Siz
hiç ‘Siyah Göl’ gördünüz mü? Ben gördüm. Nefesim kesildi onunla
karşılaştığımda. Ha ağladım ha ağlayacaktım güzelliği karşısında hatta.
Muhtemeldir ki tek başıma olsam ağlayabilirdim de oralarda.
Normalde
derhal fotoğraf makineme davranan ben, doğru dürüst fotoğraflayamadım
bile bu gölü gördüğümde. Elim ayağıma dolandı, nabzım hızlandı, çok
heyecanlandım, neredeyse kalbim duracaktı. Bir süre aklımı kaybetmiş de
olabilirim zira anlık hafızasını yitiren biri gibi, bir ileri bir geri
gittim, hem yanına gitmek istedim, hem gidemedim, aramızdaki birkaç
metrelik mesafeyi rüyada gibi; bitmez bir ağır çekimdeymişim gibi
hissettim. Hasılı epeyce garipleştim.
Hani Shine
filmi vardı. Orada çok başarılı bir piyanist olan David Helfgot’ın
hastalığının nüksetmemesi için piyanodan uzak durmasını salık verirdi
doktorlar da, David Helfgot uzak tutulurdu piyanodan. Derken bir an
piyano ile karşılaştığında heyecandan ne yapacağını bilemezdi, kendi
kendine birşeyler mırıldanır ve hareketleri anlamlasızlaşıverirdi;
yanına gitmeyi çok ister ama gitmekten de çekinirdi, bu sırada bir ileri
bir geri gider, hareketleri epeyce garipleşirdi. İşte tam da öylesi bir
halin içindeydim.
Tarifi
yok, kelimeler güzelliği karşısında çok cılız, çok zayıf ve çok aciz.
Fotoğraflar bile aslının yanında öylesine ucuz bir kopya gibi ki. Görmek
gerek!
Hani
diyorlar ya; İskoçya hep yağmurlu. Hep yağmurlu değilse de bol bulutlu.
Ben o gün yola çıktığımızda keşke güneş olsa diyordum içimden ancak
nereden bilebilirdim ki bol bulutun ve kapalı havanın böyle mükemmel bir
güzelliğe sebebiyet vereceğini. Çünkü güneş olsa bu göl olamazdı böyle.
“Tam aksine o gri havanın, hatta neredeyse başımıza dek inmiş bulutların ve göle silüeti düşen çam yeşili ağaçlı dağların etkisiyle oluşmuştu bu eşsiz manzara!”
Bazı
yerler siyah elmas gibi, bazı yerler koyu lacivert Safir taşı gibi, bazı
ışık alan yerler ise parlak gri Hematit taşı gibiydi. Evet, evet
mücevher gibiydi bu göl. Üstelik çarşaf gibi dümdüz uzanıyordu su.
Yanında yemyeşil bir çimenlik ile. Ne diyeyim enfesti! İskoçya’nın eşsiz
güzellikli Loch Lomond bölgesinde ilerlerken bir anda sağımızda beliren
ama dikkat etmezsek de çarçabuk gözden kaçıverecek enfes bir
güzellikti. Zira iki gün sonra döndüğümüzde güneş ve dehşetli bir rüzgar
vardı ve bu göl gene güzelse de o haline göre pek bir sıradandı.
Merak
edenler için aşağıya fotoğraflarını koyuyorum ama çok titrek elle, ürkek
ve şaşkın bir yürekle çektim hepsini. Bu yüzden iki kez aslının ucuz
bir kopyası gibi oldu hepsi.
.
.
Yeni
yerler ve eşsiz güzellikler gördükçe içimdeki gezgin ve avare ruh iyice
abdala dönüşüyor. Biraz da aptala aslında. Aklıma yazdığım her yeri
hemen görmek istiyorum. Rabbim bana gösterecek onları da hissediyorum.
Sadece huzurla, sağlıkla ve kolaylıkla tüm o yerleri ve kimbilir daha
hazırlanan nice mizansenleri -görmek- için dua ediyor, ümit ediyor,
sabrı da katarak yanıma herbirinin vaktinin gelmesini bekliyorum.
Dünya
güzellikle dolu. Evet aslı olmasa bile ve bunlar asıl güzelliğin zayıf
ve basit bir kopyası olsa bile, beni götürdükleri ile, içime
düşürdükleri ile, beni yakınlaştırdıkları ile, kalbimi yumuşatan yol
hikayeleri ile gitmelere giderek daha meftun oluyorum. Selim’den sebep
büyük değişimlerden biraz ürperiyorum ve bu yüzden kısa gitmelere yüzümü
çeviriyorum. Belki de böylesi daha kolay ve iyi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder