Bugünlerde
işim gücüm Hayat. Ne kitap okumakla, ne film seyretmekle, ne yeni
birşeye özel bir zaman ayırmakla, ne bir kursa gitmek ve teoriyle yeni
birşey öğrenmekle ve hele ki ne günlük beyhude işlerle vakit kaybetmek
istemiyorum. Bugünlerde herşeyi bırakıp bir kenara, -kendimi okumaya
adamak- ihtiyacı hissediyorum. Bugünlerde pek çok şeyi ama en çok
kendimi ihmal ediyorum. Ne yediğime, ne giydiğime, ne uykuma dikkat
etmiyorum, çünkü bunlarla vakit kaybetmek en büyük zarar bana, oysa
benim çok, hem de pek çok ihtiyacım var zamana. Bugünlerde bunca
ihmalkarlığımın nedenlerini daha iyi anlıyorum; çünkü işler çok, vakit
az, zaman kıymetli, zaman dar ve ben de bunca dar zamanlarda kendime
vakit ayırmakla meşgulum. Aklım fikrim oradan buradan kurtardığım,
kaçırdığım zamanları kullanmakta.
Bazen
düşünmeye ama en çok okumaya ve okuduklarımla hallenmeye ihtiyaç
duyuyorum. Uzun süre aç bırakılmış bir hayvan gibi tek Hayat’ı okumak
istiyorum, Dünya’yı ve elbette ardında bıraktıklarını. Ki istemek
kelimesi de yanlış aslında burada, istemiyorum yoğun olarak öyle
hissediyorum. Büyük oranda ihtiyaç duyuyorum buna hatta öyle ki zaman
zaman aş eriyorum Hayat’ı okumaya.
Ne yana
baksam zihnimde aynı düşünceler. Şu anda öyle düzensiz ki bu düşünceler
yazıya dökmek dahi mümkün değil, değil ki dile gelsinler. Küçük hanemde
başlayan bu Hayat’ı okuma yolculuğu bazen evimdeki minik yavrularıma,
bazen komşularıma uğruyor, bazen okul yolunda beni buluyor, bazen
birinin bir sözünde ama en çok kalabalıklar arasında zirve yapıyor.
Hazla birlikte henüz kelimelerle somutlaştıramadığım hüzün paslaşıyorlar
boyuna içimde, zihnimde ve her yerde.
Sanırım bu
yüzden göçmeyi seviyorum bir de. Sanırım bu yüzden yolları, yol
hikayelerini, gitmeyi, kalabalıklara karışmayı seviyorum. Ve sanırım
bünyem okumaya açken gitmem gerekken gitmeliyim de ben. Yeni yollar,
yeni olaylar, yeni hikayeler okumalıyım, biriktirmeliyim ve yazmalıyım
zihnimden.
Okumak
sözkonusu ise bunu her yerde yapmak mümkün. Bazen okul yolunda
karşılaştığım tek bir insan bile çok şey anlatıyor bana. Bazen
yavrumlarımı salimen seyrettiğim zamanlarda okuyorum boyuna. Ama en çok,
insanı bol yerde coşuyorum ben hala. Nitekim Edinburgh’a gittiğim bir
hafta sonundan kalma bu kareler, Festival’den ziyade Festivalin bende
bıraktığı izlenimler bambaşka bir fırsat ve bambaşka bir haz oldu bana.
Şükürler olsun içimdeki coşkuyu ve tutkuyu benden ziyade anlayan ve bana
altın tepsiyle sunana.
Not:Buradaki bazı karelerin devam niteliğindeki, daha doğrusu ilki niteliğindeki Edinburgh Fringe Festival kareleri için tıklayın.
.
Çocuklar; hayatın en saf, en masum hali. Her hallerine bakmak keyifli. En çok çocuklarda okumayı seviyorum hayatın arı halini. Kendi çocuklarım olduktan sonra dikkatimi büyük oranda onlara ve en çok da onların ihtiyaçlarına verdim ve ne yazık ki dış okumaları ve onların keyifli yanını kaybettim. Şimdi emekleyen bir bebek gibi yeniden kazanmaya çalışıyorum bu yetimi sanki.
.
Ah, o gençliğin ilham veren enerjisi. Ve çekincesizliği ve cesareti ne güzel şeydir. Lakin o da hiçbirşey gibi baki değil, dünya üzerindeki herşey gibi o da fani, o da geçici. Gün geliyor o da geçip gidiyor hayatımızdan birçok şey gibi.
.
Hayat, tam da son iki fotoğraf gibi. Bazen biri, bazen öteki alır ön sahneyi.
.
“Life is what happens to you, while you’re busy making other plans…” John Lennon’un Beatiful Boy adlı parçasından harika bir mısra. Yani demesi o ki; Hayat sen başka şeyler planlarken başına gelenlerden ibarettir!”.
Festivalin kalbinde yer alan bu yerde bir İskoç düğünü vardı. Hayat bir yerde birileri için en can alıcı şekilde ilerliyordu. Ve bu düğünde ne mutlu ki yöresel kıyafetler giyiliyordu.
.
Bir anne teması, bir çocuk yüzünde nasıl da büyük bir gülümsemeye, ışıltıya neden olabiliyordu. Hayat biz çocukken en çok annelerimizde, şefkatle ve koşulsuz sevilmekte sanırım.
.
Düğünün olduğu yerde ne ilginçtir ki, Türkçe konuşan pek fazla insan vardı.
.
Bunlar ise benim için en etkileyici olan karelerden biri. Burada gördüğünüz her tipleme, bu festivalde kendi gösterisinde başrolde olan insanlardı. Derken yürürken bir aşağı bir yukarı -High Street- denen bu caddede tam da bu yerde farkettim ki, sahne arkası burası. Derhal orada bulduğum bir banka konuşlandım ve izlemeye başladım. Gösteriler iyi tamam ama şu günlerde beni onlardan ziyade gösteri sonrası gerçek hayat ve bu hayata inmek ilgilendiriyor görüldüğü üzere.Misalen rastalı gencin önce oyuncu iken birden kıyafetini çıkarıp, seyirci olması, o Uzakdoğulu kadının sahnede son derece romantik, estetik, hüzünlü ve gizemli dansının ardından sahne arkasında sıradan bir anne olması, eşinin ve bilhassa bebeğinin onunla durması, bebeğin ona sıcacık ve sevgi bekleyen bakışı, sıradanlaşıp beklemeleri birşeyleri, ardından o renkli ve boyalı gizemli kadının, büst şeklini alan gençle konuşmaları ve büst şeklindeki gencin valizini toplayıp oradan ayrılması benim için izlemesi pek keyifli bölümlerdendi.
.
Festivalde çocukların en çok ilgilendiği performanslardan biri. Hele ki performans bitince gidip de şişeye para atmaları vardı ki çok güzeldi. Kimi düşürdü parasını, kimi gitmeye çekindi, kimi tam gidecekken yolda gördüğü bir çöple tüm görevini unutup ihmal etti, hasılı çocukların masumiyetine denk geldiğim bu sahne benim için pek kıymetli ve keyifliydi.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder