26 Eylül 2012 Çarşamba

Özgürlük Yolu ve Dünyanın En iyi Müzikleri



Into The Wild (Özgürlük Yolu) diye çok sevdiğim ve hiç unutmadığım bir film var benim, burada da defalarca bahsetmişimdir. 2007 yapımı, yönetmen ve yapımcılığını; çok beğendiğim ve çok sevdiğim Sean Penn’in yaptığı, oyuncularının tümünün bence çok başarılı olduğu, enfes müziklerini Pearl Jam’in etkileyici sesi Eddie Vedder’in yaptığı, Christopher McCandless adlı bir gencin hayatının anlatıldığı kitaptan uyarlanan ve etkisini üzerimden atamadığım, doğrusu atmayı da hiç arzulamadığım bir film Into the Wild. İlkini, doğa yaşamını çok seven abimin tavsiyesiyle izlediğim ve her nerede rastlarsam; iç sızıma rağmen izlemekten vazgeçemediğim bir film. Sahip olduğu herşeyi, cümle sevdiklerini, alıştığı tüm konforu ve düzeni, karşısına çıkan tüm cazip teklifleri, aile, kariyer, para, aşk ne varsa ardında bırakıp Alaska’ya kaçan ve orada vahşi yaşama karışan bir gencin gerçek hikayesi Into the Wild. Gerçek olduğu için daha etkili şüphesiz. İzlemeyeniniz varsa ilk fırsatta izlesin derim.
.
.
Çocukluğumda TRT 2′de yayınlanan ve çocukluk kahramanım olan; pek sevimli Bob Ross‘un hazırladığı Resim Sevinci dersinden zihnime kazınan Alaska manzarası ve sevdası bu filmle birlikte zirve yapmıştır bende. Bekliyorum birgün orada da olmayı ve doğasına karışmayı hasılı. Neyse!
.
.
Chris’in çeşitli karakterle çevrilmiş yol hikayesi Alaska’da son bulunca ve Chris Alaska’ya varınca ve doğal yaşamla içiçe ve yapayalnız, insansız kalınca mutluluktan mest olur. Hatta bazen bu mutluluktan sebep gözleri dolu doludur. Ancak filmin son sahnelerinde yer alan en can alıcı cümlesi de şudur: “Happiness is only real when shared = Mutluluk sadece paylaşıldığı zaman gerçektir!”
.
.
(Filmi izlemeyip hakkında fikir sahibi olmak isteyenler, hem de güzel müzik dinlemek isteyenler aşağıdaki videoları izleyebilirler)
.Fi

.
Into The Wild Soundtrack – Long Nights – Eddie Vedder
.
.

.
Into The Wild Soundtrack – Society – Eddie Vedder
.
.
İnanıyorum ben de kısmen bu cümleye. En azından mutluluğun paylaşılması dürtüsü gerçektir bence. Ve gene bence sosyal medyanın; Facebook, Twitter ve blogların bunca tutmasının belki en önemli sebebi saklı bu cümlede. Hele ki yurt dışında yaşayanlarda daha çok görmek mümkün bu gerçeği.  Sanki alınan en basit şey bile bir şekilde birileri ile paylaşılmalıdır ki gerçekten mutlu olunsun. Sanırım kişi kendince dünyanın en harikulade işini yapsa ama bunu kimse bilmiyorsa ve kimseyle paylaşamıyorsa gerçekten mutlu olmuyor, birşeyler eksik kalıyor gibi hissediyor. Benim de kendimi böyle hissettiğim zamanlar oluyor. Misalen İskoçya’da gördüğüm güzellikleri paylaşmak istiyorum ve paylaştığımda daha iyi hissediyorum.
Bugün gene bu yönde birşey paylaşmak istiyorum. İnşallah sizi de mutlu etmeye bir parça da olsa vesile olsun paylaşacaklarım ve ülkemizin üzerine ve oradan hepimizin yüreğine çöken bu ağırlıktan bir nebze sıyrılalım. Ve inşallah kötülüğü;  güzele yönelerek savuşturalım ve iyiliği ortaya çıkartalım.
Tüm bunları düşünürken Leyla İpekçi’nin şu yazısını gördüm tevafuken, dünyanın olumsuzluğu karşısında kişisel olarak ne yapabiliriz üstüne:
Sanat eserinin ‘canlı’ olduğuna ve eserinin sanatçıya şahitlik ettiğine inanan biri olarak, bugün fazlasıyla içine kaçmış olan ‘dünyanın ruhu’nu ancak ‘güzel sanat’la diriltebileceğimize ve ‘güzel’in anadili yaygınlaştıkça bu külli ruhtan payımıza düşen nurla hep birlikte güzelleşebileceğimize inanıyorum.”
Ben de hissediyordum bunu ancak anlamlandıramıyordum böyle. Sanki elimizde bir çirkin, bir de güzel var. İki zıt kutup. Hangisine verirsek ağırlığı diğerinin kısılır sesi ve azalır baskınlığı. Ya da diyelim 5 birim çirkinlik var elimizde o zaman biz en az 6 birim güzellikle çıkmalıyız ortaya ki, en az 1 birim güzellik kalsın açıkta diye. Neyse daha fazla saçmalamayayım ve bahsettiğim güzelliklerin birkaçını buraya koyayım.
İşte dünyanın en güzel müzikleri, en güzel sesleri : (Acemiliğimi mazur görün)
.
.
Selim’i okuldan almak için yoğun yağmur altında beklerken kaydettiğim sesler. Dünyanın en güzel seslerinden, en harikulade müziklerinden biri; bence Yağmur sesi.
.
.
.
Gene Selim’i okuldan almak için beklerken kaydettiğim sesler. Dünyanın en harikulade şarkıları: Kuş şarkıları.
.

.
.
Bir diğer güzel ses; rüzgar sesi ve hele ki yüksek dalları ve yaprakları huşuyla dans ettiren ve masumca hareket eden.
.
.
.
Ben o tek tük yaklaşan ve uzaklaşan araba sesini sevdiğimi de farkettim.
.

.
.
Ve gene rüzgar sesi. Yaprakların rüzgarı bastıran enfes sesi. Ve bitimindeki çocuk sesi. Lakin elbette okul kıyafetiyle çamur yapan çocuk sesi değildi kastettiğim.
.
 .
.
Ve harika güneşli bir İskoçya gününde, dalların arasından göz kırpıp duran çapkın güneş ve rüzgarsız ılık bir günde İskoç kuşlarının keyfetmesi gönüllerince. Dünyanın en güzel seslerinden biri bu bence.
.
Bunlar da ilginizi çekebilir:

Hiç yorum yok: