Into The Wild (Özgürlük Yolu)
diye çok sevdiğim ve hiç unutmadığım bir film var benim, burada da
defalarca bahsetmişimdir. 2007 yapımı, yönetmen ve yapımcılığını; çok
beğendiğim ve çok sevdiğim Sean Penn’in yaptığı, oyuncularının tümünün
bence çok başarılı olduğu, enfes müziklerini Pearl Jam’in etkileyici
sesi Eddie Vedder’in yaptığı, Christopher McCandless adlı bir gencin
hayatının anlatıldığı kitaptan uyarlanan ve etkisini üzerimden
atamadığım, doğrusu atmayı da hiç arzulamadığım bir film Into the Wild.
İlkini, doğa yaşamını çok seven abimin tavsiyesiyle izlediğim ve her
nerede rastlarsam; iç sızıma rağmen izlemekten vazgeçemediğim bir film.
Sahip olduğu herşeyi, cümle sevdiklerini, alıştığı tüm konforu ve
düzeni, karşısına çıkan tüm cazip teklifleri, aile, kariyer, para, aşk
ne varsa ardında bırakıp Alaska’ya kaçan ve orada vahşi yaşama karışan
bir gencin gerçek hikayesi Into the Wild. Gerçek olduğu için daha etkili
şüphesiz. İzlemeyeniniz varsa ilk fırsatta izlesin derim.
.
.
Çocukluğumda TRT 2′de yayınlanan ve çocukluk kahramanım olan; pek sevimli Bob Ross‘un
hazırladığı Resim Sevinci dersinden zihnime kazınan Alaska manzarası ve
sevdası bu filmle birlikte zirve yapmıştır bende. Bekliyorum birgün
orada da olmayı ve doğasına karışmayı hasılı. Neyse!
.
.
Chris’in
çeşitli karakterle çevrilmiş yol hikayesi Alaska’da son bulunca ve Chris
Alaska’ya varınca ve doğal yaşamla içiçe ve yapayalnız, insansız
kalınca mutluluktan mest olur. Hatta bazen bu mutluluktan sebep gözleri
dolu doludur. Ancak filmin son sahnelerinde yer alan en can alıcı
cümlesi de şudur: “Happiness is only real when shared = Mutluluk sadece
paylaşıldığı zaman gerçektir!”
.
.
(Filmi
izlemeyip hakkında fikir sahibi olmak isteyenler, hem de güzel müzik
dinlemek isteyenler aşağıdaki videoları izleyebilirler)
.Fi
.
Into The Wild Soundtrack – Long Nights – Eddie Vedder
.
.
.
Into The Wild Soundtrack – Society – Eddie Vedder
.
.
Into The Wild Soundtrack – Society – Eddie Vedder
.
.
İnanıyorum ben de kısmen bu cümleye. En azından mutluluğun paylaşılması dürtüsü gerçektir bence. Ve
gene bence sosyal medyanın; Facebook, Twitter ve blogların bunca
tutmasının belki en önemli sebebi saklı bu cümlede. Hele ki yurt dışında
yaşayanlarda daha çok görmek mümkün bu gerçeği. Sanki alınan en basit
şey bile bir şekilde birileri ile paylaşılmalıdır ki gerçekten mutlu
olunsun. Sanırım kişi kendince dünyanın en harikulade işini yapsa ama
bunu kimse bilmiyorsa ve kimseyle paylaşamıyorsa gerçekten mutlu
olmuyor, birşeyler eksik kalıyor gibi hissediyor. Benim de kendimi böyle
hissettiğim zamanlar oluyor. Misalen İskoçya’da gördüğüm güzellikleri
paylaşmak istiyorum ve paylaştığımda daha iyi hissediyorum.
Bugün gene
bu yönde birşey paylaşmak istiyorum. İnşallah sizi de mutlu etmeye bir
parça da olsa vesile olsun paylaşacaklarım ve ülkemizin üzerine ve
oradan hepimizin yüreğine çöken bu ağırlıktan bir nebze sıyrılalım. Ve
inşallah kötülüğü; güzele yönelerek savuşturalım ve iyiliği ortaya
çıkartalım.
Tüm bunları düşünürken Leyla İpekçi’nin
şu yazısını gördüm tevafuken, dünyanın olumsuzluğu karşısında kişisel
olarak ne yapabiliriz üstüne:“Sanat eserinin ‘canlı’ olduğuna ve eserinin sanatçıya şahitlik ettiğine inanan biri olarak, bugün fazlasıyla içine kaçmış olan ‘dünyanın ruhu’nu ancak ‘güzel sanat’la diriltebileceğimize ve ‘güzel’in anadili yaygınlaştıkça bu külli ruhtan payımıza düşen nurla hep birlikte güzelleşebileceğimize inanıyorum.”
Ben de
hissediyordum bunu ancak anlamlandıramıyordum böyle. Sanki elimizde bir
çirkin, bir de güzel var. İki zıt kutup. Hangisine verirsek ağırlığı
diğerinin kısılır sesi ve azalır baskınlığı. Ya da diyelim 5 birim
çirkinlik var elimizde o zaman biz en az 6 birim güzellikle çıkmalıyız
ortaya ki, en az 1 birim güzellik kalsın açıkta diye. Neyse daha fazla
saçmalamayayım ve bahsettiğim güzelliklerin birkaçını buraya koyayım.
İşte dünyanın en güzel müzikleri, en güzel sesleri : (Acemiliğimi mazur görün)
.
.
Selim’i
okuldan almak için yoğun yağmur altında beklerken kaydettiğim sesler.
Dünyanın en güzel seslerinden, en harikulade müziklerinden biri; bence
Yağmur sesi.
.
.
.
Gene Selim’i okuldan almak için beklerken kaydettiğim sesler. Dünyanın en harikulade şarkıları: Kuş şarkıları.
Gene Selim’i okuldan almak için beklerken kaydettiğim sesler. Dünyanın en harikulade şarkıları: Kuş şarkıları.
.
.
.
.
Bir diğer güzel ses; rüzgar sesi ve hele ki yüksek dalları ve yaprakları huşuyla dans ettiren ve masumca hareket eden.
.
Bir diğer güzel ses; rüzgar sesi ve hele ki yüksek dalları ve yaprakları huşuyla dans ettiren ve masumca hareket eden.
.
.
.
Ben o tek tük yaklaşan ve uzaklaşan araba sesini sevdiğimi de farkettim.
.
.
.
Ben o tek tük yaklaşan ve uzaklaşan araba sesini sevdiğimi de farkettim.
.
.
.
Ve gene
rüzgar sesi. Yaprakların rüzgarı bastıran enfes sesi. Ve bitimindeki
çocuk sesi. Lakin elbette okul kıyafetiyle çamur yapan çocuk sesi
değildi kastettiğim.
.
.
.
.
Ve harika güneşli bir İskoçya gününde, dalların arasından göz kırpıp duran çapkın güneş ve rüzgarsız ılık bir günde İskoç kuşlarının keyfetmesi gönüllerince. Dünyanın en güzel seslerinden biri bu bence.
.
.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder