Burada
karşılaştığımız Türkler var, Kürtler var. Birkaç iyi adam dışında diğer
hepsinin bizi gördüklerinde ağız birliği etmişçesine sarfettikleri
ortak cümle: Bu berbat ülkede ne işiniz var?
.
Böyle konuşanların hiçbiri memnun değil burada olmaktan. Neden derseniz; maalesef milletimin pek çoğunun,
Olumlu konuşmayı aptallık sanarak bir köşeye attığı ve giderek unuttuğu, olumsuz konuşmayı ise maharet, meziyet ve hatta medeniyet saydığı gibi;
havası
berbat, insanı ırkçı, para biriktirilmiyor, pahalı diye sıralıyorlar tüm
olumsuzlukları. Ben dinlemeye yanaşmıyorum bu türden konuşmaları. Zaten
etrafımda ne zaman çokça şikayetlenen biri olsa, başka şeyler
düşünürken buluyorum gayri ihtiyari kendimi. Yıllar sonra farkettim ki,
olumsuz konuşmalar, olumsuz insanlar kara bir bulut gibi içine çekiyor
etrafındakileri ve bilhassa dinleyeni. O yüzden şikayetin genel hal
aldığı kişilerden, yerlerden uzakta tutmaya uğraşıyorum kendimi.
(Twitter da öyle ha keza, şikayet duvarı gibi oldu orası ve hiç cazip
gelmiyor bu yüzden bana)
.
.
İskoçya ve
tüm İngiltere; evet çok yağmurlu ve gökyüzü çoğunlukla bulutlu. Bu
benim gibi araba kulanmaktan aciz bir anne için bilhassa zor bir durum.
Hava yazın bile bizim iklimimize göre epeyce serin. Misalen şu an burada
Türkiye’nin kışını yaşıyoruz sanki. Kışı nasıl olacak diye düşünmüyor
değilim hani. Gerçi Petersburg’dan deneyimliyim; uzun geceler, kısa ve
karanlık gündüzler, sert soğuklar ve fazladan yağmurlar. Ve evet
İngiltere pahalı bir ülke. Irkçı derseniz henüz karşılaşmadım, inşallah
hiç de karşılaştırmaz Allah, ne beni ne de kimseyi, ama gelmeden de
duymuştum bunu: hele ki futbol fanatizminin vardığı nokta tehlikeliymiş
burada. Hasılı olumsuzluk görmek isteyen göze say say bitmez bu maddeler
asla.
.
“Ama ben, güzel ve ümitli düşünmek ve güzel görmek tarafındayım işin. Ki bin şükür güzel baktıkça güzel görüp, hayatımdan daha çok lezzet aldığım da kesin.”.
.
Tabii çokça yalpalamalarımı saymazsak.
.
.
.
Bakın benim tarafımdan nasıl İngiltere’de Olmak ve İskoçya Yaşamak:
.
-İskoçya’ya
gelmeden gittiğimiz bir göz doktoru İskoçya için şu tabiri yapmıştı:
Güneş çayırlara değdiğinde diyeceksiniz ki; Aman Allah’ım işte yeşil bu.
Şimdiye dek gördüğüm yeşil değilmiş meğerse. Ve tüm renkler olacak
böyle. Ben bundan ötesini yaşıyorum burada. Burada güneş açtığında ve
güzelim ışığıyla yeryüzünü donattığında; HD yayına geçiyor sanki dünya.
Ya da şöyle ifade edeyim; gözlük ve lens kullananlar daha iyi anlar
beni. Eski lensler yahut numarası değişmiş gözlükler atıldığında yeni
lens yahut yeni numaralı gözlük takarsınız ya, dünya netleşir,
berraklaşır, çizgiler keskinleşir işte tam öyle oluyor burası da.
.
-İskoçya;
doyasıya yeşil demek. Orman demek. Engin çayırlarla çepeçevre
sarmalanmak demek. Temiz mahalleler ve evler demek. Market yolunun bile
çayırlar ve çayırlara dağılmış; tepeleri beyaz öbekler halinde donatmış
koyunlar, güneşlenen atlar, otlanan inekler demek.
.
.
- İskoç
insanları demek kesinlikle sıcaklık demek. Gelmeden de haklarında iyi
şeyler duyduğum bu insanlara olan pozitif yöndeki kanaatim burada
pekişti diyebilirim. Zira şükürler olsun benim şimdiye dek
karşılaştıklarım; sıcakkanlı, konuşkan, ahlaklı ve edepli insanlar.
.
.
-Komşuluk
hakkını biliyorlar. Peter gibi diğer komşularımız da çok edepli ve iyi.
Misalen Ann teyzemiz var; onu da ayrıca yazmam gerek. Sol tarafımızda
yalnız yaşayan bir bayan var, çok girişken değil ama buna rağmen ilgili
biri. Bir kere bahçeyle ilgili birşey sormuştuk diye, her görüşünde
yardımcı olmaya çalışıyor nerdeyse bize.
.
.
-Selamlaşma
burada en sevdiğim şeylerden biri. Mahalledekiler zaten selam veriyor
bu tamam ama bir de hiç tanımadığım insanlarla karşılaşınca selamlaşmak
büyük bir keyif veriyor bana. En güzeli de şu; diyelim karşıdan bir
erkek geliyor, asla size direkt bakmıyor, sadece yakınınıza geldiği an
başını kaldırıyor ve aydınlık bir gülümsemeyle selamını verip başını
geri öne eğiyor. Benim öyle çok hoşuma gidiyor ki bu hal, tadını
çıkartmak istercesine; doyasıya ve gelene gidene selam veriyorum bu
sebeple. Hatta ayrıldığımızda hala ağzı açık ayran budalası gibi
sırıttığımı farkediyor ve elbette Deli bir Anne olarak bunun da suyunu
çıkartıyorum.
-Selim’in bana söylediği şu cümledeki gibi; -Anne illa ki selam veriyorlar ve teşekkür ediyorlar, illa ki!-
Evet aynen
öyle. Ben de Selim’e diyorum ki selam vermekten çekinme, neden biliyor
musun, gülümsemek ve selamlaşmak iyilik yapmak gibi çok kıymetli çünkü.
Sen birine selam verdiğinde ve gülümsediğinde iyilik melekleri derhal
yazıyor bu güzel hareketini. Öyle şaşırdı ve sevindi ki bu işe Selim.
Kerim dersen sürekli biçimde selam veriyor herkese.
.
.
-Kadınları
çok anaç. Zaten fiziksel olarak da o yapıdalar. Balık etliler
çoğunlukla. 3 çocuk burada çok normal. Ve sıklıkla daha fazla sayıda
çocukları var. Boy boy 4 çocukla gezenler, yahut büyük abi veya abla
yanında küçükleri ile gezen aileler çok. Kızları da aynı şekilde pek
anaç. Sanırım genlerinde var. Küçük çocukları ve bilhassa Kerim’i çok
seviyor ve samimane şekilde ilgileniyorlar mesela küçücük ablalar.
.
.
-Erkekleri
çoğunlukla cılız denecek denli zayıf, kadınları topluca. Onların
arasında olmak iyi bu bakımdan ama herşeye rağmen benden iyi
görünüyorlar. Zira bakımlılar ve ak paklar.
.
.
-Yaşlılarının
çoğu zayıf. Ve yüzleri pamuk gibi. Bir de yaşlı kadınların İskoç
ekosesinden etek, erkeklerin ise aynı kumaştan pantolon giymeleri çok
sevimli.
.
.
-Klasikleri
ve uyguladıkları ritüller var. Misalen, cuma akşamları dışarı çıkmak.
Restoranlar geç saatlere dek hareketli ve neşeli. Tabii meşhur pubları
var. Bir de bu akşamlarda genç yaşlı demeden çiftlerin elele tutuşarak
dolaşması ve kadınların çoğunun maksi elbise ve üstüne kot yelek
giymeleri var ki pek tatlı her biri. Ki ben çok severim maksi
elbiseleri.
.
.
-Bizdeki
gibi sıcak aile ilişkileri var. Babaanneler, anneanneler, dedeler
samimiyetle ve şefkatle torunlarıyla ilgileniyorlar. Okula, parka
götürenlerin bir kısmı onlar.
.
.
-Aileye
çok değer veriyorlar. Tarihlerine de. Misalen buradaki ilkokul çok
başarılı ama mahalledekiler çocuklarını buraya değil İskoç ilkokullarına
gönderiyorlar.
.
.
-Doğaya
karışmayı çok seviyorlar. Hafta sonunda, kısacık bir tatilde hemen
doğaya kaçıyorlar. Cuma gününden karavanlar çıkıyor garajlardan sokağa.
Ve tatil günlerinde yolda boyuna karavan oluyor mesela.
.
.
-Temizler.
Her türlü. Sabahları mis gibi şampuan ve sabun kokuyor kadınlar.
Sokaklar temiz. Evler ve dış mekanlar temiz. Tabii varoş olan yerleri ne
yazık ki böyle değil. Nitekim böylesi bir yerde markete gittik çok
berbattı her yer.
-Temizler.
Mahalleye sürekli temizlik şirketinden gelen insanlar var. Büyük
yıkamacılar ve bilhassa dışarıdaki camları silen insanlar. Ellerinde bir
merdiven, ceplerinde silecekler sıradan camları siliyorlar. Bir tek
bizimkini silmiyorlar çünkü sanırım baştan anlaşmalı geliyorlar.
.
.
-Birleşik
Krallık olarak düşünürsek; İngiltere kısmının daha disiplinli ve
kuralcı, İskoçya tarafının ise daha kural ihlalli bir yer olduğu
söyleniyor. Sıcakkanlı toplumlarda kural ihlali meyli hep var:)
.
-Sahipsiz
kedi, köpek yok sokaklarda. Onların yerine bol bol sincap var. Yansıra
bizim sokakta komşuların birkaç kedisi var. Pek rahat şekilde evimize,
arabamıza girmeye yelteniyorlar. Hatta geçende -Karamel- adlı gerçekten
karamel kıvamında olan bir kediyi sevmeye çalışmış Kerim ve kedi ısırır
gibi yapmış elini. Kerim’e sordum kızdın mı kediye diye, kızmadım kedi
bana kızdı, dedi ama sevgisi ve ilgisi gene de bitmedi.
.
.
-Trafikte
çok sakin ve saygılılar. Neredeyse hiç korna çalmıyorlar. Işıkta
durdunuz diyelim, birşeye daldınız ve gitmiyorsunuz, arkadaki bekliyor
öylece dakikalarca ve çalmıyor korna, taa ki siz farkedesiniz durumu.
-Ya da karşıdan karşıya geçiyorsunuz,
bu sırada yayaya kırmızı ışık yanmışsa bile asla ve kat’a siz tümden
kaldırıma çıkmadığınız sürece harekete geçmiyor araba. Oysa bizde
geçmese bile arabayı çalıştırıp gererler insanı, ne yazık ki..
.
-Şaşırdığım
birşey oldu burada; çok yağmur yağınca, caddelerde yoğun su
birikintileri olur ya, o birikintilere gelince asla yavaşlamıyorlar.
Bebekle yaya yürüyor olmanız ve arabayı kullananın bir anne olması dahi
değiştirmiyor bu gerçeği. Bu sebepten baştan ayağa çamura
bulanabiliyorsunuz.
.
.
-Tabii
trafik tersten akıyor burada. Bu çok fena. Hele benim gibi yön gücü çok
zayıf olanlar için tam bir kabus. Bu yüzden araba kullanamıyorum ki
zaten iyi bilmiyordum. Ben birgün yayayken bile sağ şeride bakmak yerine
sola bakmıştım da eziliyordum az daha.
.
.
-Tereyağları,
yoğurtları, çilekleri, elmaları, ekmekleri çok güzel. Bir de taze
sıkılmış meyve suları favorim. Ve her ne hikmetse Türkiye’ye göre epeyce
kolay ulaşılabilir ve hesaplılar. Bir de -Naan- denilen sade Hint
ekmeği var ki, çok sevdiğim ve çocukluğumdaki çöreklere benzettiğim.
.
.
-İngiliz usulü tek yemek Fish & Chips dedikleri, balık ve patates. Gerisi genellikle Hint ve Çin yemekleri.
.
-Hemen
herşeyi hazır ve kolay bulmak mümkün. Misalen; salatalar bile yıkanmış
halde poşetinde satılıyor, karışık sebzeler de öyle. Tıpkı Amerika gibi
bu bakımlardan. Bir tek haşlanmış yumurta satanını görmedim Amerika’dan
farklı olarak. (Esma’mın kulakları çınlasın)
.
-Stilleri
çok güzel. Özellikle erkeklerin. İngiliz asaletinin etkileri var. Klasik
çizgiler vesaireler. Kasketler, kazaklar, çapraz çantalar..
.
.
-Kesinlikle
çok nezih, estetik ve zarif zevkleri var. Eskiden de bilirdim, İngiliz
porselenin, kumaşlarının, markalarının güzelliğini ve kalitesini lakin
buraya geldiğimde gördüm ki azıcık koyversem alışveriş delisi olup
kalacağım. Zira herşey çok güzel. Vintage etkili bilumum şeyler,
nostaljik gelenler, yeniyle eskiyi nefis biçimde birleştirenler, retro,
chabby ne ararsan fazla fazla var.
.
.
-Amerika’da
TJ Maxx ile tanıştırmıştı Esma beni. Yüzlerce kallavi markanın, orjinal
parçanın iyi fiyata satıldığı bir yer olarak kaldı aklımda. Ama pek de
kaynaşamadım orayla. Derken buraya geldik. TK Maxx mağazasını gördüm. Ve
aynı mağaza olduklarını düşünerek bir bakayım dedim. Bakmaz olaydım.
Akıl çelici öyle çok şey var ki. Giysi vesaire kısmı umrumda değil, ben
ev eşyaları, mutfak eşyaları, kitaplar, defterler, aksesuarlar, tablolar
ve mobilyalara bayıldım. Düşünsenize, giysi çekmecelerine sermek için
kokulu olağanüstü güzel kağıtlar, porselen ve camdan yapılmış, çinimsi
dolap ve kapı kulpları bile var. Varın siz düşünün detayları.
Pek gitmek
istemiyorum aslında oraya. Hastalık ve bağımlılık yapabilir korkusuyla.
Hoş, kısmen yaptı ya. Bir de serde -Eşyadan Azade- olmak var sözümona.
.
.
-Bir de
Hobi-Craft mağazaları gördüm. Leb-i derya. İnsan aklını yer oralarda.
Herşeyden var. Kumaşlar, boyalar, kırtasiye malzemeleri, akla hayale
gelmeyecek binlerce tür şey. Hiçbirşey yapmayı düşünmeyen ben epeyce
yükle ayrıldım oradan. Ve hep Ayda‘mı düşündüm, o burada olsaydı diye.
.
.
-Burada
Marks & Spencer giysi mağazası değil. Yani giysi reyonlu olan
mağazaları da var ama esasında bildiğimiz market. Daha çok temiz,
organik tarım iddiasında olan nezih bir market izlenimi bıraktı bende.
.
.
-İskoç
aksanı ile İngilizce başka bir dil gibi geliyor kulağa. Bizde İstanbul
Türkçesi ile Diyarbakır Türkçesi gibi. Birgün kapımıza bir görevli
geldi, dinleyeyim belki anlarım dedim, ama öyle panik oldum ki
ardından, hiçbirşey anlamıyorum yabancıyım dedim ve bu dramı kestim.
İlk
geldiğimde de Burger King’e gitmiştim, hepi topu bir patates alacaktım
ancak kasadaki görevli öyle ağır bir aksanla konuşuyordu ki mümkün değil
anlamıyordum dediğini, üstelik anlaşmak için de delice ısrar ediyordu
ve aramızdaki bilinmezlik bir türlü çözülemiyordu, kabus gibiydi. O
gerginlik içinde ne verse kabulümdü ancak görevli görevini en iyi
şekilde ifa etmekte kararlıydı. En on ne sorsa evet dedim, bitirdim o
tuhaf hali. Ama o diyalogdan sonra bir daha kendime gelemedim. Epeyce
süre dizlerim titrek gezdim diyebilirim.
.
.
-Ev
sahibimizle tanıştık. 3 çocuklu bir aileymiş onlar. Ve ne tevafuk ki
onlar da tümden Yeni Zelanda’ya taşınıyormuş. Çok tatlı ve çok
yardımseverlerdi. Evdeki herşeyi tane tane anlattılar bize. Bir de fare
olayını sordum; bu evde asla ama asla fare olmadı dedi evin annesi. Çok
da iyi anlamıştı gözlerimdeki korkuyu ve endişeyi. Bu konuşma beni çok
rahatlattı. İnşallah asla ve asla olmaz bundan sonra da. Bir de
söylemeden geçemeyeceğim; evin annesi 3 çocuklu genç bir kadın, benden
topluydu düşününce ama hiç de öyle durmuyordu, öyle güzel ve bakımlıydı
ki. Kokoş değildi ama asla. nun da kocasının da pırıl pırıl parlıyordu
mavi gözleri. Samimilerdi gözlerinden belliydi.
.
.
-Herşeyde
oturmuş bir sistem var. Bu yüzden karmaşa ve kaos az. Zaten heryere
randevuyla gitmek şart. Polise, hastaneye, okula nereye giderseniz gidin
randevu almalısınız daima. Belki süre uzuyor ama gittiğinizde
beklemiyorsunuz asla. En azından biz beklemedik hiç daha.
.
.
-NHS denen
İngiltere’nin ulusal sağlık sistemi var. Buradan bizi aradılar ve eve
gelip ziyaret etmek istiyoruz dediler. Başta ürktük biz. Çocuklarla
bağırış çağırış acaba bir problem mi var, maazallah biri şikayet mi
etti, Allah biliyor ya Peter’dan bile şüphelendim. Ama geldiklerinde
anladık ki bilgi vermekmiş aksine niyetleri. Son derece sıcakkanlı bir
kadın görevli elinde bir torba dolusu broşür, kitap, boya kalemleri ile
Kerim için gelmiş meğerse. Gelişimi nasıl, bir problem var mı, varsa ne
yapılmalı, çocuğa nasıl yaklaşmalı, ne tür durumlarda NHS’ye başvurmalı
gibi şeyler anlattı bize. Uyku, tuvalet, kreş gibi sorularımızı son
derece ilgili bir biçimde yanıtladı. Ve Selim’in okulunun Nursery denen
kreşimsi yerine biz herhangi bir girişimde bulunmadan kaydımız için
başvuracaklarını söyledi. Burada 3 yaşından sonra gidebiliyormuş
çocuklar devlet kreşlerine ve sıra oluyormuş çok. Şimdiden sıraya
girdik, hayırlısı.
.
.
-Eve
girerken ayakkabı çıkarılması konusu kabusum oldu benim. Eve gelen
görevlileye bile çıkar demek beni düşündürürken eve birini davet etmek
ve -ayakkabınızı çıkarın- demek fikri dahi her türlü ayakkabı yıpratıyor
beni. Bir gün kapıya doğalgaz görevlisi geldi. Saati okuyacaktı. Rica
ettim ayakkabısı için, girmedi, siz okuyup söyleyin dedi. Bir başka gün
intenet için geldi biri, bu kez haberliydi gelişi, galoşları
hazırlamıştım, ancak görevli elinde galoşla uzun süre cebelleşti. Ben
ayakkabımı çıkarayım isterseniz, benim için sorun değil, dedi. Çok
mahçup olmuştu, ben daha çok olmuştum tabii.
Evsahiplerimiz
geldiğinde de İ. kapıda numune diye bırakmış ayakkabısını. Bir de ne
görelim, bizim birşey dememize gerek kalmadan çıkarmışlar
ayakkabılarını. Feraset dedikleri böyle birşey sanırım. Anlayış, izan.
Başka türlü bir kültüre yaklaşmayı biliyorlar en güzeli.
.
.
-Çok
kültürlü olmanın kattıkları çok buraya. Yukarıdaki örnekteki gibi farklı
bir kültürü yadırgamaktan çok anlamaya yönelik bir çaba var.
Okullardaki sistem, sıradan halkın yaklaşımı hep öyle. NHS’den gelen
bayan, inancımızı sorunca şaşırmıştım ben aslında. Ama bunu ayrımcılık
için sormuyorlar, bilmek ve doğru yaklaşımda bulunmak için soruyorlar.
Selim’in
okulunda yemek tanıtımı oldu. Verilen broşüre baktım, aylık yemek
listesinin tüm detayları var. Yemeklerde -helal- ayrımı bile var.
Vejeteryan da, diyet olanı da var. Ve gün içinde yiyebileceği en az bir
çeşit yemek var. Ve karışıklık olmasın diye yazdığımız bir not var her sabah öğretmenine, ona göre birini görevlendiriyorlar Selim’e.
.
.
-Burada en
sevdiğim şeylerden biri: Emlakçı sistemi. Yıllar önce bu konudan canı
yanmış biri olarak bizdeki emlakçı sisteminden nefret etme derecesine
gelmiş biriyim ben. Modern zamanların tefeciliği gibi geliyor hatta
bazen bana. En basit kiralama olayında dahi bir ev kirası bedeli alan
emlakçı bir daha hiçbir şekilde muhatap olmuyor ve ilgilenmiyor
kiracıyla. Burada ise tam tersi. Kira bedelinin 1/3 ünü alan emlakçı siz
isterseniz sonuna dek sizinle ve evle ilgileniyor. Girerken su,
elektrik, doğalaz gibi isim değişikliği işlemlerini onlar yapıyorlar.
Belediye gibi çalışan Konsul’e sizin için başvuruyorlar. Hasılı siz
oradan oraya koşturup bin türlü formalite ile uğraşmış olmuyorsunuz ve
ödediğiniz bedelin hakkını veriyorlar. Avantadan para kazanmıyorlar, bir
emek harcıyorlar ve bu parayı sonuna dek hak ediyorlar.
.
.
-Burada
taşınmak kolay. Birincisi yukarıdaki sebepten. İkincisi de; evlerde
genellikle beyaz eşya, gömme giysi dolapları, perdeler, avizeler ve
ampuller oluyor mesela. Sizin yapacağınız diğerlerini taşımak oluyor ki
bu da çok zor değil aslında.
.
.
-Yeni eve
taşınmak ile ilgili çok güzel bir sistem var: Boşalttığınız evi
temizlemek zorunluluğunuz var. Ya da girdiğiniz evi temiz almak. Hatta
bunun için oluşturulmuş özel temizlik birimleri dahi var. Benim annem,
bir yerden taşınacağı zaman asla
çıktığı evi pis bırakmazmış. Neredeyse eski evde ciddi temizlik
yaparmış. Çok önem verirdi buna, anlattıklarından bilirim. Ama herkes
aynı yapmadığından bazen içerlerdi. Burada bunun bir kural haline
getirilmesi karmaşayı önlüyor işte.
.
.
-Her an
bir festival, bir kutlama var. En basit kasabada bile sürekli bir
atraksiyon hali var. Misalen bizim oturduğumuz yerde minik bir kanal
var, oraya ait Kanal Festivali, Kitap Festivali vardı geçen ay. Bu ay
Çocuk Festivali, Aileler için Klasik Müzik Festivali, Cadılar Bayramı
Festivali, Ekim Festivali gibi çeşitli aktiviteler var.
.
.
-William
Wallace’a verdikleri çok büyük bir kıymet var. Onun adının verildiği
binbir çeşit yer var. Okullar, semtler, cafeler, publar, mahalleler
vesaireler. Misalen aşağıdaki yer Wallace Köyü. Ve onun bir dönem
saklandığı yermiş burası.
.
.
-Glasgow İskoçya’nın en büyük ve sanayi şehri olmasına rağmen trafik yok denecek kadar az. Burada Yavaş Yaşamak da, Yavaş Aile Hareketi‘ni
uygulamak da mümkün bu bakımdan. Telaş olmuyor genellikle, gerginlik
olmuyor. Tabii bizim hücrelerimize nüfuz etmiş gerginliğimizi ve
telaşımızı saymazsak.
Şunu da
çok iyi anladım bu vesileyle; büyük metropollerde yaşarken yavaşlamaya
çalışmak çok büyük çaba gerektiriyor ama yaşadığınız yer küçükse
yavaşlamak ister istemez içinize yerleşiyor. Hem de kolay ve kendiliğinden hayatınıza giriyor.
.
.
-Burada en
sevdiğim şeylerden bir diğeri. Şehrin merkezinin dışına çıkıldığında ve
House denen müstakil evlerin olduğu mahallere varınca, her sokağın
bitimi çıkmazla çıkıyor karşımıza. Yani en fazla 10-15 evden oluşan
sokaklara giren de çıkan da belli oluyor. Bu yüzden çocuklar buralarda
rahat oynayabiliyor. Zaten gelen araçlar da çok temkinli ve çok yavaş
geliyor.
.
.
Tabii
şehrin içinde yaşayınca ve hiç doğaya karışmayınca İskoçya; Glasgow
sıradan bir şehirden ibaret olabiliyor. Bunu da hesaba katıyorum. Ama
onun dışında son sözüm; İskoçya, Pek Güzel İskoçya!
Allah
sonuna dek bu hüsn-ü zan üzerinde, güzel düşünceyle kalmayı nasip etsin
bize ve herkese. Sonuna dek iyilerle karşılaştırsın bizi ve herkesi!
Sonuna dek İskoç insanları iyidir diyelim inşallah! Sonuna dek güzel
anlarımız olsun. Ve güzel anılar biriktirmeye nasip olsun İskoçya ya da
her neresiyse. Ve sonuna dek iyilik ve güzellik versin bize, size,
herkese AMİN!
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder