İnsan
konuşur. Çoğunluk pek de düşünmeden. Oysa insan düşünür, düşünebilir.
Akledebilir ağzından çıkanların etkisini. Az ya da çok.
Benim son
yıllardaki derin sessizliğimin en büyük sebeplerinden biri bu; belki
fazlaca düşünmek. Birine birşey söylerken uzun uzun düşünmek, etkisi
üzerine düşünmek. Kalp kırar mı, incitir mi, sinir bozar mı, hadsizlik
olur mu, ya da terbiyesizlik, o insanın hayatına ve dahası o insanın
hayatındakilere saygısızlık olur mu, müdahale ya da, aşırılığa kaçar mı
sözlerim, hududu şaşar mı, diye susarım çok kez. Kendimi karşımdakinin
yerine koyarım, hoşa gitmeyek düşünceleri tek tek yoklarım. Zihnimde
söyleyeceklerimi evirir çevirir ama herşeye rağmen hesap edemediğim
olumsuz etkilerden korkar ve çoğunlukla bir densizlik etmekten çekinir
susarım. Empati dahi yetersiz gelir bana zira empati dahi benim kıt
dünyamla ve bilgimle sınırlı, o yüzden empati ötesini yoklar, sonunda
gene susarım. O insanın hoşuna gitmeyen, o insanı yaralar mı, o insanı
bozar mı söyleyeceklerim ve en önemlisi hayat denen karmaşada zaten zor
yakalanabilen bir gıdımlık yaşama sevincini alır mı, huzurunu kaçırır
diye düşünür dururum ve susarım. Dahası ve en önemlisi Kelebek Etkisi.
Söyleyeceklerimin hesap edemediğim olumsuz bir etkisi çıkar da, o
insanın hanesine, çevresine yansır mı, der susarım. Zincirleme vebale
girmekten çok korkarım. Hasılı bir insanın minik dünyasından başlayıp
dünyaya kazmalık etmekten korkarım. Buna rağmen çok hatalarım.
Ben -bana
konuş, birşey söyle, fikir ver- diyene dahi zor konuşurum. Susarım.
Kaldı ki fikrimi sormayana fikrimi söylemekten hepten kaçarım. Ne
haddime der, susarım. Buna rağmen çok hatalarım.
Hele akıl
vermek fikrinden ölecek kadar korkarım. Eleştirmekse, Aman Allah’ım!
-Eleştirdiğimi yaşamadan ölmeyeceğimi bilmek- bile tek başına yeterli
susmam için, susarım. Yüz kez, bin kez susarım.
Büyüklenmekten
çok korkarım. Düşenin düşmesini fırsat bilip, kendini aynı duruma
düşmez bilip, eline -senin geleceğin garanti altında, herşeyin en
iyisini hakettin, bunlar gelmez senin başına- senedi verilmiş gibi,
uzaktan kıvıra kıvıra konuşmaktan çok korkarım. Ölesiye korkarım ve bu
durumdan dehşetle kaçarım. Şükürler olsun şimdiye dek bu konuda
konuşmadım, inşaallah sonuna dek de konuşmayayım.
-Ya hayır
söyle, ya da sus- hadisini dilime dolarım. Ve hayır söyleyeceğimden emin
olmadıkça susarım. Buna rağmen çok hatalarım.
Yazmak da
konuşmak gibi günümüzde. Hatta daha beteri. Zira kaçak dövüşmek gibi
internette dilediğini yazmak uyduruk bir kimlikle. Nasılsa bilinmiyorum
dercesine. Oysa bilen var, gören var, niyetten bile haberi olan ve bize
şah damarımızdan daha yakın olan BİR’i var. En başta O’nun için susmaya
çabalarım. İşte bu yüzden yazmaktan da korkarım. Hatta çok yönlü
düşünmekten bazen yazamam, yine susarım. Buna rağmen çok hatalarım.
.
İnsan
konuşur. Konuşabilir. Konuşmayı kolay bir eylem sanabilir. Dahası
konuşmayı erdem sayabilir. Oysa ağızdan dökülen kelimelerden ibaret
değil konuşmak. Zihin süzgecini devre dışı bırakıp, içerideki mutsuzluk
hücrelerinden oluk oluk akan irinli ve zehirli düşünceleri -doğruluk,
açıksözlülük, hazırcevaplık- kılıfıyla önüne gelene saçmak değil
konuşmak. Dahası sanıldığı gibi, maharet değil herşeye, her şekilde
konuşmak.
İnsan konuşur, konuşabilir ama bazen keşke konuşmasa insan.
Keşke konuşmak maharet sayılmasa da, suskunluğun hakkı verilse ve insanlar susmaktan bunca korkmasa. Ya da suskunluktan.
Keşke
konuşmanın kolay değil, bilakis son derece zor bir eylem olduğu
anlaşılsa ve konuşmak yerini suskunluğun asaletine bıraksa.
.Konuşmak zor ama susmak ve suskun kalmak çok daha zor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder