Babam
vefat ettiğinde 1 yıl boyunca, istisnasız her gece okudum ona. Bu
vesileyle aklıma düşen birçok ismi de katıyordum dualarıma. Annemin
dediğine göre o sırada aklına gelen isim, senden dua beklermiş ve bu
yüzden onun da ismini zikretmek gerekmiş. Okumalar kısa sürerdi de bu
isim söyleme kısmı uzardı da uzardı. Hatta aklıma öyle isimler gelirdi
ki ağzım açıkta kalırdı. İşte o dönemde hiç atlatamadan ismini
zikrettiğim iki isim vardı: biri Barış Manço, biri de Cem Karaca.
Aylar
süren bu zamanlarda ismini zikrettiğim pek çok kişiyi o dönem gördüm
rüyamda. Kimi kalabalıklar içinden gelip beni selamlıyor, kimi sadece
tebessümle karşılıyor, kimi de gelip yanıma oturuyor ve uzun süre
benimle muhabbet ediyordu. Yanıma oturup muhabbet edenlerden biri; canım
Cem Karaca’ydı.
Ben
rüyalarımın çok azını hatırlarım, ama bu rüyanın cismi de, verdiği hissi
de çok berrak durur zihnimde hala. Uzaklardan gelmişti Cem Karaca,
vefalı bir dost gibi uğramıştı sanki bana. Oturmuştu yanıma. Bir abi,
bir baba gibi sokuldum ben de yanına. Aramızda kelimeler yoktu ama kalbi
bir muhabbet vardı. Sonra kalktı ve gitmeye davrandı; gitme, dedim.
Gitmem lazım, dedi. Gitmesini gerektiğini hissediyordum, ki bu rüyayı
anımsadığımda dahi yeniden hissediyorum gitmesi gerektiğinin verdiği o
hazin yanmayı, gitme dedim gene. Gitmem lazım dedi. Gideceğini bilmenin
verdiği o buruk his ve üzüntüyle; gitme dedim bir kez daha, gitme
n’olur kal biraz daha. Gitmem lazım dedi gene. Öyle ciddiydi ki gitmesi
gerektiğini söylerken, kalben konuşuyor anlaşıyorduk sanki nedenleri
üzerine. Derken ben kaldım orada ve o gitti. Uyandım.
.
Ben
bugünlerde gene Cem Karaca ve Barış Manço dinliyorum fazlasıyla. Bir de
Aşık Veysel bolca. Yazmak için taslaklarımda bekleyen yazılar var onlara
dair. Ama birikim gerek, emek gerek, araştırmak gerek, zira öylesine
anlatılacak gibi değiller. Tek bildiğim; filozof sanatçılar bu insanlar,
alim insanlar. Basitçe şarkı söylemek, şiir yazmak değil asla
yaptıkları. Hücrelerine dek zerkedilmiş, sahici, hakiki ve ummanlar gibi
ilhamla donatılan pek özel insanlar bunlar. Ve o muazzam birikimi bu
şekilde açığa çıkarmışlar.
Barış Manço demişti ya; kırk yılda bir gelir Barış gibisi. Bence 100 yılda bir gelir böyleleri.
.
Ben
bugünlerde çok özlüyorum hepsini. Ve onları her anımsamamda olduğu gibi,
aşağıda Cem Karaca’nın söylediği ve sözleri Aşık Beyhani’ye ait güzel
türküdeki gibi, yaşıyorum -hazin hazin ağlar gönül- dizesini.
.
.
Ve şu kayıt: hem üçüne dair özlemimi gideriyor, ama hem de içimi fazlasıyla burkuyor.
.
.
Ben ne
zaman Barış Manço’ya baksam, mimikleri, el hareketleri, bakışı dahi öyle
hazin yapıyor ki beni. Sanki yıllarımı muhabbetle geçirdiğim bir aile
ferdi yahut bir dost idiydi de kaybetmişim şimdi kendisini. Sanki o
mimiklerin herbirinin bende mübarek bir hatırası varmış gibi acıyor
içim. Misal bu videoda Cem Karaca’yla paslaşmaları, o sıcak duruş,
samimi bakışlar, -bende- dediği çekincesiz ve canlı kısım, ya canım
Cemim Karacam, o mütevazilik, o hasetten yoksun birliktelik,
insancıllık, ah o edepli söyleyiş, birbirlerini ezme çabasından çok
uzakta o asil duruş ve Aşık Veysel’in muhteşem sözleri… Evet çok
özlüyorum ben bu güzel abilerimi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder