Bilmezdim
hiç, görmeden önce. Bilmezdim hiç ne var, ne yok bakmadan önce.
Sanırdım ki her kırlarda durur onlar. Oysa göz görünce çıktılar ayyuka.
Kaldırım kenarlarında, bazen parklarda ama çoğunlukla bakımsız
alanlarda… Kısaca göz görmeye alışınca bu betonarme yapılar arasında
dahi göz kırpıyorlar bakana ve sesleniyorlar adeta: hişt, biz buradayız,
bize baksana!
Öyle
güzeller ki, hele bazıları öyle nadide ve öyle özel ki. Kır
çiçeklerinden bahsediyorum; hatta Gelinciklerden. Sadece kırlarda hatta
hayal aleminde görülebildiğini sandığım Gelinciklerden. Hem de kırmızı
değil, biri açık lila, biri somon rengi… İkisi de hem İstanbul gelinciği
olması bakımından, hem de renklerindeki harikuladelik bakımından pek
özellerdi. İstanbul öyle bir şehir ki, farklı yaratılmış Gelincikleri
dahi.
.
.
Sonbahar’da
Eylül ne ise, İlkbahar’da Mayıs odur benim için. Her iki ay da benim
için özeldir. Eylül içine çekilmeyi, Mayıs dışa açılmayı anımsatır.
Eylül gelen serinliğin, Mayıs’sa gelen sıcaklığın temsilidir. Biri
donduran soğuktan uzaktır, biri yakan sıcaktan. İkisi de ılımanlığı
anlatır. Biri yere düşmüş rengarenk yaprakları, bu yaprakların
oluşturduğu muazzam manzarayı ve serin esen rüzgarı, diğeri en sevdiğim
meyvelerin zamanını, canlanmış ve cıvıl cıvıl olmuş doğayı ve ılık esen
rüzgarı anımsatır. Şimdi düşünüyorum da eğer iki kızım olsaydı;
muhtemeldir ki birinin adı Eylül, bir diğerinin adı Mayıs olurdu. Hem ne
güzel olurdu.
Ben bu Mayıs ayında Kadıköy çarşısındaydım.
.
Kadıköy
Çarşısındaki ilk fotoğraf: kuturulmuş Yasemin. Bir altındaki ise
kurutulmuş Gül. Hani çaylarda kullanılan. En alttaki fotoğrafa gelince,
Un helvası gören ve bu anı unutulmaz kılmak isteyen sevgili kocamın
halidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder