29 Ocak 2013 Salı

Yabancı Bir Ülkede Okula Başlayan Çocuk



Bu konuyu anlatmak bir türlü içimden gelmiyordu açıkcası, o sıkıntıların tekrar içine düşmek gibi olacaktı yazması ancak benzer durumda olanlar için belki emsal teşkil eder diye madde madde yazmak istiyorum. Çünkü önemli tecrübeler yaşadık.
.
SORUNLU ÇOCUĞUN HALLERİ
 Selim’in önceki durumunu İNGİLTERE’DE OKUL SANCISI’ yazımda detaylarıyla anlatmıştım. En son Selim tatildeydi. Tatil bitti ve ben madde madde bir mektup yazdım müdireye ve öğretmenine. Ben derdimi anlatmaya uğraştım, ki gayet açıklayıcı ve nazik bir dille yazmıştım, kaldı ki sert kısımlarını İ. çevirirken zaten törpülemişti, ancak öğretmenler saldırı olarak algıladı bunu. Onlar da bize bir mektup döşendi. Sözümona birlikte, karşılıklı iletişimle(!) üstesinden gelecektik bu sıkıntılı dönemin. Ancak pozitif yönde hiçbirşey değişmedi.
Selim eve bir yığın cezayla gelmeye devam etti. Hemen hergün bir vukuatı oluyordu. Serseri çocuklara dönmüştü, kravatını çıkarıp, gömleğini süveterinin altından sarkıtıyor, pantolon yarı inik duruyor ve haylazlık zirve yapıyordu. Mahallede de tüm abukluklara, çocuklara saldırmaya, sert çıkışlara, bağırışlara devam ediyor yanısıra çocukların gruplaşıp ona saldırmalarına da maruz kalıyordu. Evdeyse her günün kabus gibi sıkıntılarının yanında bir de o kabusun zirve yaptığı klasikleşen Cumartesi ateşi vardı: yani her Cumartesi evde kızılca kıyametler kopuyordu. Yanısıra Selim okula gitmeyi kesinlikle istemiyor, büyük direnç gösteriyordu. Sorun vardı ve bu çok aşikardı.
Mutsuzdu Selim, çok daha mutsuzduk biz. Bu dönemde bir gün Selim’in fotoğrafını çekmek isterken bana şunu dedi: lütfen beni çekme anne, kendimi fotoğraflarda görmek istemiyorum. Şaşırarak; neden, dedim. Çünkü çok tipsizim, kendimi görmeyi sevmiyorum, dedi. İrkildim ancak geçici birşey zannettim. Bir başka günse; kendimi aynada görmeye dayanamıyorum, kendimden nefret ediyorum, dedi. Bu cümlelerle dehşete düşmüştüm işte. Zira tipik bunalım alametiydi bunlar ve belli ki bir anlık bir geçicilikte değildi. (Ki çok sonra çok net farkettim ki depresyondaymış o dönem Selim, fotoğraflarını bile görmek yeterli bunu düşünmek için. Öyle durgun, öyle uzaklardaki bakışı hep. Şu an o fotoğraflara bakmaya hiç elvermiyor içim.)
Benim için Selim’in ağzından böyle sözler duymak çok acı vericiydi. Zira Selim hep çok özgüvenli ve kendiyle gayet barışık bir çocuktu, bu söyledikleri bu yüzden beni daha da üzüyordu. Bu konuşmaların ertesinde o dönem çok artan gece bağırmaları epeyce yüksek bir tona ulaştı. Yanına gidip sakinleştirmeye çalışıyor ancak hiçbirşey yapamıyordum; Selim gözleri kapalı halde, gittikçe artan bir sesle, şuursuzca bağırmaya devam ediyordu. Bense sebeplerini anlamaya çalışıyordum. Aslında olanı biteni tahmin etsem de teşhisi koymak istemiyordum. Her zamanki gibi ya tuvaleti gelmiştir, ya da hastalanıyordur, diyordum. Oysa derinlerde çok iyi biliyordum ki; sinirleri çok bozulmuşsa, o gün onu üzen kuvvetli birşey olmuşsa bağırır Selim gece yatınca.
İçim titreyerek sordum:
-Oğlum neden bağırıyorsun, tuvaletin mi var?
-Iğğğgghhh, hayıııırr!
-Bir yerin mi rahatsız, ağrın falan mı var?
-Hayır anneeeeeaaaa!..
-Peki neden bağırıyorsun?
-Çünkü ben deliyim, ben kötü bir çocuğummmmm!
Son cümleyle beynimden vurulmuşa döndüm. Bir zamanlar kendinden hoşnut bir çocuğun kendinden nefret edecek duruma gelmesi, kendini alaşağı görmesi, bunu da uyurken ve kendinden bihaberken dile getirmesi dehşete düşürdü beni. İ. yi uykusundan uyandırdım ve: -ben çocuğumu kaybetmek istemiyorum, Selim okula gitmeyecek!- dedim. Şaşırdı İ., anlattım.
Sabah olduğunda Selim hastalanmıştı. Buraya geldiğimizden beri nüksetmeyen Alerjik Astım hastalığı bir anda ortaya çıkmıştı. Böyledir zaten Selim çok sıkıştığında mutsuzluğundan hasta olur, daha önceki sorunlu okul deneyimlerimden iyi bilirim.
Selim o gün okula gitmedi. Ertesi gün de. Daha sonraki gün de… İ. panik olmuştu, her gün yeniden okul yüzünden tartışır olmuştuk. Ben bir çözüm bulana dek Selim’i okula göndermemekte kararlıydım, o ise bu dönemin bir şekilde atlatılacağına ve okulla kızışmamak gerektiğine inanıyordu. Bu dönemde Selim okul mevzusu açıldıkça şunu dedi; inşaallah iyileşmem de okula gitmem. Başka bir gün de; ölseydim de okula gitmeseydim keşke…
.
TESPİTİM
Bu cümleler bana yeterli ipucunu veriyordu. Ve ben kesinlikle şuna kanaat getirdim o dönemde: Başta Başöğretmen dedikleri Müdire, sonra diğer öğretmenler psikoloji ve pedagoji ilminden bihaber, düz ve sığ bir eğitimci ve kesinlikle ehil değillerdi. Şu çok aşikardı; uyguladıkları -sadece cezaya dayalı- yöntem hiçbir halta yaramıyor, yaramadığı gibi durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Onlar klasik yöntemleri ile durumu kotarmaya çalışıyorlardı, oysa ortada farklı bir örnek: Selim ve farklı bir durum; Yabancı bir çocuğun uyum sorunu vardı. Dolayısıyla onlarla istişare etmek de, işbirliği içinde olmak da büyük bir zırvaydı. Bu yüzden alternatif neyse onu bulmaya uğraşacaktım.
.
ÖNERİM
Önerim şu oldu: Bir çözüm bulana dek Selim kesinlikle okula gitmeyecekti! Çözüm bulmak bir yıl sürse de, ben bu süreye rıza gösterecektim.  Gerekirse -Home Schooling- dedikleri evde öğretim, yaparım diyordum, gerekirse geri döneriz, de diyordum (bunu ise en son düşünüyordum zira anladım ki dünyanın her yerinde eğitim koca bir fiyasko ve skandal, bunu ayrıca toparlayıp yazmak istiyorum) hasılı gözüm dönmüştü ve en uç noktaları bile düşünüyordum. İ. ise araştırıyordu ve şunu öne sürüyordu: burada okula gitmek mecburiymiş, sebep göstermezsek mahkemeye varabilir iş diyordu. Ben de; amaaan, tv gazeteler ne varsa anlatırım, bu işin peşini bırakmam, diyordum.
Ardından aklıma şu geldi: Her bölgenin Council denen belediyemsi bir kurumu var. Bizdekinden biraz farklı zira burada eğitim kurumları da buraya bağlı. Ve bu Council’lerin acil durum telefonları var, destek hatları. Ben  ilkin İ. nin bu kurumla görüşmesini istiyordum. İ. ise bundan niyeyse kaçınıyordu ama Selim’i okula götürmemek konusunda ne denli ciddi ve ısrarcı olduğumu görünce bu fikre tamam dedi.
İ. Council’in Eğitim Psikolojisi birimini aradı. (Ah keşke ben arayabilseydim de derdini anlatacak denli bilememek o dili ne beter) Zor durumda olduğumuzu belirtip yardım istedi. Bilgilerimiz alındı ve aranacağımız söylendi. Ardından Council’un baş psiklogu bizi aradı ve -şükürler olsun ki- bizimle aynı dili konuşan o olmuştu. O noktadan sonra şunu çok net anladım;
Ben psikoloji eğitimi almış biri değilim ama o öğretmenlerden ve hele ki başöğretmenden kırk fırın ekmek öndeymişim. Evet, hiç de tevazu göstermeyeceğim. (Bu da eğitimin fiyasko olduğuna ve aslolanın izan olduğuna ikna etti beni) Çünkü psikolog tastamam benim düşündüklerimi söylüyordu. Bunun özel bir durum olduğunu, bu çocuğa klasik ceza yöntemiyle yaklaşılmayacağını, çocuğun o durumda kaybedileceğini, cezayı tamamen unutmak, aksine iyi şeyleri öne çıkarmak gerektiğini vesaire anlattı. Ve 15 gün sonraya randevu verdi. Bu sırada İ. : endişelendiğimiz için çocuğu okula gönderemiyoruz, o güne dek nasıl bekleyeceğiz, deyince psikiyatrist de; ben kendilerini arayınca emin olun düzelecektir yaklaşımları, çocuğu okula gönderin, dedi. Zira hiçbir okul bu türden bir sebeple aranmak, uyarı almak istemezmiş ve hemen kendilerine çeki düzen verirmiş. Hele bizimki gibi methi çıkmış bir okul. (Bu arada öğrendim ki okulun methinin tek sebebi; akademik göstergelermiş, oysa ben sanmıştım ki tümden iyi)
O 15 günde birşeyler kesinlikle değişti. En önemlisi Selim ceza almadı. Ama okula gitmeye hala yanaşmıyordu. Bense akademik olarak bir gıdım önemsemiyordum okulu. Canımı sıkkın; gitmesin, ödevimi; aman boşverin, diyordum. Evi talan eden; giysilerini olduğu yerde bırakan, yediği şekerlemelerin kabını dahi ortalığa atan, oyuncakları saçıp savuran, sifonu çekmeyen çocuğa hiç ama hiçbir şekilde yüklenmiyordum. İ. ye de diyordum; sen kendini kötü hissedince iş yapmak ister misin, tam aksine bunalınca nasıl da bırakıyoruz işi gücü, bırak o da yapmasın, şimdilik onun işini ben yaparım, yeter ki üstüne gitmeyelim, bir de bu yönden sıkılmasın, dedim.
15 günlük süre içinde Selim özel İngilizce derslerine başladı.  Öğretmeni anlamasının gayet iyi olduğunu, Selim’i buradaki pek çok çocuktan çok daha zeki bulduğunu, okulun yaklaşımını da doğru bulmadığını söyledi. Ki kendi de resmen öğretmenlik yapıyor. En önemlisi Selim’i sadece dil yönünden desteklemedi, olayı da irdeledi, Selim’i çözmeye çalıştı ve önemli birşey söyledi: Selim’in pek çok konuda aktif olduğunu, herşeyi dinlediğini ve cevap verdiğini ancak konu okul olunca kesinlikle duymadığını, kendini anında kapattığını ve bunun da birçok şey anlattığını ekledi. Selim’in ağzından da pek çok şey aldı bu arada, bizim öğrenemediklerimizi.
.
GOOGLE HANGOUT CANLI YAYINININ KAMERA ARKASI
Bu arada o 15 günlük arada okulda pijama günü vardı. Biz haberdar değildik. En iyi ihtimalle; bize haber verdiler de gözden kaçırmışız, dedim (gerçi haber postasında yoktu) en kötü ihtimalle de; bizi bilerek habersiz bıraktılar, diyorum. Selim okula formasıyla gitti. Ve formayla giden tek çocuk oydu. Çok kötü hissetti kendini ve hemen eve gidelim, dedi. Haklıydı kötü hissetmekte; zaten normalde de diğerlerinden farklı ve ayrı hissediyorken şimdi tümden belirginleşmiş olacaktı. Ben de gidip üstünü değiştirelim geri geliriz, dedim. Hatta biz dönerken İ. de okulla görüşüyordu. Geri gelecek vesaire demişti. Eve gittik. İşte o gün Ülker’le Google Hangout görüşmesinin olduğu gündü ve çok zor bir gün oldu. Selim eve geldiğinde geri gitmek istemedi, ben yayının provalarına koştururken pijamalarını zar zor giydirdim, bir deneme görüşmesine, bir Selim’e gidip geldim, ikna edemedim. Bu arada yayın zamanı yaklaşıyordu ve Selim evde kaldı. Doğrusu o günlerde Selim’in okula gitmemesini de önemsemiyordum. Kötü hissediyorsa kalsın diyordum ve kaldı Selim. Ancak tam canlı yayın başladığında kapı çaldı ve karşımda resmi görevli belirdi. Of berbat bir andı! Bir yandan görevliye koşuyorum, bir yandan söz vermişim yayına çıkmışım, imdat istiyorum. Üstelik yayın sırasında görevliyi gören Selim hüngür hüngür ağlamaya başladı, bir yandan da benden özürler diliyordu: seni bu durumda bıraktığım için affet annecim, diyordu. Ben bir yandan da sorun yok deyip onu teskin etmeye çalışıyordum. Yayında benim sürem bitince apar topar okula götürdüm Selim’i yoksa iş büyüyecekti.
Neyse, geçti gitti.
.
PSİKOLOG GÖRÜŞMESİ ve ÖNERİLERİ
Derken Psikolog ile görüşme günü geldi ve şunlar oldu:
Psikolog bulunduğumuz şehirde, yabancı çocukların eğitimi konusunda en tecrübesiz bölgede olduğumuzu ve bu konuda eğitimcilerin kesinlikle deneyimsiz olduğunu söyledi. (Ki ben de tastamam bunu diyordum; besbelli bir tecrübeleri yoktu ama daha kötüsü alternatif üretecek zihniyette değillerdi) (Zaten farkettiniz mi sistemi yerleşik ülkelerde sistemin dışına çıkmak neredeyse ürperti verir kişilere, bu yüzden yenilenmeyi direkt reddederler)
Ve okula şu talimatları verdi:
1-Cezayı kesin. Bir müddet görmezden gelin ve iyi davranışlarını öne çıkarın.
3-Haftalık bir çetele hazırlayın; her gün neler olduğuna dair. Güzel davranışlarını; -bunu daha sık yapmalısın- adı altında, kötü davranışlarını; -bunu daha az yapmalısın- adı altında toplayın. (Bu çetele bize hemen hergün geldi, karşılıklı notlarla anlaşıyorduk)
4-Selim’e Türkçe notlar yazın. Bunun bir tür -Hoşgeldin- demek olacağını ve onun kendini önemli ve iyi hissedeceğini belirtti. (Bu detayı çok sevdim, kaldı ki bunu bize komşumuz Peter yaptığında ne kadar da etkilenmiştik)
5-Telefonla ilk görüşmeden sonra Selim’i görmek için okula geldiğini ve onu mutsuz bulmadığını, aksine topluca şarkı söylendiği sırada gülerek şarkılara eşlik ettiğini ekledi. (Bu çok iyi geldi bana, hem biz yokken onu ziyaret etmesi, hem de mutlu bulması Selim’i)
6-Selim’in; playtime’lardan (oyun zamanı) nefret ediyorum, demesini çok önemsediğini, en çok bunun üstünde durulması gerektiğini, bu yaştaki bir çocuğun oyun zamanına dair bunu hissetmesinin önemli olduğunu ve bunu düzeltilmesi gerektiğini ekledi. Yöntem olarak da; o zamanlarda topluca oyunlar oynanmasını (Başlarında bir öğretmenle) ve Selim’in doğal ve güvenli bir ortamda nasıl davranması gerektiğini de öğreneceğini belirtti. (Evet Selim: en çok playtime’lardan nefret ediyorum, keşke o zamanlar hiç olmasa, çünkü ben o zaman ne yaparsam yapayım, ceza alıyorum, şikayet ediliyorum, demişti : Psikiyatrist de nasıl davranması gerektiğine dair fikri yok, topluca oyunlarla sağlıklı davranışlara yönlendirilebilir demişti)
Bu seçenek çok iyiydi zira başına ne gelirse sahiden playtime’larda geliyordu.
7-Selim’in uzun vadede küçük yaş sınıfında kalamayacağını ve üst sınıfa geçirilmesi gerektiğini, bu konuda desteklenmesini, gerekirse o sınıflarla biraraya getirilmesini istedi. Bu sırada bize de spor faaliyetlerini de önerdi.
8-Ve Selim’in Üstün Potansiyel test sonuçlarını inceledi. Orada şöyle bir madde var: Bu çocuk güvenli ortamda olmazsa, desteklenmezse zekasına rağmen başarısız ve mutsuz olur. En çok bunun üstünde durmalıyız, dedi Psikiyatrist. Çocuk potansiyel olarak ilerde bu önemli tamam ama daha da önemli olan bu çocuğun kendini güvende hissedeceği, destekleneceği bir ortamın sağlanması yoksa kaybedilebilir çocuk dedi.
9-En önemli şeylerden birinin de bu çocuğun üzerinden bu gerginliği, stresi almak dedi. (Zaten ben de bu sebepten üstüne gitmeyi ve üst sınıfa geçmesi için iteklenmesini uygun bulmuyor ve akademik değerleri umursamıyordum.)
Ve 2 ay sonrasına bir sonraki randevu verildi.
.
PSİKOLOG TAVSİYESİ SONRASINDAKİ GELİŞMELER
Sonrasında neler oldu anlatayım: Öğretmenler denilenleri büyük oranda yerine getirdiler. Cezalar kesildi. İyi şeyler öne çıkarıldı. Türkçe notlar yazıldı ve bunlar tarafımızdan Selim’e anlatıldı: Bak, öğretmenin senin için Türkçe öğrenmiş ve yazmış dedik, aaa, benim için mi, dedi ve neredeyse böbürlendi.
Playtime’larda öğretmenler biraz çemkirdi; neymiş çok bisküvi yiyormuş da oynamaya zaman kalmıyormuş gibi… Ben Selim’i okula motive etmek için en sıkıntılı günlerinde, normalde pek vermediğimiz bir sürü aburcuburu koyuyordum çantasına, o zamanlarda belki biraz keyiflenir diye ama onlar bunu bile mevzu bahis ettiler, bir de onlar eğitimci bense sıradan bir anneyim sözde. Neyse!
Daha sonra Selim’e yeni bir Buddy (Bir tür abi) verildi, ancak gözetimle. Birlikte resimler yaptılar, kitap hazırladılar, toplu oyunlara katıldılar.
Ceza almaktan kurtulan Selim’in stresi giderek azaldı. Selim arkadaşlıklarını ilerletti. Sınıfta herkesle muhabbet kurmaya başladı. Neşeyle herkese selam verir oldu. Karşılığında da neşeli selamlar aldı. Başına bir sıkıntı gelse gidip öğretmenlerine anlattı. Hatta Başöğretmen hiç taviz vermiyor diye en çok kızdıklarını ona şikayet etti. Ve… İngilizcesi çözüldü. Şükürler olsun şeker gibi anlaşıyor şimdi. Hatta suskun günlerinin intikamını alıyor bol bol. Nitekim öğretmeni şunu yazıyor çetelesine bir süredir: hep kendi konuşmak istiyor, konuşanların konuşmasını bölüyor vesaire. Daha az yapmalısın bölümüne tabii. Daha sık yapmalısın kısmına ise: iyi okuyor, iyi hikaye anlatıyor, iyi hikaye yazıyor  vesaire..
Selim sadece 3 kez özel derse katıldı. Öğretmeni bundan sonrasına gerek yok gerisini doğal komünikasyonla çözer zaten, dedi. Bir anne bana: ilk sömestra dek sabredin, göreceksiniz çözülecek o zamana dek dili, demişti, sahiden de öyle oldu, hatta öncesinde stresi azalınca çözüldü hemen dili.
Hasılı, trilyon kez şükürler olsun ki, pek çok şey büyük oranda düzeldi. Selim’den en son şunu duydum örneğin: I Love My School (okulumu seviyorum). Bu kelime meğer ne kıymetliymiş bir ebeveyn için. Allah herkese göstersin:)
.
Geçen hafta okula bir öğretmen gelmiş. Büyük bir tevafuk; Türkçe pek çok şey biliyormuş bu öğretmen. Bir gün Selim’le özel ilgilenmiş. Türk Bayrağı çizmişler, üstelik Selim bir kendine, bir de kardeşine yaptırmış, okula belli Türkçe işaretler, yazılar asmışlar, Selim büyük heyecanla anlattı bu günü. Yanısıra matematik desteği veriyor öğretmeni. Anne biliyor musun sınıfta sadece bana toplama, çıkarma veriyor öğretmenim ve daha çok istiyorum, diye böbürleniyor şimdi. Ama hala 2. sınıfın gerisinde. Öğretmeni şu an geçerse o sınıfta geride kalan çocukların grubuna alınır, bence yapmayalım diyor. Bense hiç gitmiyorum üstüne kendini tümden rahat hissetsin istiyorum. Alışmaz inşaallah bu hale. Geçen sene anasınıfında şimdikinden kat be kat disiplinli ve sıkı çalışıyorken şimdi tam bir rehavet içinde. Gerçi gördüğüm kadarıyla tüm dikkatini İngilizce’ye vermiş. Kelime köklerini delice irdeliyor, Türkçe’yle kıyaslıyor, karşılaştırıyor, şükürler olsun iki dilde de okuyor, yazıyor (bazen karışıyor ama olsun:)) ve bence dilin matematiğini çözmeye çalışıyor. Şimdi yeniden İngilizce dersleri olacakmış okulda, bence artık gerek yok ama.
.
PSİKOLOG İLE EN SON GÖRÜŞME

Ve geçenlerde Psikiyatrist ile son toplantı oldu. Ben sandım ki öğretmenleri durumun düzelmesini yöntemin değişmesine bağlayacak ve bundan kendilerine ders çıkaracaklardı. Ya da bu olayı tecrübe kazanmak açısından bir lütuf olarak göreceklerdi. Yanılmışım! Sığ eğitimcilerin psikozu her yerde var demek ki. (Kimse benim güzide ülkemin herşeyini yerden yere vurduğu gibi, öğretmenlerini de yerden yere vurmasın gayri)
Cümleye şöyle başladılar:
O ilk toplantıdan sonra ne olduysa oldu, Selim o günden beridir çok değişti!
Yani yöntem değişti, biz değiştik ve işler iyi gitti değil, Selim’e birşey oldu ve Selim değişti. Zaten yanlış tümden Selim’deydi.
Acıklı bir cümle ama üstünde durmayacağım!
.
Selim için üst sınıfta ısrarcıydık biz. Ancak İskoçya eğitiminde aslolan yaş değil akademik durummuş. Yani Selim 2. sınıfın toplama ve çıkarma işlemlerini henüz tam olarak yapamıyormuş. Oysa mesele salt bu değil ki; Selim bebeklerle ola ola yaşıtlarıyla anlaşmaz oldu. O minicik çocukları parmağında oynatıyor ama mahallede yaşıtı bir çocuk var ona da aynısını yapamadığından ve ikisi de liderlik tasladığından kafa kol giriyorlar birbirlerine boyuna. Hem ben akademik olarak peşine düşmedim ki, önceliği oğlumun rahatlamasına, stresini atmasına, kendini iyi hissetmesine verdim, akademik başarısı bu durumda umrumda bile değil dedim. Gene neyse! Bence bunda ısrar etmeliyiz. Ben 5 yaş çocuklarıyla birarada olmasına razı değilim. Zira bir başka şehirde bir başka Türk çocuğunu 3. sınıfa almışlar direkt, demek ki olabiliyor diyorum. Öğretmeni de hazır alışmışken yeniden düzenini bozmayalım diyor. Bir de neymiş sınıfta bağırıyormuş, demek davranış olarak da hazır değilmiş 2. sınıfa. Belki de okul değiştirmeliyiz bilmiyorum ama artık değişiklikten de çok korkar oldum. Bir de artık elim hep yüreğimde. Bu kez de acaba Psikiyatrist aradan çekilince bu insanlar gene eskiye döner mi diyorum. Belli mi olur, belki Selim’i dertsiz başlarına dert açan bir sıkıntı olarak görüyor ve ona da, bize de diş biliyorlardır.  Zaten Christmas gösterisinde tüm esmerleri koroya toplamışlardı niyeyse, bu da içimde en kibar ifadeyle ayrımcılık yaptıkları hissini doğurmuştu. Neyse, güzel düşünmek ve güzel bulmak istiyorum inşaallah ama uyanık da olmak istiyorum.
.
Eğitim
(Fotoğraf internetten alınmıştır)
.

SONUÇ VE TAVSİYE

Bu yazıyı yazmamdaki en büyük amaç; şunu öğütlemekti benzer durumda olan birilerine:
“Yurt dışına yerleşecekseniz ve okul çağında çocuğunuz varsa, ya da yurt dışında yaşıyorsanız ve çocuğunuz o ülkenin dilini bilmiyorsa kimseyi dinlemeyin! Çocuğunuza alıştığı güvenli ortamında yaşayacağınız yahut yaşadığınız ülkenin dilini ne yapın edin öğretin! Çocuğu şaşkın ördek gibi o yabancı ortamın içine atmak ve -aman çocuk değil mi, çarçabuk öğrenir- kolaycılığına kaçmak,  HATA, HATA, HATA!
O çocuğun o dili ne şekilde öğrendiğini, ne tip sıkıntılar çektiğini bir kendi, bir de Allah bilir.
Şimdiki aklım olsa, ne doktorumuzu, ne pedagogu dinlemez sadece içgüdülerimi dinlerdim. Zira çok kolay öğrenir, önden öğretmenize gerek yok, boşuna endişelenip onu da endişelendirmeyin, cümlelerini kulak arkası eder, en doğruyu salık veren ve; Selim’e oyun yoluyla, İngilizce öğretecek bir abi yahut abla bul, diyen içgüdülerimden vazgeçmezdim.”
.
Şimdi Kerim’in de öğrenmesi için çok teşvik ediyorum onu. Seneye o da Nursery denen kreşe başlayacak inşaallah, ve sıkıntı çekmesin istiyorum.
Bir de, bana yorum yazan tecrübeli annelerden birkaçının dediği gibi: dünyanın en gelişmiş ülkesi de olsa, bir problem olduğunda dişinizi göstermeniz gerekiyor. Siz kibarlık yaptığınızı sanıp sessiz durdukça maalesef yeteri kadar dikkate alınmıyorsunuz. Ortalığı ayaklandırmak gerekiyorsa yapmalısınız bunu tabii yoluyla yordamıyla.
.

BÜYÜK TEŞEKKÜR

Gelgelelim bir diğer önemli meseleye. Ne yapacağımı bilmez halde sağduyumu ve soğukkanlılığımı kaybetmişken çok değişik fikirler veren, ufkumu açan, hiç birşey yapamasa bile -tecrübem yok ama yanınızdayım- diyecek kadar bana yakın duran, hakiki destek veren, duasını esirgemeyen, içimin alev alev yandığı sırada; -Hac’da Kabe’ye karşı durduğumda aklıma geldiniz ve size dua ettim- deyip içimi  billur gibi ferahlatan ve o gün iyi şeylerin olacağına dair ümidimi arttıran, İskoçya sizin için Hz. İbrahim’in atıldığı sular gibi serin ve selametli olsun, diyen, sessizliğimde ya da çaktırmadığımı sandığım günlerde bana blogunda özel yazı yazan ve yazdıklarıyla yüzümü asıl tarafa dönmeme vesile olan, Sart ettiğim andan itibaren yükümün hafiflediğini ve iyileşmelerin olduğunu kesinkes farkettiğim -Allah bize yeter, o ne güzel vekildir- in dilime pelesenk olmasına vesile olan, -Selim’in olaylarla kendi kendine başetmesini beklemeyin, bunu demek için ortamın güvenli olması gerek ve o henüz çok küçük- diye bana mailler atan ve farklı bakış açısı katan, üstelik farklı bir gözün tavsiyesiyle İ. nin de olayları daha fazla ciddiye almasına vesile olan, düştüğümde beni silkeleyen, yapmam gerekenleri madde madde listeyen, kritik öneriler veren, edindiği tecrübelerle: kibarlık yapma, git gerekirse eşinin yanında pis pis Türkçe konuş, diyen ki; o mesajla eşim diklenmeye başladı ve ben anladım ki ses çıkarmak çok daha faydalı, sular durulmuşken ya da aslında içimin kazanları en hararetli şekilde yanıyor ve ben çaktırmıyorken, daha doğrusu konuşacak takati dahi bulamıyorken unutmayıp benimle irtibata geçen, Selim’e postalar, hediyeler gönderen, bana mailler gönderen, yorum yazan, mesaj atan, Facebook, Twitter ne varsa her kanaldan ulaşan, adlarınızı tek tek veremem, keşke verebilsem, ama siz biliyorsunuz kendinizi, hepiniz, her biriniz çok kıymetlisiniz.
Zor günümde yanımda olan herkes; siz nasıl benim yanımda olduysanız dar zamanımda, Allah da sizin yanınızda ve yardımcınız olsun daima.Ve darlık, sıkıntı göstermesin size asla!

Ben bu blogu bırakamıyorum bu yüzden işte. Hiç bilmediğim insanların bana gıyabımda dua etmesi bile tek başına çok yeterli ve önemli bir sebep burada kalmak için. Böyle nimet nerede görülmüş ki. Şükürler olsun bin kez, yüz kez hem de. Ve sayısız teşekkürler herkese.
.
————————————————————————————————————————————————————————
(Aldırmayan tanıdıklarıma ise gönül kırıklığıyla istemeden mesafe koyduğum, yalancı muhabbet meclislerinden kaçındığım da doğrudur. Hele bu dönemde tek kelamımı okumayıp, kendi derdiyle iştigal etmemi isteyen; tanıtım bekleyen, reklam isteyen, çıkar gözeten bencillerle kesinlikle irtibatım kalmamıştır. Elimde değil, kin gütmek değil benimkisi kırılmak çünkü. Bu yüzden uzak durduklarım çemkirmek yerine oturup da düşünsün derim)

Hiç yorum yok: