29 Mayıs 2012 Salı

Aşırı Gürültülü ve Çok Yakın


Yani Extremely Loud & Incredibly Close. Yaklaşık 3 ay kadar önce afişini görüp sevdiğim, hakkında hiçbir fikre sahip olmadan, afişte yazan isimlere bile bakmadan izlenecekler listeme eklediğim bir film. Öyle etkin bir ifadesi var ki filmin afişinin, on yıllar sonra da görsem unutmam, muhtemeldir ki ilk günkü gibi hislenirdim.
.
.
Geçen hafta İstanbul- New York uçağında umutsuzca filmlere bakarken ilk gözüme ilişen işte gene bu afiş oldu. İzlenecek bir sürü yeni ve eski film de vardı ama ben hiç düşünmeden, direkt bu filme başladım. Ne ilginçtir ki, New York’ta geçen hikayesi vardı filmin. Uzun zamandır filmlere konsantre olamayan ben, filmin cazip görüntüsü, ilginç ve karma diyalogları ve adeta veciz sözleri ile beni derhal kendine bağladı. Bir baba vardı filmde: Tom Hanks. Bir çocuk: Thomas Horn. Bir anne: Sandra Bullock. Dilsiz, yaşlı bir adam: Max Von Sydow (Hani filmlerin fragmanlarında ve aralarında konuşan harikulade seslerin sahiplerinden biri) ve daha birçok kişi. Ama beni cezbeden en çok; baba ile oğulun sıradışı ilişkisi idi. En çok da babanın oğluna söyledikleri.
Baba oğluyla inanılmaz derecede ilgili. Ama zoraki bir ilgi değil bu, son derece samimi ve sahici. Oğul farklı biri. Baba oğlunun farklılığını sevmesini, hatta ilerletmesini ve daha çok farklı şeyi deneyimlemesini sağlamak için elinden geleni yapıyor. Gizemli hikayeler anlatıyor, oğlunun bu hikayelerin sırrını çözmesi için iştahını kabartıyor, değişik yaklaşımlar sunuyor, Oksimoron* denen kelime oyunları oynuyor, ki çok keyifliydi bu kısım, riski göze alması için kendinden yola çıkarak örnekler veriyor ama çocuğu denemesi için sıkboğaz etmiyor aksine sadece heveslendiriyor vesaire. Oğul babaya çok düşkün haliyle, zaten anne de çok çekinik filmde. Derken baba ölüyor 11 Eylül’de. Daha birçok şey yaşanıyor ardından ama benim en çok aklımda kalan o diyaloglar oluyor, filmde geriye dönük de birçok kez karşımıza çıkartılan diyaloglar. Hele ki şu canevimden vurdu beni: “Babam benim çok zeki olduğumu ancak zeki çocukların her zaman düzgün davranamadıklarını söylerdi.”
İşte bu, benim Selim için ifade edemediğim şeydi. Tam da buydu Selim’i betimlemek için en uygunu. Sanırım o yüzden daha çok etkilendim. Selim’in üstün potansiyelli olduğunu söyleyenler birşeyler daha söyledi; misal duygu kontrolü problemi. Denilene göre coşku kontrolüne sahip değilmiş Selim. Bunu duyduğum anda gene yukarıdaki sözü duyduğumdaki gibi: hah! tam da bu! demiştim. Eskiden; çocuk nasılsa, normaldir böyle davranması, derdim, sonradan aynı ortamda olan ve aynı şeyleri yaşayan çocuklara bakınca Selim’in bu yöndeki farkını daha iyi gözlemledim: Misal bir konuya en çok gülen; hem de büyük bir gürültüyle ve patlayana dek, bir durumda en çok bağıran, en çok heyecanlanan, en çok kızan, en çok coşan ve en çok taşan çocuk Selim oluyor en çok. Bunlara bağlı olarak şiddetli bir ayarsızlık yaşıyor ve ne yazık ki sıklıkla azarı da işitiyor. Misalen onunla hareketli ya da heyecanlı bir oyun oynamaya gelmiyor, zira kuvvetli bir tekme, ölümcül bir darbe yahut kulakları sağır eden bir sesle karşılık bulmanız mümkün. Çoğunlukla kızıyoruz bu haline ve onun verdiği tepki de: ne yapayım, engelleyemiyorum kendimi, şeklinde. Yapılması gereken birşeyler var demişlerdi, konsantrasyonunu güçlendirmek gibi. Ama sanırım daha çok üstüne düşmeli.
Bir süre Boston’daydık. Esma’da kaldık. Diken üstündeydim adeta. Zira Selim bir gülmeye başlasa durmak bilmiyor, bütün evi inletiyor, heyecanlandığı ve coştuğu an kontrolü neredeyse tamamen kaybediyordu. Yetmemiş gibi bir de kardeş kıskançlığı ekleniyor bu halin üstüne daha daha sapıtıyor ve kesinlikle ikazları dikkate almıyordu. Üstelik Kerim de 2 yaş sendromunun zirvesine çıkmış durumda (Allah daha beter zirvelerden korusun ve inişi de göstersin hayırlısıyla) sürekli -na! na! deyip duruyor ve kulakları tırmalayan çığlıklarla karşılık veriyordu. Evdekiler değil Kerim’e temas etmek yüzüne bakmaya dahi çekiniyor, zira bir bakışta bile yanıma kaçıyor ve -na! na! demeye başlıyor, ben: ne oldu dediğimde de, gayet kızgın ve somurtkan bir ifadeyle: ııh! amca bana baktı! deyip bunu çirkin çığlıklarına ve marazi davranışlarına mazeret olarak sunuyordu. O derece abartıyordu yani.
—————————————————————————————————————————————————————————
*Oksimoron: Tezat söz sanatı. Birbiriyle çelişen ya da zıt iki kavramın, anlamı kuvvetlendirmek için bir arada kullanılmasıdır. Cümle bazında olursa paradoks adını alır. Misal: Sessizliğin sesi, tarihte yarın gibi.. (Kaynak: Vikipedi)

Hiç yorum yok: