.
Ben
ağaçları severim, çok severim. Her daim yanımda olan, övmeyen, yermeyen,
hep usulca dinleyen ama dinlerken bana yüreğini veren ve bunun için
sözlere dahi ihtiyaç hissetmeyen, kalben konuştuğum bir dost gibidir
benim için ağaçlar. Üstelik bencilce tek bir kimsenin dostu da değildir
onlar. 7′den 77′ye pek çok canlıya aynı dostluğu verecek kadar cömert,
asil ve mükemmel derecede tevazu sahibidir ağaçlar. Köklerinden türlü
canlılar beslenir, gövdesinden, dallarınden ve yapraklarından türlü
canlılar… Hatta geriye kalmış kütüğünden dahi faydalanır insanlar.
Ağaç
güzeldir, kimi inanışlarda cennetten geldiği söylenir. Bir dinlemeye
başlasanız onlardan vazgeçemezsiniz. Ama bunun için bir ağaç bulup
onunla hasbihal etmek gerekir.
Ağaçlar konusunda pek çok hadis var. En bilinenlerinden birini iki önceki yazımda yazmıştım;
“Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da, kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse bırakmasın, muhakkak onu diksin.”
Benim Gezi
Parkı’na dair isyanım da bu yüzden başladı. Başbakanımızın bir sözü var
hani; haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır! Ben de bu yüzden hak
bildiğim doğruları söyledim, söylemeliydim.
Bu ülkede
çok şeyler oldu, kimi kesim ne yapılsa yerdi, kimi kesim de ne yapılsa
övdü. Bense, birşey doğru yapılmışsa, kim yaparsa yapsın doğru diye
söylenmesini, kötü yapılmışsa da kim yaparsa yapsın -hakkı- söylemek
adına yanlış diye söylenmesini desteklerim. Tıpkı Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülüp oraya kışla, avm ya da her neyse onun yapılmasının yanlış olduğunu söylemek gibi…
Safiydi
niyetim. Sahiden ağaca, yeşile ve İstanbul’a olan sevdamdandı eleştirim.
Topkapı Sarayının yerini bir Çınar uğruna değiştiren Fatih Sultan
Mehmet’in İstanbul’u fethinin 560.yıldönümünde yaşadığımız bu geri
kalmışlığı sindiremedim. Benim gibiydi bence bunu eleştirenlerin
birçoğu. Mesela bir ağacın sökülmesine izin vermemek için ağaca sarılan
Hazar Berk’in ameliyata alındığı sırada saçları arasında kalmış bir
parça dala;
“işte ağaca sarılmıştım, saçlarıma takılmış, orada kalsın…”
demesinden
ne derece saf niyetli olduğunun anlaşılması gibi… Elbette bu kesimin
içinde hükümetin her yaptığından tıpkı kendisi gibi nefret eden ve bu
husumetle hareket edenler de vardır, hep de olacaktır, ama başlangıç
noktası olayın böyle değildi. İşin berbat tarafı; o olay
büyütülmeyebilir, o şekliyle kalabilirdi ve bu iktidarın, yerel
yönetimlerin elindeydi. Sadece insanca yaklaşım bile sorunu kolayca
çözmeye yeterdi.
Maalesef
özellikle başbakanın yapılan her eleştiriyi hasmane algılama gibi bir
refleksi var. Ya da yanındakiler çok fazla ateşliyorlar mı bilemedim.
İnsanların saygıyla söyledikleri kim tarafından söylenirse söylensin
bence tevazuyla dinlenmeli. Biz kurgulanmış Amerikan sisteminde değiliz,
buz gibi kurgulu Amerikanvari başkan konuşmaları yapamayız, biz
Yunus’un, biz Mevlana’nın torunlarıyız, bizim özümüzde tevazu var.
Olmalı!
Biz karşı
karşıya gelip, diğerimizin gözünün içine baktığımızda ve samimane
şekilde seni dinliyorum dediğimizde kesinlikle helva gibi yumuşayan bir
milletiz. Duydunuz mu bilmiyorum, doğuda bir komutan bir köye gidip
oradakilere kürtçe selam verince, köyün ileri gelenlerinden biri atılıp
komutanın elini öpüyor ve ben sana kurban olayım, diyor. Bu iş bu kadar
basit aslında. İlk gün o insanlara değer verilseydi, hele ki eylemin
safiliğine azıcık dikkat edilseydi; anlatın da dinleyelim, denseydi, bu
olay belki tatlıya bağlama bakımından örnek dahi olabilirdi. Ama ben
yaparım, vazgeçmem söylemleri en naif, en safi insanı bile incitti.
Zaten öfkeli olanlarıysa çığrından çıkardı tabii.
.
İstanbul
otobüsünün rengini seçerken halka soruluyor ve bunun için çarşaf çarşaf
reklamlar veriliyorsa, bir parkın ortadan kaldırılmasının o parkın hak
sahiplerine sorulmadan yapılması tepki doğurabilir, bu çok normaldir.
Halka sormak gerekti. Hadi sorulmadı diyelim, bunu büyük bir şiddetle
bastırmaya çalışmak yerine, siyasetçi egosundan sıyrılıp, aman burada
vazgeçersek kaybederiz endişesinden uzak; -özür dileriz- demeyi bilmeli
ve bu soğuk fikirden vazgeçilmeliydi.
.
“Beyaz adam; paranın yenmeyen birşey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak!” (Kızılderili Şef Seattle)
Allah’ım ağaçları da, ülkemin tüm insanlarını da, insanlığı ve insanlığımızı da koru, amin!
Ve huzur ve izan ve empati diliyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder