Yani
Extremely Loud & Incredibly Close. Yaklaşık 3 ay kadar önce afişini
görüp sevdiğim, hakkında hiçbir fikre sahip olmadan, afişte yazan
isimlere bile bakmadan izlenecekler listeme eklediğim bir film. Öyle
etkin bir ifadesi var ki filmin afişinin, on yıllar sonra da görsem
unutmam, muhtemeldir ki ilk günkü gibi hislenirdim.
..
Geçen
hafta İstanbul- New York uçağında umutsuzca filmlere bakarken ilk gözüme
ilişen işte gene bu afiş oldu. İzlenecek bir sürü yeni ve eski film de
vardı ama ben hiç düşünmeden, direkt bu filme başladım. Ne ilginçtir ki,
New York’ta geçen hikayesi vardı filmin. Uzun zamandır filmlere
konsantre olamayan ben, filmin cazip görüntüsü, ilginç ve karma
diyalogları ve adeta veciz sözleri ile beni derhal kendine bağladı. Bir
baba vardı filmde: Tom Hanks. Bir çocuk: Thomas Horn. Bir anne: Sandra
Bullock. Dilsiz, yaşlı bir adam: Max Von Sydow (Hani filmlerin
fragmanlarında ve aralarında konuşan harikulade seslerin sahiplerinden
biri) ve daha birçok kişi. Ama beni cezbeden en çok; baba ile oğulun
sıradışı ilişkisi idi. En çok da babanın oğluna söyledikleri.
Baba
oğluyla inanılmaz derecede ilgili. Ama zoraki bir ilgi değil bu, son
derece samimi ve sahici. Oğul farklı biri. Baba oğlunun farklılığını
sevmesini, hatta ilerletmesini ve daha çok farklı şeyi deneyimlemesini
sağlamak için elinden geleni yapıyor. Gizemli hikayeler anlatıyor,
oğlunun bu hikayelerin sırrını çözmesi için iştahını kabartıyor, değişik
yaklaşımlar sunuyor, Oksimoron* denen kelime oyunları oynuyor, ki çok
keyifliydi bu kısım, riski göze alması için kendinden yola çıkarak
örnekler veriyor ama çocuğu denemesi için sıkboğaz etmiyor aksine sadece
heveslendiriyor vesaire. Oğul babaya çok düşkün haliyle, zaten anne de
çok çekinik filmde. Derken baba ölüyor 11 Eylül’de. Daha birçok şey
yaşanıyor ardından ama benim en çok aklımda kalan o diyaloglar oluyor,
filmde geriye dönük de birçok kez karşımıza çıkartılan diyaloglar. Hele
ki şu canevimden vurdu beni: “Babam benim çok zeki olduğumu ancak zeki
çocukların her zaman düzgün davranamadıklarını söylerdi.”
İşte bu,
benim Selim için ifade edemediğim şeydi. Tam da buydu Selim’i betimlemek
için en uygunu. Sanırım o yüzden daha çok etkilendim. Selim’in üstün
potansiyelli olduğunu söyleyenler birşeyler daha söyledi; misal duygu
kontrolü problemi. Denilene göre coşku kontrolüne sahip değilmiş Selim.
Bunu duyduğum anda gene yukarıdaki sözü duyduğumdaki gibi: hah! tam da
bu! demiştim. Eskiden; çocuk nasılsa, normaldir böyle davranması,
derdim, sonradan aynı ortamda olan ve aynı şeyleri yaşayan çocuklara
bakınca Selim’in bu yöndeki farkını daha iyi gözlemledim: Misal bir
konuya en çok gülen; hem de büyük bir gürültüyle ve patlayana dek, bir
durumda en çok bağıran, en çok heyecanlanan, en çok kızan, en çok coşan
ve en çok taşan çocuk Selim oluyor en çok. Bunlara bağlı olarak şiddetli
bir ayarsızlık yaşıyor ve ne yazık ki sıklıkla azarı da işitiyor.
Misalen onunla hareketli ya da heyecanlı bir oyun oynamaya gelmiyor,
zira kuvvetli bir tekme, ölümcül bir darbe yahut kulakları sağır eden
bir sesle karşılık bulmanız mümkün. Çoğunlukla kızıyoruz bu haline ve
onun verdiği tepki de: ne yapayım, engelleyemiyorum kendimi, şeklinde.
Yapılması gereken birşeyler var demişlerdi, konsantrasyonunu
güçlendirmek gibi. Ama sanırım daha çok üstüne düşmeli.
Bir süre
Boston’daydık. Esma’da kaldık. Diken üstündeydim adeta. Zira Selim bir
gülmeye başlasa durmak bilmiyor, bütün evi inletiyor, heyecanlandığı ve
coştuğu an kontrolü neredeyse tamamen kaybediyordu. Yetmemiş gibi bir de
kardeş kıskançlığı ekleniyor bu halin üstüne daha daha sapıtıyor ve
kesinlikle ikazları dikkate almıyordu. Üstelik Kerim de 2 yaş
sendromunun zirvesine çıkmış durumda (Allah daha beter zirvelerden
korusun ve inişi de göstersin hayırlısıyla) sürekli -na! na! deyip
duruyor ve kulakları tırmalayan çığlıklarla karşılık veriyordu.
Evdekiler değil Kerim’e temas etmek yüzüne bakmaya dahi çekiniyor, zira
bir bakışta bile yanıma kaçıyor ve -na! na! demeye başlıyor, ben: ne
oldu dediğimde de, gayet kızgın ve somurtkan bir ifadeyle: ııh! amca
bana baktı! deyip bunu çirkin çığlıklarına ve marazi davranışlarına
mazeret olarak sunuyordu. O derece abartıyordu yani.
—————————————————————————————————————————————————————————
*Oksimoron: Tezat söz sanatı. Birbiriyle çelişen ya da zıt iki kavramın, anlamı kuvvetlendirmek için bir arada kullanılmasıdır. Cümle bazında olursa paradoks adını alır. Misal: Sessizliğin sesi, tarihte yarın gibi.. (Kaynak: Vikipedi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder