Doluya
 koysam almıyor, boşa koysam dolmuyor. Son günlerdeki durumumu en iyi bu
 söz anlatıyor. Bir iki gün ittirip kaktırıyorum kendimi, sanırsın bir 
dağın zirvesine tırmanıyorum; etrafımda her yer buz, her yer kar, kendi 
sesimi bile ağzımdan çıktığı anda benden uzaklaştıran, karları 
zerrecikler halinde uçuşturan soğuk ve sert rüzgar altında; -hadi dayan,
 dayanmalısın!- diyor ve gene kendi kendime el veriyorum. Dağ benden 
çoktan vazgeçiyor ama ben katır inadıyla ve güç bela tutunuyorum ona 
ısrarla. Bazen şaşılacak derecede iyi dayanıyorum ve -he heyt be, 
yıkılmadın gene, ayaktasın!- diyorum, bazen de bir minik esintide 
beklenmedik şekilde yere yapışıyorum.
Bazen en 
ala anne oluyorum. Hem çok anlayışlı ve ılımlı bir anne, aynı zamanda 
evde olmayan baba, aynı zamanda evde olan ama mekanda olmayan baba, aynı
 zamanda babaanne, aynı zamanda dede, anneanne, hala, teyze, amca, 
arkadaş, yoldaş neyi eksikse çocukların hepsi birden oluyorum. Beyhude 
bir çaba biliyorum ama sözümona eksikliklerini örtpas ediyorum. Hele ki 
İ. yoksa evde, beşi bir yerde değil, bini bir yerde oluyorum. Böyle 
günler gecelerce giderim sanıyorum. Hatta yoğun hastalıklarda, sıkıntılı
 anlarda bile dirayetli ve pek maharetli anneliğime dair istifimi hiç 
bozmuyorum. Ancak birden minik ve beklenmedik bir olayda büyük bir arıza
 veriyor ve az önceki makul kadın ben değilmişim gibi tümden zıvanadan 
çıkıyorum. Bu sırada önüme geleni sövmek, uzaktan laf edenleri 
hayatımdan temizlemek, var ama yok olanları bir güzel dövmek, ama en çok
 da çocuklarıma -sizi seviyoruz- diyen riyakarlıkları yerle bir etmek 
istiyorum. Hiçbirini yapmıyorum elbette, zira hakkım var mı buna emin 
olamıyorum. Ama emin olduğum birini buluyorum derhal ve anında tüm savaş
 oklarımı ona çeviriyorum. Farkediyorum ki son zamanlarda ferdiliğinin 
katmerlenmesinden ve buna paralel ilgisizliğinden ötürü en çok ona 
içerlemişim ve ona kızıyorum. Olmadığı zamanlarda yapacak birşeyi yok, 
tamam bunu anlıyorum, ama olduğu zamanlarda dahi YOKSA buna 
dayanamıyorum. Sanırım tüm direncimi ve inancımı kıran, rutinimi böğrüme
 oturmuş öküz gibi ağırlaştıran, -gündüz gece gider it halime- noktayı 
koyan ve düşüşüme sebep olacak altın vuruşu yapan hissettiğim bu duygu 
oluyor.
İstanbul’da
 bir ay boyunca tıkılıp iki göz odalı bir eve, kucağımda baygın yatacak 
denli hasta biri bebek, biri çocukla üstelik kendim de hasta ve çaresiz 
kalınca bir başıma, çok net diyebiliyorum ki: ömrümün en zor zamanlarını
 yaşadım. (Allah bir daha yaşatmasın ve beterinden saklasın) Bu süre 
zarfında bir çocuğun şahit olmaması gerektiğini düşündüğüm nice zırvanın
 müsebbibi de gene ben oldum. Berbat şeyler söyledim: kapıyı çekip 
gidebileceğimi, ya da hemen o an orada ölebileceğimi ya da 
delirebileceğimi vesaire vesaire… Ardından İstanbul’da kalmanın akıldışı
 olduğuna ikna edip kendimi ve sözümona makul bulduğum yöntemle; alıp 
çocukları İzmir’e geldim. Emin değildim kararımdan zira ben bu filmi 
daha önce görmüştüm, bir otel odasında iki çocukla kalmayı yani. Filmin 
detayları ürkütücü olarak aklımda kalmış olsa da gene de iyi tarafından 
bakmaya zorladım kendimi ve hep iyi olacak dedim. Yanısıra gelmeye razı 
olurken İ.den sözler de aldım; elini taşın altına koyması gerektiği, 
yükümü hafifletmesi, çocuklar için fedakarlıkta bulunması gerektiği 
vesaire gibi.
Geldim. 
Geldik. Pek çok şey iyi gitti şükürler olsun. Çocuklar dışarılarda sakin
 ve çoğunlukla uyumlulardı. Lakin bilhassa hava açmayıp, yağışlı olunca 
ve biz otel odasına saplanıp kalınca ve üstelik çocuklar büyümüş; daha 
atak, daha çılgın ve daha zor olunca benim külfetim bin kat arttı. 
Okuldaki hızlı tempoya alışmış Selim bu durağanlıktan elbette çok 
sıkılıyor, uyandığı andan uykuya geçtiği ana dek devamlı surette 
konuşuyor, konuşmak bir yana bir de sürekli onunla ilgilenmemi istiyor, 
misal içtiği suyun her damlasına bakmamı ve her anında yanında olmamı 
istiyor, nefes alışında dahi -BAK ANNE- cümleleri ile beni kendine 
çekiyor, bakmazsam asla ve kat’a rahat vermiyor, yanısıra -BAK ANNE- 
repliği taklitçi Kerim’le iki katına çıkıyor, etrafımda devamlı surette 
minik ördekler gibi -bak anne, bak bak- sesleri yükseliyor ve bir süre 
sonra beynim bu sesle didikleniyor, yanısıra Kerim bir türlü aklıma 
getirmek istemediğim ve -düşünmezsem başıma gelmez- diye kulak arkası 
ettiğim 2 yaş sendromu ile delirtiyor, hem de son kalan dişini 
çıkartıyor, bu sırada kardeş kavgaları gelişip serpiliyor zira ikisi 
boyuna kapışıyor, Selim kardeşine şaplağı indiriyor, Kerim yer cücesi 
haline bakmadan abisiyle kapışıyor, kah vuruyor, kah -O BENNİM!- diyerek
 abinin eşyalarını alıp onu çileden çıkartıyor, olmadı elinde ne varsa 
abinin kafasına indirip -GİT Burdan!- diyor, ardından abi tüm gücüyle 
onu yere yapıştırıyor, birşeyden tek de alsan, çift de alsan muhakkak 
sonu kavgayla bitiyor, neşeli oyunlarda dahi elim böğrümde oluyor zira 
gülmeleri her an ağlamaya dönüşebiliyor, inatlaşan ama sonunda illa ki 
kaybeden Kerim salya sümük yanıma gelip teselliyi bende bulmaya 
çalışıyor, bu sırada Selim azarı işitiyor, yanısıra otelde ve her yerde 
Kerim popülaritesini arttırıyor ama Selim hızla irtifa kaybediyor ve 
gözden düşüyor ve haliyle daha da hırçın ve çekilmez oluyor ve bu 
sevimsiz bir kısır döngüye neden oluyor, zira Selim her an daha hırçın 
ve daha sevimsiz oluyor, öyle ki annesi olarak ben dahi itici buluyorum 
bu halini,- ve bu gergin hal hepimize yansıyor, İ. ile ben kedi köpek 
gibi devamlı didişiyoruz, hasılı bu plan da tutmuyor ve şarkıda dediği 
gibi: yani olmuyor, olmuyor istesem de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder