Selim
3 aydan fazladır evde. Önceleri evde birşeyler öğretiyordum, özellikle
2. sınıfa geçmesi için toplama, çıkarma bilmesi gerek dediklerinden
ittire kaktıra da olsa yaptırıyordum. Birgün zorlamanın tiksinçliğini
farkettim ve anında öğretmeyi kestim. Bu şekilde oğlumun özüne (her
çocukta olduğu gibi) yerleştirilmiş olan öğrenme güdüsünü mahvetmekten
korktum. Ve dahası matematikten de nefret edebilirdi. Bu noktadan sonra
aylarca hiçbirşeye bakmadık. Tamamen serbest bıraktım. Sadece kitap
okuyorduk. Bazen o kendi başına okuyordu, ağır aksak ama kendi istediği
için yapıyordu. Bazen yazıyordu, bazen de sadece anlatıyordu.
.
Kerim’e gece masallarını anlatırken…
.
Türkiye
tatilinden önce harika bir ritim yakalamıştık. Selim’in görebileceği
yerlere sadece malzemeleri koyuyor ve geri çekiliyordum. (Bu şekilde
Waldorf- Steiner sistemine yatkın mı onu da gözlemleme imkanı
buluyordum) Mesela yün iplerimi, mesela dikiş setimi… Birgün çadırını
kesmek istedi, kesti, ardından geri dikeyim dedi, dikti. O gün Selim’in
keyfine diyecek yoktu, o kadar çok şükredip, o kadar çok teşekkür etti
ki. Yüzüne o ışıl gülümsemesi geri gelmişti. Bu kadar basit birşeyin onu
bunca mutlu etmesi inanılır gibi değildi. Yaşadığı serbestliğin keyfi
miydi, yoksa dikebilmenin mi bilemedim ama her neyse hepimize iyi geldi.
.
Dikmeyi henüz öğrenmişken…
.
Bir başka
gün keçeleri kesti, biçti, dikti. Bazen günlerce resim yaptı, bazen
beraber kek, ekmek yaptık. Bazen ekmek hamuru yaptık, oklavayla
şekillendirdiler ve kızarttık. (Tabii bu yaptıklarımızın bana dönüşü hiç
iyi olmadı, gene 100 kiloya gidiyorum:() Bu sırada Waldorf-Steiner
yoklamalarım ve gözlemlerim devam ediyordu ve gördüğüm kadarıyla Selim
bu okullarda yapılan birçok eylemden içtenlikle keyif alıyordu. Bu
ipuçları ile birlikte Waldorf Okuluna gitmesi yönündeki fikir zihnimde
daha da berraklaşıyordu.
.
Eh, artık dikişi ilerletmişken…
.
Bu şekilde
1,5 ay kadar bir süre geçti ve kanaat getirdik ki, Selim Waldorf
Sistemi ile mutlu olur. Hatta buradaki pedagog ve psikologlar da bunu
salık verdi. Özellikle hasar görmüş özgüveninin tamiri için, o okulun
sıkıntısından sonra rahatlaması ve kendini iyi hissetmesi için, bir nevi
terapi gibi, hem de anaokulu gibi en azından bir süre oraya gitmesinin
uygun olacağını söylediler. Türkiye’deki psikolog ve kendi doktorumuz da
aynı şeyi söyledi. Özellikle Selim’in doktoru: esasında her çocuğun
böyle bir sisteme ihtiyacı olduğunu ve Selim içinse elbette bunun çok
iyi birşey olacağını, akademik açıdan da endişe duymamamızı zira bu tip
çocukların illa ki başarılı olacağını söylemişti. Hele ki rahatlamış ve
özgüvenli iseler dedi.
.
Ve bu vesileyle Kerim de dikişle tanışmışken… Bir de oyunlar elbette… 2 gün boyunca sayısız oyun kuruldu bu evde
.
Bilenler bilir tam işlem tamam, okula yazdıralım derken okulun önceki gün yanmış olduğunu öğrendik.
Bu sırada 3. sömestr tatili başladı ve Türkiye’ye gittik. Oradayken
öğrendik ki, yeni bina bulunmuş, sevindik. Döndüğümüzde okul yeni yere
taşınmıştı, Selim için öngörüşmeler yapıldı. Bir haftayı buldu bu süre,
ardından kabul edildi bilgisi geldi ve Selim okula gitti. Ancak sadece
bir hafta. Zira yeni okulun problemleri vardı en başta da yangın sistemi
kanunlara uygun değil dendi ve bina sahibiyle anlaşamadıklarından okul
yeniden mecburi tatile girdi. Yani Selim gene evde şimdi.
.
Evi temizlerken…
.
Türkiye
tatilinden sonra, okul mevzusunun yeniden sarpa sarması sanırım enerjimi
düşürdü ve evdeki önceki ritim fena halde bozuldu. Şimdi yeniden
tutturmaya çalışıyorum. Zorlanıyorum. Evet dikiş, boyama, kitap okuma,
beraber kek, ekmek yapma, hamurlar, geziler, parklar, bahçe, müzeler,
dev akvaryumlar, botanik bahçeleri, hayvanat bahçeleri, kırlar, parklar,
kütüphane, oyunlar, mahallede kavgalı da olsa arkadaşlar var lakin bir
kalemde yazılan bu şeyler sonlu şeyler ve bitimlerinde Selim’i oyalamak
kolay olmuyor. Biten herşeyin arkasından hemen sıkılan bu çocuğun
bulduğu ilk kurbana sardırması an meselesi. O kurban da tabii ki Kerim
oluyor. Dolayısıyla evde gene kaos var. Özellikle kardeş debelenmesi,
kavgalar, kavga olmasa bile boğuşmalar pek fena. Düzenli dışarı
aktivitesi gerek, haftada birgün gittiği spor dersi var ama Selim’in
ihtiyacı yanında bu devede kulak kalıyor, yüzmeye gitmesi gerek, hem çok
seviyor hem de terapi görevi görüyor, ama en fazla haftada bir kez
gidebiliyor vesaire… İşte böyle!
.
.
.
Ben bizim
halimize bir tanımlama getiremiyorum; Homeschooling de, Unschooling de
diyemiyorum, bize en yakın tabir, Growing Without Schooling olabilir
ancak.. Yani okulsuz yetişmek, öylesine, gelişine, Allah ne verdiyse…
Selim için de sık başa gelen birşey bu zaten… Ya da RandomSchooling…
.
.
Ama yürekten hissettiğim ve inandığım birşey varsa o da; daha önce haklarında yazmaya çalıştığım Unschooling & Homeschooling sistemlerinin
hakiki olarak uygulandığı takdirde harika olacakları yönünde. Bizimkisi
geçici bir durum benim gözümde ama bazen diyorum ki keşke öyle bir anne
olsaydım ki aslanlar gibi bu işi sırtlansaydım. Bazen
iyi giden günlerde kaptırıyorum; yaparım ben bu işi, ne var ki diyorum,
bazen de tepetaklak oluyor ve deliriyorum. Herşeyden önce Selim gibi
kıpır kıpır kaynayan, bir saniyelik boşlukta sıkıntıdan patlayan bir
çocuğa yetemiyorum, yetsem bile kendime dair hiçbirşey yapamıyorum, ki
bence ben bu kadar fedakar bir anne değilim, zaman zaman sadece kendime
yönelirim, böyle bir gün iki gün gitsem de sonunda deliririm, bir de
Kerim var, onunla da ilgilenmek gerek, dahası bazen Selim’in yalnız
kalması, bazen Kerim’in yalnız kalması gerek vesaire…
.
Örümcek ağı
.
Canım Mina’cığımın Türkiye’den
gönderdiği deneyler kitabından yaptığı. Ve sonuç; dünyada ne güzel
şeyler var anne; bu kitabı bana gönderen anne ve oğlu, bu deney ve
deneyin sonucu, patlama çok güzel… Teşekkür ederim Allah’ım.. diyen
çocuk:)
.
Meşhur
hamur kızartmalarımız. Görüldüğü gibi işin içinde Selim varsa hamur da
ya böcekli olur, ya örümcekli:) İşin ilginci bana sevimli geliyor tüm
bunlar iyi mi…
.
Tamamen kendi dizaynım dediği el boyama feneri.
.
En sevdiği
şeyler; jeller, jöleler, yapışkan sıvılar olunca annenin ona aldığı
hediye de jele dönüşen malzeme oluyor. Sayısız teşekkür etti bunun için,
e almaya değer değil mi:)
.
Ve sıkıntıdan patlamanın ardından ortaya bu şaheseri çıkarmışken! Ah, erkek çocukları ne çok seviyorlar muzırlığı…
.
Daha önce
de yazmıştım hani, sanki bir yol var, bizim için en doğru ve en emin
yol… Ve biz bu yoldan sapıyoruz boyuna. Hani hayvanlarda olur ya, anne
yavrusunu doğru yola getirmek için dürter ve yavru o ittirme hamlesiyle
hizaya geçer, biraz sonra yavru gene dalgınlıkla yoldan çıkar, gene anne
dürter… Dürtme dürtülene ilk etapta sevimsiz gelebilir ama dürtenin
dürtmesi şefkatindendir ve dürtülenin kesinlikle iyiliğinedir, işte tam
öyle hissediyorum. Sadece sanki henüz o yolu göremiyorum, belki de
içindeyim bilmiyorum ve hala sapmaya meylediyorum. Bunca açık işaret
varken üstelik…
.
.
Geçenlerde Asena arkadaşım bana bir film karesi göndermişti, tam da böylesi birşey; çok hoş ve çok etkili;
.Belki, belki de değil!
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder