Bu
bloga yazmaya başlarken bir amaç gözetmedim. Çıldırtıcı bir günün
ardından yazdığım bir sözle*; biraz hiddet, biraz öfke, biraz delilik
biraz da isyan haliyle giriştim bu işe. Sandım ki günlük tutar gibi
giderim. Sandım ki çocuklara ve çocuklarla olan hayatıma dair notlar
alma yoluna giderim. Olmadı. Blog sık sık yolunu şaştı, hayatta kendimi
şaştığım gibi tıpkı. Hani bir içeriği var desem değil, içerik salt
benim. Ben ve deli anneliğim.
Haliyle
blog her an değişiyor benim hallenmelerimle. Bazen anneliğimin baskın
oluyor, o zaman annelik yazılarım doruğa çıkıyor, bazen kendime
dönüyorum o zaman kendime dair yazılar çoğalıyor hasılı ne varsa
çoğunlukla ona dair şeyler ortaya çıkıyor. Bu yüzden ne planlı, ne de
programlı ve ne de istikrarlı bir blog olamadı burası. Gerçi buna da çok
şaşmamak lazım, zira ne de olsa Deli Anne adım.
Bir
arkadaşım demişti ve bence çok doğru bir noktaya temas etmişti: blogu
baştan sona okuyunca, mümkündü görmek değişimi. Ki hem ilginç, hem de
olağan geliyor bana bu durum düşününce şimdi. Bakıyorum bazen son derece
materyalist bazen idealist, bazen ruhani bazen cismani, bazen uyumlu
bazen de aksi, bazen basit bazen karmaşık, bazen tevazu sahibi ama bazen
de tiksindiğim denli kibirli, bazen ahkam sahibi bazen sevimli, bazen
de ne yazık ki itici hasılı hayat gibi dalgalı denizli gidip geliyorum
sürekli. Çoğunlukla aşikar biçimde, gözler önünde devinip duruyorum.
Üstelik de tutarlı bir yapım olmadığından, bir yol üzerinde sabit
kalamadığımdan, devamlı surette yenilik peşinde koştuğumdan ve hala
herşeye olan açlığımdan ötürü sanırım birçok aklı başında blogdan
ayrılıyorum. Ama her ne varsa oyum onu diyebiliyorum.
Yanısıra
blog vesilesiyle ve -yazmanın getirdiği iyileşme ve ilerleme- ile hep
diyorum ya; sık sık aydınlanıyorum. Çünkü gerek kendi blogumda
yazdıklarım ve gerekse diğer bloglarla ahbaplığımla yaşadıklarım ile pek
çok kez aydınlandım ya da öyle sandım. Şu günlerde bir aydınlanma
hissediyorum gene. Özellikle Mutluluk Dersleri’nin bende yarattığı
etkiyle, görmek ve bakmak fiilini ayrıştırdığımı sandığım anlık
sürelerin tesiriyle, aklımda kısa bir süredir dönenip duruyor şu cümle:
“Dünya açık, hem de apaçık bir kitaptır!”
Şu
günlerde sürekli düşünüyorum ve derinden de hissediyorum. Dünya devasa
bir kitap olarak apaçık duruyor önümde ve okunmayı bekliyor öylece
uzanmış sere serpe. Nasıl bilmem ama, kendi kısır çemberimden kurtarıp
kendimi, okumalıyım dünyayı bir şekilde. Zira ayırdına vardığımdan beri
bu durumun ben de kucaklaşmayı bekliyorum o kitapla aynı özlemle.
Bu
düşüncelerin tesiriyle; -çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?- klişesi ilk
defa mana kazanıyor daha doğrusu düşüncelere sevk edecek denli
düşündürtüyor beni kendi üzerinde. Belki de diyorum, ondandır artık
kitap okuyamıyor olmam. (Ya da kitap okuyamayışıma kılıf bularak kendimi
avutuyorum ve kendime çaktırmıyorum) Belki de diyorum, ondandır gezmeye
olan deli iştahım ve artık geçmek bilmez açlığım. Belki de diyorum,
duyduğum bir söz bana yetiyor şu sıra, gördüğüm kuru bir dal parçası ya
da. Öyleyim işte şu sıra. Haliyle bu halim de yansıyor bloga.
—————————————————————————————————————————————————————————
*Deliliğin sınırlarında dolaşmaktır annelik bazen, bazen de tam ortasında yer almaktır delilik çemberinin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder