Bazı
melodiler, ister ilk kez duymuş olayım, isterse bin kez dinlemiş
olayım, kulağıma çalındığı an başkalaştırır beni. O an etrafımdaki
herşey silikleşir, o melodinin dışında olan ne varsa beyhude gelir ve
ben olduğum yerden havalanır, aynı zamanda kanatlanır; hiç bilmediğim,
bir kere bile görmediğim ama derinlerimde çok iyi bildiğimi hissettiğim
bir mekana giderim. Işığı bol, aydınlık ve parıltılı, rüzgarı
üşütmeyecek kadar serin, güneşi bol ama yakmayacak kadar dingin, yeşili,
mavisi, turuncusu, turkuazı, grisi engin ama değil çok da sakin,
insanlı, dipdiri ve heyecanlı, hücrelerimin en derinine nüfuz edecek
denli canlı mı canlı, tariflerin yetersiz kaldığı harikulade bir
mekandır gittiğim. Çoğunlukla insanların kendi debelenmelerinde ve kendi
hallerinde ama silüet halinde olduğu, yolların, kaldırımların gepgeniş
ve ferah olduğu, mutlaka ama mutlaka bol ışığın olduğu, kimseye değmeden
ama eğreti de kesilmeden, doğallıkla içinde olduğum parlak bir
şehirdir gittiğim; içinde tüm renklerin barındığı ve hatta renklerin
aldıkları ışıkla capcanlı olduğu. Bahsi geçen müziği dinlerken en
keşmekeşli halde de olsam, en çilekeşli durumda da bulunsam değişmez
halim. Belki yerindedir bedenim ama ruhum çok ötelerdedir bilirim.
Hani
Reenkarnasyona inansam diyeceğim ki; herhalde daha önce oralarda
yaşamışım da şimdi gene onu duyumsuyorum. Ama yok, değil! Bunun üzerine
çokça düşündüğüm olmuştur. Nedir, o an ne olur? Üstelik tek tip bir
melodi değildir bahsettiğim. Bazen bir türkünün yanık bir tınısında,
bazen bir Blues parçasında, bazen saf piyano notasında hasılı ney, ud,
flüt, piyano, keman, saz, çello, kanun ne varsa ansızın yakalar beni.
Neyin çaldığı esas değildir, esas olan o can alıcı tını ve o tınının
beni benden aldığıdır. Tüm bildiğim de sadece budur.
.
.
Eskiden bu
durumu kendime has sanırdım. Kendi dünyasında yaşayan birinin
uydurmaları, abartıları ve hatta halüsinasyonları sanırdım. Biraz da
fazlaca duygusallığın getirdiği. Ama sonradan gördüm ki, en duygusuz
sandığımız adamda bile belli bir ölçekte var bu veya benzeri duygu.
Ruhla bir ilgisi var biliyorum ama gerisini çözemedim, çözemiyorum.
Ta ki şu sözleri öğrenene kadar:
Müzik Allah’ın lisanıdır. (Mevlana)
Musikinin ritminde bir sır saklıdır; eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu.. (Şems)
Sırrı
çözmek mümkün değil elbette, zaten ne haddime! Ama benim içimde bir ışık
belirdi. Evet, yaşanan coşkun, duygusal yükselişe ve sanki geriye dönük
cezbedici çağrışımlara reenkarnasyon diyemeyiz ama yaşadığımız bir tür
reenkarnasyon sanki. Acaba diyorum; gayb aleminde duyduğumuz ‘O’ sesi
elbette unutmayan ruhumuz, yeryüzünde bunun miskal-i zerreciğini ve
hatta o zerreciğin dünyaya düşmüş aksini duyduğunda, ondan mı kendinden
geçiyor ve adeta cezbeye düşüyor? Acaba bu yüzden mi o tınıyla, dünyadan
ayrılıp sanki şiddetli ‘flashback’ler halinde o harikulade yerleri
anımsıyor ve adeta oralara havalanıyor? Zira fani olan unutulur, fani
olan da unutur ama ruh unutmaz zannediyorum.
Bu yüzden
müziğin terapi gücünün olması daha manidar geliyor bana. Ve daha çok
inanıyorum artık ruh sağlığının müzikle sağaltılmasına. Zira sanki ‘iyi’
müziği alan ruh, yeniden ilk, bozulmamış, ham halini anımsıyor yani bir
tür resetleniyor. Hata veren elektronik cihazların resetlenmesi gibi,
müzik de zamanla aşınan ruhu sıfırlıyor, ilk günkü saflığını anımsatma
yoluna giriyor.
Tabii her
müzik, her melodi için geçerli değildir bu. İyi Müziktir esas olan.
Mesela Ney sesi şüphesiz değiştirir kişiyi. Ya da Chopin’in müziği. Ya
da Dede Efendi. Ya Da Mozart’ın nice müziği.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder