Önceki
gün Nakliyeciler geldi. Ben derhal çocukları aldım, odalarında kah
bilgisayarda oynattığım filmle, kah elde kalan bir iki oyuncak araba ile
oyaladım. Dışarıya çıkamadık zira kalacak-gidecek eşyaları söylemem
gerekliydi.
İnimize
çekilmiş gibiydik. Görevliler uzun süre bize dokunmadı. Zaten bir kez
dokunmaya kalktıklarında Kerim hem hastalık, hem 2 yaş sendromunun zirve
haliyle öyle bir karşılık verdi, görevlileri öyle bir püskürttü ki
hızla terketiler olay mahallini. Herşeyin götürüldüğüne acıyla şahit
olan ve olayın vehametini kavrayan Kerim elinde kalan son Şimşek Mcquin
tırı ve arabası için canhıraş bir mücadele sergiledi. Ellerini Pepee
misali kavuşturmuş, yüzü kelimeyi çıkartmak için türlü aksiyonlara
girmiş halde : ve-mem aa-bayı (vermem arabayı) VE-MEM! Amcalar almasın,
annem almasın, dedi ve diretti. Eşyaları vermek için Kerim’i bağırış
çağırış içinde uyutmamız gerekti.
Neyse ki
uzun süre uykuya direnç gösteremedi. Fırsatı kaçırmayan görevliler hızla
topladılar pılı pırtı. Aman ha, uyanmasın da bizi perişan etmesin, diye
hararetle yaptılar işlerini. 3 saat içinde eşyalarımızın götürülecek
kısmı tümden gitti. Bir oda dolusu oyuncak, bir dolap dolusu kitaplar,
giysiler, filmler, yatak, yorgan, nevresimler ve mutfak eşyaları.
Mobilyaları götürmeyeceğiz, zira eşyalı ev tutabiliriz. Beyaz eşyaları
ise şirketin deposunda muhafaza edeceğiz.
Koliler
evden çıktı, görevliler gitti. Sanki ev boşboş kalmış gibi seslerimiz
yankılandı ki bu da beni tuhaf etti. Oysa boşalan sadece dolap
içleriydi. Peki nasıl oluyordu da oluşuyordu bu eko hali? Bilemedimdi.
Selim önce
işlerin bitmesinin getirdiği serbestiyle odaları dolaşmaya başladı.
Odasına adımını attığı an ise dehşete kapıldı. Yatağımın içi yok, aaa
oyuncak dolabım yok, aaaaaaaaa dolabımda hiçbirşey yok, Kerim koş evde
hiçbirşey yok, deyip büyük bir buhrana girdi. Odaya geldi, sıkıldım ben,
dedi. Normalde bir servet harcadığımız oyuncak rezervine
ilgisizliğinden ötürü sık sık söylendiğimiz, oyuncakları çöpe atacağım
tehditleri savurduğumuz Selim, bu kez oyuncakları yok diye isyan etti.
Derken salona geldi aaaa televizyon yok, aaa ne yani Playstation da mı
yok? İyi ama ben n’apacağım şimdi? Ve derhal o boşluğu doldurmaya
girişti: Baba, telefonunda oyun oynayabilir miyim? Anne bilgisayarında
oyun oynayabilir miyim?
İ. ise
rehavetle yayıldı koltuğa. Çok yoruldum, dedi. Yorulmuştu sahiden,
nakliye şirketinin en has görevlisi gibi çalışmıştı çünkü. Benim
gibidir İ., yanında biri çalışır da o çalışmazsa kötü hisseder çok
kendini, kolileri sarmalamaya koştu, kağıtları taşıdı, eksikleri
tamamlamaya kalktı, utanmasa kolileri de sırtlanacaktı. İş bitiminde
haliyle perişandı hali. Derken durdu, eee şimdi n’apacağız iki gün
boyunca, dedi. Anlaşılan Selim’in yaşadığı travma şimdi İ. de
başgöstermişti. Haklıydı ama bunca zaman televizyon karşısındaki koltuğa
geçip çemberinin kapılarını sımsıkı kapatmaya alışan adam, şimdi
haliyle televizyonun olmamasıyla bir uzvu eksik gibi hissediyor ve
kapatamadığı çemberinden dolayı sudan çıkmış balığa dönüyordu.
Dehşetle izledim Büyük İ. ile Küçük İ. nin acınası halini. Yaşadıkları sahiden büyük bir travma gibiydi.
Selim’in
bendeki lakabı Ekran delisidir. Onun sıkıntısının geçmesi için karşısına
bir ekran koymak yeterlidir. Ekranın cinsiyeti ve içinde nelerin
döndüğü de hiç önemli değildir. Yeter ki ekran olsundu adı ve mümkünse
kayan görüntüler. Şimdi doğal olarak büyük buhran yaşıyordu. Tıpkı
babası gibi.
İ. bu hale
daha fazla dayanamadı. Uykuya geçerek kendini dünyaya kapattı.
Uyandığındaysa derhal evden çıkalım deyip, şimşek hızıyla giyinmeye
koyuldu. Ki normalde pek ağırdan alır dışarıya çıkma hazırlıklarını. Hey
büyük Allah’ım, bir televizyonun eksikliği nelere kadirdi.
Parka gittik. Çocuklar şenlendi. Derken parkta saç başa kadın kavgası çıktı ki, çok çirkindi. Terkettik olay mahallini. Ben Alışveriş merkezine gidiyorum diye bizimkilerden ayrıldım. Çocuklara bir iki ufak oyuncak aldım. Hepten çölde gibi hissetmesinler diye kendilerini. Birkaçını da uçakta kriz anları için sakladım.
Uyuma
vakti gelince Selim’in kulağına eğildim. Bak, hemen her gece -salonda
uyuyabilir miyim, derdin de, hayır cevabını alırdın hani, şimdi gün o
gün. İşte sana taşınmanın nimeti. Bu gece hepimiz salonda uyuyacağız. Ne
güzel değil mi, dedim. Gözleri parıldadı Selim’in. Yaşasın, dedi. Akşam
köşe koltuğa türlü şekillerde uzandık. Benim de çok hoşuma gitti.
Herkesin bir arada olması farklı bir sıcaklık ve güven hissi
vermekteydi. Sevdim ben bu işi.
.
Yurt dışına eşya nakli için öğrendiğim ve ihtiyacı olanlar için faydası olabileceğini düşündüklerim:Beyaz eşyaları, elektronik aletleri (bilgisayar dahil ve küçük ev aletleri hariç) taşımak için ekstra bandrol ücreti ödemek gerekiyormuş. Adet başına yaklaşık 100 Euro.
Halıları taşımak pek zormuş. Bunlar için nereden bilmiyorum ama izin vesaire almak lazımmış. Antik halıların yurt dışına kaçırılmaması vesaire içinmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder