Bu
konuyu anlatmak bir türlü içimden gelmiyordu açıkcası, o sıkıntıların
tekrar içine düşmek gibi olacaktı yazması ancak benzer durumda olanlar
için belki emsal teşkil eder diye madde madde yazmak istiyorum. Çünkü
önemli tecrübeler yaşadık.
.
SORUNLU ÇOCUĞUN HALLERİ
Selim’in önceki durumunu ‘İNGİLTERE’DE OKUL SANCISI’
yazımda detaylarıyla anlatmıştım. En son Selim tatildeydi. Tatil bitti
ve ben madde madde bir mektup yazdım müdireye ve öğretmenine. Ben
derdimi anlatmaya uğraştım, ki gayet açıklayıcı ve nazik bir dille
yazmıştım, kaldı ki sert kısımlarını İ. çevirirken zaten törpülemişti,
ancak öğretmenler saldırı olarak algıladı bunu. Onlar da bize bir mektup
döşendi. Sözümona birlikte, karşılıklı iletişimle(!) üstesinden
gelecektik bu sıkıntılı dönemin. Ancak pozitif yönde hiçbirşey
değişmedi.
Selim eve
bir yığın cezayla gelmeye devam etti. Hemen hergün bir vukuatı oluyordu.
Serseri çocuklara dönmüştü, kravatını çıkarıp, gömleğini süveterinin
altından sarkıtıyor, pantolon yarı inik duruyor ve haylazlık zirve
yapıyordu. Mahallede de tüm abukluklara, çocuklara saldırmaya, sert
çıkışlara, bağırışlara devam ediyor yanısıra çocukların gruplaşıp ona
saldırmalarına da maruz kalıyordu. Evdeyse her günün kabus gibi
sıkıntılarının yanında bir de o kabusun zirve yaptığı klasikleşen
Cumartesi ateşi vardı: yani her Cumartesi evde kızılca kıyametler
kopuyordu. Yanısıra Selim okula gitmeyi kesinlikle istemiyor, büyük
direnç gösteriyordu. Sorun vardı ve bu çok aşikardı.
Mutsuzdu
Selim, çok daha mutsuzduk biz. Bu dönemde bir gün Selim’in fotoğrafını
çekmek isterken bana şunu dedi: lütfen beni çekme anne, kendimi
fotoğraflarda görmek istemiyorum. Şaşırarak; neden, dedim. Çünkü çok
tipsizim, kendimi görmeyi sevmiyorum, dedi. İrkildim ancak geçici birşey
zannettim. Bir başka günse; kendimi aynada görmeye dayanamıyorum,
kendimden nefret ediyorum, dedi. Bu cümlelerle dehşete düşmüştüm işte.
Zira tipik bunalım alametiydi bunlar ve belli ki bir anlık bir
geçicilikte değildi. (Ki çok sonra çok net farkettim ki depresyondaymış o
dönem Selim, fotoğraflarını bile görmek yeterli bunu düşünmek için.
Öyle durgun, öyle uzaklardaki bakışı hep. Şu an o fotoğraflara bakmaya
hiç elvermiyor içim.)
Benim için
Selim’in ağzından böyle sözler duymak çok acı vericiydi. Zira Selim hep
çok özgüvenli ve kendiyle gayet barışık bir çocuktu, bu söyledikleri bu
yüzden beni daha da üzüyordu. Bu konuşmaların ertesinde o dönem çok
artan gece bağırmaları epeyce yüksek bir tona ulaştı. Yanına gidip
sakinleştirmeye çalışıyor ancak hiçbirşey yapamıyordum; Selim gözleri
kapalı halde, gittikçe artan bir sesle, şuursuzca bağırmaya devam
ediyordu. Bense sebeplerini anlamaya çalışıyordum. Aslında olanı biteni
tahmin etsem de teşhisi koymak istemiyordum. Her zamanki gibi ya
tuvaleti gelmiştir, ya da hastalanıyordur, diyordum. Oysa derinlerde çok
iyi biliyordum ki; sinirleri çok bozulmuşsa, o gün onu üzen kuvvetli
birşey olmuşsa bağırır Selim gece yatınca.
İçim titreyerek sordum:
-Oğlum neden bağırıyorsun, tuvaletin mi var?
-Iğğğgghhh, hayıııırr!
-Bir yerin mi rahatsız, ağrın falan mı var?
-Hayır anneeeeeaaaa!..
-Peki neden bağırıyorsun?
-Çünkü ben deliyim, ben kötü bir çocuğummmmm!
Son
cümleyle beynimden vurulmuşa döndüm. Bir zamanlar kendinden hoşnut bir
çocuğun kendinden nefret edecek duruma gelmesi, kendini alaşağı görmesi,
bunu da uyurken ve kendinden bihaberken dile getirmesi dehşete düşürdü
beni. İ. yi uykusundan uyandırdım ve: -ben çocuğumu kaybetmek
istemiyorum, Selim okula gitmeyecek!- dedim. Şaşırdı İ., anlattım.
Sabah
olduğunda Selim hastalanmıştı. Buraya geldiğimizden beri nüksetmeyen
Alerjik Astım hastalığı bir anda ortaya çıkmıştı. Böyledir zaten Selim
çok sıkıştığında mutsuzluğundan hasta olur, daha önceki sorunlu okul
deneyimlerimden iyi bilirim.
Selim o
gün okula gitmedi. Ertesi gün de. Daha sonraki gün de… İ. panik olmuştu,
her gün yeniden okul yüzünden tartışır olmuştuk. Ben bir çözüm bulana
dek Selim’i okula göndermemekte kararlıydım, o ise bu dönemin bir
şekilde atlatılacağına ve okulla kızışmamak gerektiğine inanıyordu. Bu
dönemde Selim okul mevzusu açıldıkça şunu dedi; inşaallah iyileşmem de
okula gitmem. Başka bir gün de; ölseydim de okula gitmeseydim keşke…
.
TESPİTİM
Bu
cümleler bana yeterli ipucunu veriyordu. Ve ben kesinlikle şuna kanaat
getirdim o dönemde: Başta Başöğretmen dedikleri Müdire, sonra diğer
öğretmenler psikoloji ve pedagoji ilminden bihaber, düz ve sığ bir
eğitimci ve kesinlikle ehil değillerdi. Şu çok aşikardı; uyguladıkları
-sadece cezaya dayalı- yöntem hiçbir halta yaramıyor, yaramadığı gibi
durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Onlar klasik
yöntemleri ile durumu kotarmaya çalışıyorlardı, oysa ortada farklı bir
örnek: Selim ve farklı bir durum; Yabancı bir çocuğun uyum sorunu vardı.
Dolayısıyla onlarla istişare etmek de, işbirliği içinde olmak da büyük
bir zırvaydı. Bu yüzden alternatif neyse onu bulmaya uğraşacaktım.
.
ÖNERİM
Önerim şu
oldu: Bir çözüm bulana dek Selim kesinlikle okula gitmeyecekti! Çözüm
bulmak bir yıl sürse de, ben bu süreye rıza gösterecektim. Gerekirse
-Home Schooling- dedikleri evde öğretim, yaparım diyordum, gerekirse
geri döneriz, de diyordum (bunu ise en son düşünüyordum zira anladım ki
dünyanın her yerinde eğitim koca bir fiyasko ve skandal, bunu ayrıca
toparlayıp yazmak istiyorum) hasılı gözüm dönmüştü ve en uç noktaları
bile düşünüyordum. İ. ise araştırıyordu ve şunu öne sürüyordu: burada
okula gitmek mecburiymiş, sebep göstermezsek mahkemeye varabilir iş
diyordu. Ben de; amaaan, tv gazeteler ne varsa anlatırım, bu işin peşini
bırakmam, diyordum.
Ardından
aklıma şu geldi: Her bölgenin Council denen belediyemsi bir kurumu var.
Bizdekinden biraz farklı zira burada eğitim kurumları da buraya bağlı.
Ve bu Council’lerin acil durum telefonları var, destek hatları. Ben
ilkin İ. nin bu kurumla görüşmesini istiyordum. İ. ise bundan niyeyse
kaçınıyordu ama Selim’i okula götürmemek konusunda ne denli ciddi ve
ısrarcı olduğumu görünce bu fikre tamam dedi.
İ.
Council’in Eğitim Psikolojisi birimini aradı. (Ah keşke ben
arayabilseydim de derdini anlatacak denli bilememek o dili ne beter) Zor
durumda olduğumuzu belirtip yardım istedi. Bilgilerimiz alındı ve
aranacağımız söylendi. Ardından Council’un baş psiklogu bizi aradı ve
-şükürler olsun ki- bizimle aynı dili konuşan o olmuştu. O noktadan
sonra şunu çok net anladım;
Ben
psikoloji eğitimi almış biri değilim ama o öğretmenlerden ve hele ki
başöğretmenden kırk fırın ekmek öndeymişim. Evet, hiç de tevazu
göstermeyeceğim. (Bu da eğitimin fiyasko olduğuna ve aslolanın izan
olduğuna ikna etti beni) Çünkü psikolog tastamam benim düşündüklerimi
söylüyordu. Bunun özel bir durum olduğunu, bu çocuğa klasik ceza
yöntemiyle yaklaşılmayacağını, çocuğun o durumda kaybedileceğini, cezayı
tamamen unutmak, aksine iyi şeyleri öne çıkarmak gerektiğini vesaire
anlattı. Ve 15 gün sonraya randevu verdi. Bu sırada İ. :
endişelendiğimiz için çocuğu okula gönderemiyoruz, o güne dek nasıl
bekleyeceğiz, deyince psikiyatrist de; ben kendilerini arayınca emin
olun düzelecektir yaklaşımları, çocuğu okula gönderin, dedi. Zira hiçbir
okul bu türden bir sebeple aranmak, uyarı almak istemezmiş ve hemen
kendilerine çeki düzen verirmiş. Hele bizimki gibi methi çıkmış bir
okul. (Bu arada öğrendim ki okulun methinin tek sebebi; akademik
göstergelermiş, oysa ben sanmıştım ki tümden iyi)
O 15 günde
birşeyler kesinlikle değişti. En önemlisi Selim ceza almadı. Ama okula
gitmeye hala yanaşmıyordu. Bense akademik olarak bir gıdım
önemsemiyordum okulu. Canımı sıkkın; gitmesin, ödevimi; aman boşverin,
diyordum. Evi talan eden; giysilerini olduğu yerde bırakan, yediği
şekerlemelerin kabını dahi ortalığa atan, oyuncakları saçıp savuran,
sifonu çekmeyen çocuğa hiç ama hiçbir şekilde yüklenmiyordum. İ. ye de
diyordum; sen kendini kötü hissedince iş yapmak ister misin, tam aksine
bunalınca nasıl da bırakıyoruz işi gücü, bırak o da yapmasın, şimdilik
onun işini ben yaparım, yeter ki üstüne gitmeyelim, bir de bu yönden
sıkılmasın, dedim.
15 günlük
süre içinde Selim özel İngilizce derslerine başladı. Öğretmeni
anlamasının gayet iyi olduğunu, Selim’i buradaki pek çok çocuktan çok
daha zeki bulduğunu, okulun yaklaşımını da doğru bulmadığını söyledi. Ki
kendi de resmen öğretmenlik yapıyor. En önemlisi Selim’i sadece dil
yönünden desteklemedi, olayı da irdeledi, Selim’i çözmeye çalıştı ve
önemli birşey söyledi: Selim’in pek çok konuda aktif olduğunu, herşeyi
dinlediğini ve cevap verdiğini ancak konu okul olunca kesinlikle
duymadığını, kendini anında kapattığını ve bunun da birçok şey
anlattığını ekledi. Selim’in ağzından da pek çok şey aldı bu arada,
bizim öğrenemediklerimizi.
.
GOOGLE HANGOUT CANLI YAYINININ KAMERA ARKASI
Bu arada o
15 günlük arada okulda pijama günü vardı. Biz haberdar değildik. En iyi
ihtimalle; bize haber verdiler de gözden kaçırmışız, dedim (gerçi haber
postasında yoktu) en kötü ihtimalle de; bizi bilerek habersiz
bıraktılar, diyorum. Selim okula formasıyla gitti. Ve formayla giden tek
çocuk oydu. Çok kötü hissetti kendini ve hemen eve gidelim, dedi.
Haklıydı kötü hissetmekte; zaten normalde de diğerlerinden farklı ve
ayrı hissediyorken şimdi tümden belirginleşmiş olacaktı. Ben de gidip
üstünü değiştirelim geri geliriz, dedim. Hatta biz dönerken İ. de okulla
görüşüyordu. Geri gelecek vesaire demişti. Eve gittik. İşte o gün Ülker’le Google Hangout görüşmesinin olduğu
gündü ve çok zor bir gün oldu. Selim eve geldiğinde geri gitmek
istemedi, ben yayının provalarına koştururken pijamalarını zar zor
giydirdim, bir deneme görüşmesine, bir Selim’e gidip geldim, ikna
edemedim. Bu arada yayın zamanı yaklaşıyordu ve Selim evde kaldı.
Doğrusu o günlerde Selim’in okula gitmemesini de önemsemiyordum. Kötü
hissediyorsa kalsın diyordum ve kaldı Selim. Ancak tam canlı yayın
başladığında kapı çaldı ve karşımda resmi görevli belirdi. Of berbat bir
andı! Bir yandan görevliye koşuyorum, bir yandan söz vermişim yayına
çıkmışım, imdat istiyorum. Üstelik yayın sırasında görevliyi gören Selim
hüngür hüngür ağlamaya başladı, bir yandan da benden özürler diliyordu:
seni bu durumda bıraktığım için affet annecim, diyordu. Ben bir yandan
da sorun yok deyip onu teskin etmeye çalışıyordum. Yayında benim sürem
bitince apar topar okula götürdüm Selim’i yoksa iş büyüyecekti.
Neyse, geçti gitti.
.
PSİKOLOG GÖRÜŞMESİ ve ÖNERİLERİ
Derken Psikolog ile görüşme günü geldi ve şunlar oldu:
Psikolog
bulunduğumuz şehirde, yabancı çocukların eğitimi konusunda en tecrübesiz
bölgede olduğumuzu ve bu konuda eğitimcilerin kesinlikle deneyimsiz
olduğunu söyledi. (Ki ben de tastamam bunu diyordum; besbelli bir
tecrübeleri yoktu ama daha kötüsü alternatif üretecek zihniyette
değillerdi) (Zaten farkettiniz mi sistemi yerleşik ülkelerde sistemin
dışına çıkmak neredeyse ürperti verir kişilere, bu yüzden yenilenmeyi
direkt reddederler)
Ve okula şu talimatları verdi:
1-Cezayı kesin. Bir müddet görmezden gelin ve iyi davranışlarını öne çıkarın.
3-Haftalık
bir çetele hazırlayın; her gün neler olduğuna dair. Güzel
davranışlarını; -bunu daha sık yapmalısın- adı altında, kötü
davranışlarını; -bunu daha az yapmalısın- adı altında toplayın. (Bu
çetele bize hemen hergün geldi, karşılıklı notlarla anlaşıyorduk)
4-Selim’e
Türkçe notlar yazın. Bunun bir tür -Hoşgeldin- demek olacağını ve onun
kendini önemli ve iyi hissedeceğini belirtti. (Bu detayı çok sevdim,
kaldı ki bunu bize komşumuz Peter yaptığında ne kadar da etkilenmiştik)
5-Telefonla
ilk görüşmeden sonra Selim’i görmek için okula geldiğini ve onu mutsuz
bulmadığını, aksine topluca şarkı söylendiği sırada gülerek şarkılara
eşlik ettiğini ekledi. (Bu çok iyi geldi bana, hem biz yokken onu
ziyaret etmesi, hem de mutlu bulması Selim’i)
6-Selim’in;
playtime’lardan (oyun zamanı) nefret ediyorum, demesini çok
önemsediğini, en çok bunun üstünde durulması gerektiğini, bu yaştaki bir
çocuğun oyun zamanına dair bunu hissetmesinin önemli olduğunu ve bunu
düzeltilmesi gerektiğini ekledi. Yöntem olarak da; o zamanlarda topluca
oyunlar oynanmasını (Başlarında bir öğretmenle) ve Selim’in doğal ve
güvenli bir ortamda nasıl davranması gerektiğini de öğreneceğini
belirtti. (Evet Selim: en çok playtime’lardan nefret ediyorum, keşke o
zamanlar hiç olmasa, çünkü ben o zaman ne yaparsam yapayım, ceza
alıyorum, şikayet ediliyorum, demişti : Psikiyatrist de nasıl davranması
gerektiğine dair fikri yok, topluca oyunlarla sağlıklı davranışlara
yönlendirilebilir demişti)
Bu seçenek çok iyiydi zira başına ne gelirse sahiden playtime’larda geliyordu.
7-Selim’in
uzun vadede küçük yaş sınıfında kalamayacağını ve üst sınıfa
geçirilmesi gerektiğini, bu konuda desteklenmesini, gerekirse o
sınıflarla biraraya getirilmesini istedi. Bu sırada bize de spor
faaliyetlerini de önerdi.
8-Ve
Selim’in Üstün Potansiyel test sonuçlarını inceledi. Orada şöyle bir
madde var: Bu çocuk güvenli ortamda olmazsa, desteklenmezse zekasına
rağmen başarısız ve mutsuz olur. En çok bunun üstünde durmalıyız, dedi
Psikiyatrist. Çocuk potansiyel olarak ilerde bu önemli tamam ama daha da
önemli olan bu çocuğun kendini güvende hissedeceği, destekleneceği bir
ortamın sağlanması yoksa kaybedilebilir çocuk dedi.
9-En önemli şeylerden birinin de bu çocuğun üzerinden bu gerginliği, stresi almak dedi. (Zaten
ben de bu sebepten üstüne gitmeyi ve üst sınıfa geçmesi için
iteklenmesini uygun bulmuyor ve akademik değerleri umursamıyordum.)
Ve 2 ay sonrasına bir sonraki randevu verildi.
.
PSİKOLOG TAVSİYESİ SONRASINDAKİ GELİŞMELER
Sonrasında
neler oldu anlatayım: Öğretmenler denilenleri büyük oranda yerine
getirdiler. Cezalar kesildi. İyi şeyler öne çıkarıldı. Türkçe notlar
yazıldı ve bunlar tarafımızdan Selim’e anlatıldı: Bak, öğretmenin senin
için Türkçe öğrenmiş ve yazmış dedik, aaa, benim için mi, dedi ve
neredeyse böbürlendi.
Playtime’larda
öğretmenler biraz çemkirdi; neymiş çok bisküvi yiyormuş da oynamaya
zaman kalmıyormuş gibi… Ben Selim’i okula motive etmek için en sıkıntılı
günlerinde, normalde pek vermediğimiz bir sürü aburcuburu koyuyordum
çantasına, o zamanlarda belki biraz keyiflenir diye ama onlar bunu bile
mevzu bahis ettiler, bir de onlar eğitimci bense sıradan bir anneyim
sözde. Neyse!
Daha sonra
Selim’e yeni bir Buddy (Bir tür abi) verildi, ancak gözetimle. Birlikte
resimler yaptılar, kitap hazırladılar, toplu oyunlara katıldılar.
Ceza
almaktan kurtulan Selim’in stresi giderek azaldı. Selim arkadaşlıklarını
ilerletti. Sınıfta herkesle muhabbet kurmaya başladı. Neşeyle herkese
selam verir oldu. Karşılığında da neşeli selamlar aldı. Başına bir
sıkıntı gelse gidip öğretmenlerine anlattı. Hatta Başöğretmen hiç taviz
vermiyor diye en çok kızdıklarını ona şikayet etti. Ve… İngilizcesi
çözüldü. Şükürler olsun şeker gibi anlaşıyor şimdi. Hatta suskun
günlerinin intikamını alıyor bol bol. Nitekim öğretmeni şunu yazıyor
çetelesine bir süredir: hep kendi konuşmak istiyor, konuşanların
konuşmasını bölüyor vesaire. Daha az yapmalısın bölümüne tabii. Daha sık
yapmalısın kısmına ise: iyi okuyor, iyi hikaye anlatıyor, iyi hikaye
yazıyor vesaire..
Selim
sadece 3 kez özel derse katıldı. Öğretmeni bundan sonrasına gerek yok
gerisini doğal komünikasyonla çözer zaten, dedi. Bir anne bana: ilk
sömestra dek sabredin, göreceksiniz çözülecek o zamana dek dili,
demişti, sahiden de öyle oldu, hatta öncesinde stresi azalınca çözüldü
hemen dili.
Hasılı,
trilyon kez şükürler olsun ki, pek çok şey büyük oranda düzeldi.
Selim’den en son şunu duydum örneğin: I Love My School (okulumu
seviyorum). Bu kelime meğer ne kıymetliymiş bir ebeveyn için. Allah
herkese göstersin:)
.
Geçen
hafta okula bir öğretmen gelmiş. Büyük bir tevafuk; Türkçe pek çok şey
biliyormuş bu öğretmen. Bir gün Selim’le özel ilgilenmiş. Türk Bayrağı
çizmişler, üstelik Selim bir kendine, bir de kardeşine yaptırmış, okula
belli Türkçe işaretler, yazılar asmışlar, Selim büyük heyecanla anlattı
bu günü. Yanısıra matematik desteği veriyor öğretmeni. Anne biliyor
musun sınıfta sadece bana toplama, çıkarma veriyor öğretmenim ve daha
çok istiyorum, diye böbürleniyor şimdi. Ama hala 2. sınıfın gerisinde.
Öğretmeni şu an geçerse o sınıfta geride kalan çocukların grubuna
alınır, bence yapmayalım diyor. Bense hiç gitmiyorum üstüne kendini
tümden rahat hissetsin istiyorum. Alışmaz inşaallah bu hale. Geçen sene
anasınıfında şimdikinden kat be kat disiplinli ve sıkı çalışıyorken
şimdi tam bir rehavet içinde. Gerçi gördüğüm kadarıyla tüm dikkatini
İngilizce’ye vermiş. Kelime köklerini delice irdeliyor, Türkçe’yle
kıyaslıyor, karşılaştırıyor, şükürler olsun iki dilde de okuyor, yazıyor
(bazen karışıyor ama olsun:)) ve bence dilin matematiğini çözmeye
çalışıyor. Şimdi yeniden İngilizce dersleri olacakmış okulda, bence
artık gerek yok ama.
.
PSİKOLOG İLE EN SON GÖRÜŞME
Ve
geçenlerde Psikiyatrist ile son toplantı oldu. Ben sandım ki
öğretmenleri durumun düzelmesini yöntemin değişmesine bağlayacak ve
bundan kendilerine ders çıkaracaklardı. Ya da bu olayı tecrübe kazanmak
açısından bir lütuf olarak göreceklerdi. Yanılmışım! Sığ eğitimcilerin
psikozu her yerde var demek ki. (Kimse benim güzide ülkemin herşeyini
yerden yere vurduğu gibi, öğretmenlerini de yerden yere vurmasın gayri)
Cümleye şöyle başladılar:
O ilk toplantıdan sonra ne olduysa oldu, Selim o günden beridir çok değişti!
Yani
yöntem değişti, biz değiştik ve işler iyi gitti değil, Selim’e birşey
oldu ve Selim değişti. Zaten yanlış tümden Selim’deydi.
Acıklı bir cümle ama üstünde durmayacağım!
.
Selim için
üst sınıfta ısrarcıydık biz. Ancak İskoçya eğitiminde aslolan yaş değil
akademik durummuş. Yani Selim 2. sınıfın toplama ve çıkarma işlemlerini
henüz tam olarak yapamıyormuş. Oysa mesele salt bu değil ki; Selim
bebeklerle ola ola yaşıtlarıyla anlaşmaz oldu. O minicik çocukları
parmağında oynatıyor ama mahallede yaşıtı bir çocuk var ona da aynısını
yapamadığından ve ikisi de liderlik tasladığından kafa kol giriyorlar
birbirlerine boyuna. Hem ben akademik olarak peşine düşmedim ki,
önceliği oğlumun rahatlamasına, stresini atmasına, kendini iyi
hissetmesine verdim, akademik başarısı bu durumda umrumda bile değil
dedim. Gene neyse! Bence bunda ısrar etmeliyiz. Ben 5 yaş çocuklarıyla
birarada olmasına razı değilim. Zira bir başka şehirde bir başka Türk
çocuğunu 3. sınıfa almışlar direkt, demek ki olabiliyor diyorum.
Öğretmeni de hazır alışmışken yeniden düzenini bozmayalım diyor. Bir de
neymiş sınıfta bağırıyormuş, demek davranış olarak da hazır değilmiş 2.
sınıfa. Belki de okul değiştirmeliyiz bilmiyorum ama artık değişiklikten
de çok korkar oldum. Bir de artık elim hep yüreğimde. Bu kez de acaba
Psikiyatrist aradan çekilince bu insanlar gene eskiye döner mi diyorum.
Belli mi olur, belki Selim’i dertsiz başlarına dert açan bir sıkıntı
olarak görüyor ve ona da, bize de diş biliyorlardır. Zaten Christmas
gösterisinde tüm esmerleri koroya toplamışlardı niyeyse, bu da içimde en
kibar ifadeyle ayrımcılık yaptıkları hissini doğurmuştu. Neyse, güzel
düşünmek ve güzel bulmak istiyorum inşaallah ama uyanık da olmak
istiyorum.
.
(Fotoğraf internetten alınmıştır)
.
SONUÇ VE TAVSİYE
Bu yazıyı yazmamdaki en büyük amaç; şunu öğütlemekti benzer durumda olan birilerine:
“Yurt dışına yerleşecekseniz ve okul çağında çocuğunuz varsa, ya da yurt dışında yaşıyorsanız ve çocuğunuz o ülkenin dilini bilmiyorsa kimseyi dinlemeyin! Çocuğunuza alıştığı güvenli ortamında yaşayacağınız yahut yaşadığınız ülkenin dilini ne yapın edin öğretin! Çocuğu şaşkın ördek gibi o yabancı ortamın içine atmak ve -aman çocuk değil mi, çarçabuk öğrenir- kolaycılığına kaçmak, HATA, HATA, HATA!O çocuğun o dili ne şekilde öğrendiğini, ne tip sıkıntılar çektiğini bir kendi, bir de Allah bilir.Şimdiki aklım olsa, ne doktorumuzu, ne pedagogu dinlemez sadece içgüdülerimi dinlerdim. Zira çok kolay öğrenir, önden öğretmenize gerek yok, boşuna endişelenip onu da endişelendirmeyin, cümlelerini kulak arkası eder, en doğruyu salık veren ve; Selim’e oyun yoluyla, İngilizce öğretecek bir abi yahut abla bul, diyen içgüdülerimden vazgeçmezdim.”.
Şimdi
Kerim’in de öğrenmesi için çok teşvik ediyorum onu. Seneye o da Nursery
denen kreşe başlayacak inşaallah, ve sıkıntı çekmesin istiyorum.
Bir de,
bana yorum yazan tecrübeli annelerden birkaçının dediği gibi: dünyanın
en gelişmiş ülkesi de olsa, bir problem olduğunda dişinizi göstermeniz
gerekiyor. Siz kibarlık yaptığınızı sanıp sessiz durdukça maalesef
yeteri kadar dikkate alınmıyorsunuz. Ortalığı ayaklandırmak gerekiyorsa
yapmalısınız bunu tabii yoluyla yordamıyla.
.
BÜYÜK TEŞEKKÜR
Gelgelelim
bir diğer önemli meseleye. Ne yapacağımı bilmez halde sağduyumu ve
soğukkanlılığımı kaybetmişken çok değişik fikirler veren, ufkumu açan,
hiç birşey yapamasa bile -tecrübem yok ama yanınızdayım- diyecek kadar
bana yakın duran, hakiki destek veren, duasını esirgemeyen, içimin alev
alev yandığı sırada; -Hac’da Kabe’ye karşı durduğumda aklıma geldiniz ve
size dua ettim- deyip içimi billur gibi ferahlatan ve o gün iyi
şeylerin olacağına dair ümidimi arttıran, İskoçya sizin için Hz.
İbrahim’in atıldığı sular gibi serin ve selametli olsun, diyen,
sessizliğimde ya da çaktırmadığımı sandığım günlerde bana blogunda özel
yazı yazan ve yazdıklarıyla yüzümü asıl tarafa dönmeme vesile olan, Sart
ettiğim andan itibaren yükümün hafiflediğini ve iyileşmelerin olduğunu
kesinkes farkettiğim -Allah bize yeter, o ne güzel vekildir- in dilime
pelesenk olmasına vesile olan, -Selim’in olaylarla kendi kendine
başetmesini beklemeyin, bunu demek için ortamın güvenli olması gerek ve o
henüz çok küçük- diye bana mailler atan ve farklı bakış açısı katan,
üstelik farklı bir gözün tavsiyesiyle İ. nin de olayları daha fazla
ciddiye almasına vesile olan, düştüğümde beni silkeleyen, yapmam
gerekenleri madde madde listeyen, kritik öneriler veren, edindiği
tecrübelerle: kibarlık yapma, git gerekirse eşinin yanında pis pis
Türkçe konuş, diyen ki; o mesajla eşim diklenmeye başladı ve ben anladım
ki ses çıkarmak çok daha faydalı, sular durulmuşken ya da aslında
içimin kazanları en hararetli şekilde yanıyor ve ben çaktırmıyorken,
daha doğrusu konuşacak takati dahi bulamıyorken unutmayıp benimle
irtibata geçen, Selim’e postalar, hediyeler gönderen, bana mailler
gönderen, yorum yazan, mesaj atan, Facebook, Twitter ne varsa her
kanaldan ulaşan, adlarınızı tek tek veremem, keşke verebilsem, ama siz
biliyorsunuz kendinizi, hepiniz, her biriniz çok kıymetlisiniz.
Zor günümde yanımda olan herkes; siz nasıl benim yanımda olduysanız dar zamanımda, Allah da sizin yanınızda ve yardımcınız olsun daima.Ve darlık, sıkıntı göstermesin size asla!
Ben bu
blogu bırakamıyorum bu yüzden işte. Hiç bilmediğim insanların bana
gıyabımda dua etmesi bile tek başına çok yeterli ve önemli bir sebep
burada kalmak için. Böyle nimet nerede görülmüş ki. Şükürler olsun bin
kez, yüz kez hem de. Ve sayısız teşekkürler herkese.
.
————————————————————————————————————————————————————————
(Aldırmayan
tanıdıklarıma ise gönül kırıklığıyla istemeden mesafe koyduğum, yalancı
muhabbet meclislerinden kaçındığım da doğrudur. Hele bu dönemde tek
kelamımı okumayıp, kendi derdiyle iştigal etmemi isteyen; tanıtım
bekleyen, reklam isteyen, çıkar gözeten bencillerle kesinlikle irtibatım
kalmamıştır. Elimde değil, kin gütmek değil benimkisi kırılmak çünkü.
Bu yüzden uzak durduklarım çemkirmek yerine oturup da düşünsün derim)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder