahit oldum çokça.
.
-Evimi
özleyeceğim. Büyük, kocaman pencereli evimi. Her yeri ışık alan karanlık
tek yeri bulunmayan evimi. Banyosunda bile sokağa açılan devasa bir
penceresi olan evimi. Ön cephesi sokağımıza, arka cehpesi tüm Lenzie’ye
bakan ve tepede olması sebebiyle eşsiz bir manzarası olan evimi.
Yatarken gepgeniş penceremden gökyüzünü izlediğim penceremi özleyeceğim.
.
.
-Geceleri
açık havada çocukluğumdan beri görmediğim, yıldız dolu gökyüzünü, (bunu
fotoğraflayaamdım, ah keşke ustalaşsaydım fotoğrafçılıkta dediğim anlar)
-Kış
gündoğumlarını ve günbatımlarını ve bunlara penceremden şahit olmayı çok
özleyeceğim. Çok şey kattı bana o gündoğumları ve günbatımları.
.
.
-Penceremden ufuk çizgisini yakalamayı,
.
.
-Ağaçları
tek başına ve bütünüyle görme olanağını. Ötesi berisi betonarme ile
kapanmamışken ve tüm güzelliği sere serpe ortadayken,
.
.
-Bazen alelade bir yolda peri masalı kıvamında görüntüler yakalamayı,
.
.
-İskoçya’nın
kendine has yeşilini, daha doğrusu yeşilin binlerce tonunu. Özellikle
yağmurdan sonra HD yayın kalitesine geçen berrak güzelliğini, az görünen
ama çok kıymetli güneşini, güneşle herşeyin daha da güzelleşmesini…
.
.
-Alışverişe
giderken geçtiğimiz yolları, çocuklarımın eğlencesi olan; -baba hadi
heyecan yap- dedikleri sakin rampaları ve onlardan çığlık çığlığa
atlamayı,
.
.
-Yolları,
yolları, yolları… Her iki yanı ağaçlarla kaplı, her iki yanı dağlarla,
her iki yanı yemyeşil çayırlıklar ve tarlalarla kaplı açık yolları, bir
yanında aniden beliriveren göllerin tuttuğu yolları, tek ağaçları tek
başına görebildiğim ferah yolları, enfes bir manzara karşısında cümleten
heyecanlanıp hadi inelim dediğimiz yolları,
.
.
-Kahveyle
yol yapmaları, bu esnada Evgeny Grinko’nun Vals müziğini dinlerken ta
İstanbul’da hayalimde canlanan ne varsa neredeyse aynısını yaşamayı
(sonsuzşükür) ve hala bıkmadan usanmadan Vals dinlemeyi,
.
-Yeşil tepeleri, tepelerde benekler halinde otlayan hayvanları ve bazen bir anda karşımıza çıkan enfes manzaraları,
.
.
-Gökyüzündeki
eşsiz bulutlanmayı, sanki başımın üstünde dönen pamuk tarlalarını,
mavinin değişik tonlarını ve bu tonların birbiri içinde yer almasını,
.
.
-Hafif rüzgarlı havasını, bu rüzgarla huşuyla dans eden ağaçları,
.
.
-Bazen
yaprakları huşuyla dans eden heybetli bir ağacın gölgesinde oturmayı ve
bunu yapmak için evden uzaklaşmaya ihtiyaç duymamayı, yanıbaşımda
bulmayı ağaçları,
.
.
-Penceremi açtığımda dans eden ağaçların yapraklarının kulağıma dolan enfes sesini,
.,
.
-Bazen serinliğini,
.
.
-Müzeleri,
gezilecek çeşitli türde yerleri; National Museum of Scotland,
girdiğinizde üstünüze başınıza konan gerçek tropik kelebeklerin uçuştuğu
ve Selim’in bayıldığı; The Butterfly & Insect World, Glasgow
Science Center; bilimin en güzel hali, bir çocuğa bilim ancak böyle
sevdirilir dediğim yer, Akvaryumlar, içinde şovalyelerin olduğu ve
çocukların epeyce ilgisini çeken Kelvingrove Sanat Galerisi ve müzesi,
Benim bayıldığım Riverside Museum (eski model arabalar, Vintage pek çok
şey ve en güzeli küçük bir kasaba var temsili 50′li yıllara ait), içinde
türlü bitkilerin ve çok güzel bir parkın olduğu Botanic Garden,
hayvanat bahçesine kavramına sıcak bakamasam da gördüklerim içinde en
iyisi; bir dağa kondurulmuş olan ve hayvanlara mümkün olduğunca doğal
şartlar sunulmuş olan Edinburgh Zoo; vesaire…
.
.
-Kaleler, şatolar, özellikle Edinburgh Castle, Stirling Castle ama kuzeyde ve adalarda da çok güzeller var. Göremedim henüz.
.
.
-Yazın ön tarafı, kışın arka tarafı dolduran güneşi,
.
.
-Evde ışık oyunlarını ve elde makinayla ışık kovalamayı,
.
.
..
-Her an yeni birşeyle, bilmediğim birşeyle karşılaşmayı, misalen aşağıdaki şey; Rhubarb
.
.
-Her an
çok eskiden bildiğim birşeyle karşılaşmayı ve şaşırmayı, (puantiyeli,
ekoseli, pötikareli kumaşlardan pek çok şey, pazen pijamalar, emayeler,
kaplar kacaklar, eskiye dair türlü giysiler, hep çocukluğumun
hatıraları)
.
-Hem
modern hem nostaljik olmalarını, (modern vintage diyorlar zaten bu
akıma, akımın en bilinen örneği de bir İngiliz klasiği Cath Kidston)
.
.
-Vintage tarzını herşeyde bulmayı ve herşeyle çocukluğumun en nadide anlarını hatırlamayı, bilhassa büyük ablamı,
.
.
-Evet, kahve seremonilerim; şömine başı sıcaklığı;
.
.
-Zevkime
en çok hitap eden mağaza; birgün Türkiye’ye gidersem en çok burayı
özlerim dediğim, içinde zevkin, estetiğin, modernlik ve estetiğin dolu
olduğu TK Maxx,
-Hem sempatik, hem sevimli, hem hesaplı şeylerin mağazası Home Bargains,
-24 saat açık marketler; sevdalısıyım bu olayın.
-Kuvvetli bir sanatçı kıvamında olan sokak müzisyenlerini ve süper performans sergileyen gruplarını,
.
.
-Neredeyse evde geri dönüşüm yaptıran çöp ayrıştırma sistemlerini,
-Sağlık
sistemi berbat olsa da bireysel konrollerin ciddiye alınması ve eve
mektup göndererek test vesaire zamanının geldiğinin bildirilmesini,
-Ön
bahçede duran çöp kutularına çöpü atmak için dışarı çıkmanın dahi
keyifli olmasını, taze ve temiz enfes orman havası eşliğinde, özellikle
akşamları,
-Costa Kahvesini ve her yerde bulunan kafelerini,
.
-Türlü türlü taze meyve sularını (özelllikle Marks & Spencer’ın karışımlarını) ve bunları bulmanın kolaylığını,
.
-Naan denen ve bana çocukluğumdaki Diyarbakır çöreğini anımsatan ekmeği, sarımsaklı (Garlic Bread) denen ekmeği,
-İnanması
zor ama şeffaf antibakteriyel spreylerini, mutfakta bebek malzemelerinde
dahi rahatça kullanabildiğim, herşeyim oldu benim onlar:)
-Evlerin
her yerinden çıkan dolaplar, minik odalar; misalen merdiven üstününün
dolap yapılması, merdiven altının mutfağa açılan kiler olması, girişte
minik bir kare şeklinde kapılı bir portmando olması ve bunların
getirdiği derli topluluk ve konfor,
-Şehirlerarası
yollardaki muntazam, konforlu, ferah ve keyifli durakları, misalen
aşağıdaki durak devasa birşeydi. İçinde çocuklar için sahici ve
adamakıllı bir oyun parkı, çocuklar için masalar, lavabo, bahçe olan bir
bölüm, oturulan yerin altında geçen gölet, ve alabildiğine açık ferah
çayırlık manzarası vardı.
.
.
-Kozmetik malzemelerin hesaplı ve kolay ulaşılabilir olması; parfümlerle dansım:)
-Selamlaşan
insanlar ama aynı zamanda başı eğik, edepli insanları çok özleyeceğim.
Kimse kimseye bakış atmıyor, kesmiyor, bir erkek bir kadını yolda
gözüyle asla taciz etmiyor. Beni pis bakış kadar rahatsız eden çok az
şey vardır mesela ve burada çok rahatım bu bakımdan. Bırakın hepsini bir
kadın bir kadına da bakmıyor. Ne yazık ki biz berbatız bu konuda.
Erkekler de çok tiksinç olabilir kadın da kadını fena halde taciz
edebiliyor benim canım ülkemde. Yapmayalım lütfen böyle:(
-Kuyruklarda
en az bir metre mesafe bırakan insanları. Markette, hastanede, nerede
olursak olalım en az bir metre mesafe bırakılır, kimse kimsenin dibine
girmez asla.
-Pencereleri
açık bırakabilme rahatlığı. Çünkü yoldan geçen kimse başını kaldırıp da
bakmıyor içeriye. (Bunlar hep İslam ahlakında olan şeyler, nasıl
yarmışız bu güzellikleri, içim acıyor düşündükçe)
-Keyifli kafelerini ve oradaki insan manzaralarını,
.
-Güzel ve
bakımlı evler, yollar, dış mekanların titizliği, düzeni, temizliği,
yeşilliği ve özenli hali. Hatta bence iç mekanlarından çok daha fazla
özen gösteriliyor dış mekana.
.
-Baharda çiçeklerle donatılmış evler, bahçeler, cennet gibi oluyor her yer.
.
.
Türlü türlü, çeşit çeşit, ebat ebat sayısız ağaçla tanışmayı ve onlar için yolumuzdan olmayı,
.
.
-Yardım
kuruluşlarının, sivil toplum örgütlenmelerinin neredeyse kusursuz
işleyişi, postadan atılan poşetler, ihtiyaç listesi ve belirlenen günde
sokağa bırakılan poşetin alınması harika bir sistem mesela;
.
-Her
yaştan, kilodan, tipten kadının aldırmadan fiziğine dilediğince
giyinmesi, kilonun ayıp olarak görülmemesi ve kimsenin kimseyi bakışıyla
rahatsız etmemesini, yadırgamamasını.
-Kütüphanelerini,
kitapların, filmlerin, oyun ve müzik cdlerinin çeşitliliğini,
kütüphanelerinin çocuk bölümlerinin oyun parkı kıvamında yapılması ve
çocukların doğal olarak kütüphaneye gitme merakının artırılması,
.
.
-Çocuk kitaplarını, özellikle aşağıda paylaştığım; everybody feels happy ve everybody feels sad kitapları ve daha niceleri.
.
.
-Trafikten
yoksunluk, yaya geçidinde yol veren sürücüler, yol hakkı sizdeyse
başını kessen hakkına girmeyen ve öylece sırasının gelmesini bekleyen
insanlar, siz abuk şekilde beklerken dahi sürtmeden sizi bekleyen
insanüstü insanlar,
-İnsancıl ve adamakıllı kaldırımlarını,
-Sokaktan eve girerken tek basamak çıkmadan, adım atarak eve girebilme rahatlığını,
-Rüzgarla
döne döne çamaşırlarımı kurutan, kendiyle sayısız hasbihale girdiğim
çamaşır askılığımı ve bende bir tutkuya dönüşen çamaşır asma
seremonilerimi;
.
-Arka pencereye her çıktığımda gördüğüm manzara karşısında hemen her defasında sayısız şükre boğulmayı,
.
.
-Mutfak lavabosunun önünde duran kocaman penceremi ve bu pencerenin enfes manzarasını,
.
.
-Burada
tanıştığım sayısız insanı ve onların anılarını; Blog vesilesiyle
tanıştığım canım arkadaşlarımız, bizim aksimize çok vefakar davranan ve
çocuklarımıza çocukları gibi yaklaşan, empatileri had safhada yüksek can
dostlarımız; Semra ve Fatih, Selim’in okul arkadaşı Frankie’nin
büyükannesi, büyükannesinin bizimle Türkçe konuşması (Türk çok arkadaşı
varmış ve Marmaris’te de evleri varmış) Selim’i evlerine davet etmeleri,
canım komşum Peter
ve bizim için Türkçe öğrenip selam vermesi, yetmedi kızının da buna
katılması, eve ilk taşındığımızda elinde iki torba oyuncakla çıka gelen
Ann Teyzemiz, ülkemde olaylar olduğunda bize kek yapan Ann Teyzemiz,
Londra’dan gelen bayanlar ve özellikle içlerinden biriyle kalbi
münasebetimiz, bazı Türk arkadaşlarımız (isimlerini izinsiz yazmak
istemiyorum), canım İngilizce öğretmenimiz;
-İlk
heyecanına şahit olduğumuz Türk Kültür Merkezi, bu merkezin devasa
bahçesi ve devasa ağaçları, ki biriyle bambaşka bir muhabbetim ve bağım
var,
-Birşey
sorduğunuzda ayıp mı olur, zahmet mi olur diye düşünmeden direkt evet
yahut hayır diyen ve insanı bocalamaya itmeyen insanları, (mesela
evinize geliyorlar çay alır mısınız; dediğinizde hiç çekinmeden evet ya
da hayır diyebiliyorlar, ya da çay mı kahvemi deseniz hangisi kolaysa da
demiyorlar hemen seçim yapıyorlar, ben sevdim bu kesinliği, benim gibi
detayda boğulan biri için çok iyi bu kesinlik çünkü)
-SAYISIZ ANIYI,
-Koca damlalı yağmurunu,
.
-Yazın bitmeyen gündüzünü,
-Yollarında yürümenin hazzını,
-Helal gıdalı koca marketimizi (Alfa Alea)
-İskoç yaşlılarını, Ekose etekli kadınları, ekose pantolonlu erkekleri,
-Erkeklerin nezih giyimlerini, hele bazı yaşlıları öyle güzel giyiniyor ki,
-Genç ya
da yaşlı kompleksinin olmamasını, kasıklıktan uzak olan insanları…
Mesela festivalin birinde keyifle ve çekincesizce dans eden yaşlıları,
ya da gencecik bir kız gibi çiçekli elbise giyebilen yaşlı kadınları
(özenme haliyle değil),
-Seyahate
dair pek çok şeyi bulduğum çıldırtıcı dükkanlar ve çıldırtıcı
malzemeler, eşyalar (hele bir vitrin Into The Wild repliği ile
süslenmişti ki kaybettim orada kendimi)
.
.
-Hazır
gıdanın kolay bulunurluğu ve bunların hesaplı oluşu; mesela yıkanmış ve
yenmeye hazır salata, gene yıkanmış, kesilmiş hazır meyve tabakları
gibi…
-Fish & chips adlı tek İngiliz yemeğini. (helalini bulmak kolay olmasa da)
-Çarşı-dükkan stili açık hava alışveriş merkezleri, özellikle favorim olan Glasgow Fort,
-Keyifli vitrinler;
.
-Ve bence mucizelere tanıklık etmeyi özleyeceğim.
.
Özleyeceğim
dediklerim için belki de özlemeyeceğim diyeceğim ilerde kimbilir. Belki
de Rabbim daha iyisini hazırlamıştır bundan sonrası için nerden emin
olabilirim ki. Belki sadece anılardan sebep özleyeceğim buraları
kimbilir.
.
Bir de
özlemeyeceklerim kısmı var tabii. Sanılmasın herşey harika, oh la la :)
tam aksine, hem evet, hem hayır denen şeylerin de sebebi bu aslında.
Özlemeyeceklerim ve Allah aratmasın dediklerim de sonraki postun konusu olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder