27 Ocak 2012 Cuma

Ders: Korku Konu: Bedel


Akşamüzeri evdeki en derin kriz de savuşturulunca ortalık kısmen sakinleşti. Selim gene zaptedilemezdi ama sanırım tüm gün sapıtmaktan yorgun düşmüştü bedeni. Derken kapı çaldı ve ablam geldi. Özellikle Selim adına çok sevindim zira kötü geçen günü belki mutlu sonlandırabilirdi, lakin elim de yüreğimdeydi. Selim’in eve birinin gelmesiyle hepten sapıttığı da bilinen bir gerçekti. Hele bu kişi, nazını fazlaca çeken, hiçbirşeyine hayır diyemeyen teyzesiyse. Selim teyzesini görür görmez sapıtmaya ne denli meyilli olduğunu gösterdi ve derhal Kerim’e bir iki tacizde bulundu her zamanki gibi. Ben de usulünce; teyzesiyle geçireceği zaten çok az bir zamanı olduğunu, ki saat 9′a geliyordu, bunu da cezayla harcamasının üzücü olacağını, bunu istemediğimi ve ondan makul davranmasını beklediğimi söyledim ve sapıttıkça telkinlerime devam ettim.
Ablamı gene sahiplendi Selim, odasına sürükledi. Önce legolarla oynadılar, sonra kitap okumaya koyuldular. Bu sırada Kerim’i uyuttum ve ortalık sakinleşti. Tam, bir tatlı huzur almaya gitmişken balkona, olanlar oldu. İçimi kemiren -senin de başına gelecek korkusu- gerçekten peyda oldu. Aman canım neyden korkacağım, diyerek içimden bir an geçen cümlenin, gün içindeki anlayışsızlığımın ve kısmi zalimliğinin bedeli bana ödettirildi. Hem de neyle, dünyanın en küçük ama bence en tiksinç canlıları olan Böceklerle: Selim’in odasında kalorifere doğru uçan kalorifer böceği bir anda dünyamı değiştirdi. İşte o an önceki halimin ne denli huzurlu ve rahat olduğunu anladım. Zira o böceğin hala canlı olması, keyfince ortalıkta dolaşıyor olması fikri beni cinnetin eşiğine getirebilirdi. Çeşitli senaryolar kafamda türedi, ‘Böceğin soyu sopu’, hatta, ‘Yedi ceddi kim bilir hangi izbede fink atıyor şimdi?’ adlı korku filmleri gözlerimin önünde devri daim etti. Ne yapsam, ne etsem kendimi sakinleştiremedim. İ. ise rahat tabii ve abartılı bulduğundan bu konudaki halimi kızma noktasına geldi. Sonunda söylenmelerime karşı duramadı ve planımı gerçekleştirdi.
Selim’i odadan aldık ve çok istediği salona yatırdık. İlter böcek ilacıyla tüm odayı sarmaladı. Yetmedi ben gizlice Selim’in odasının çıkışına ilaçla şerit çizdim ve sözümona onu oraya hapsettim.
Selim yanıbaşımda, günlerdir yalvar yakar elde ettiği pozisyonu, bu gece kolaylıkla elde ediyor olmaktan ötürü oldukça sakin ve huzurlu uyumaya çalışıyorken, ben iç hesaplaşmalarımla kaldım başbaşa. Kaç gündür düşünüyordum; Selim tuvalete giderken, elini yıkayacakken, odasından birşey alacakken, hasılı tek başına iş yapacakken devamlı birini yanında istiyordu. Bizse çoğunlukla bunu reddediyor, son çare olarak yanında gidiyorduk. Sebebi benim açımdan üşengeçlik değildi, hoş bazen üşendiğim de oluyordu ama, ben bu birlikte olma işini uzatmasından, bunu alışkanlık haline getirmesinden ve de en önemlisi korkusuyla başetmek için uğraşmayacağından endişeleniyordum. Ancak emin de değildim. Yani korkuyorum dediğinde yanında durmak mı, yoksa mücadele etmesi için uzaktan bakmak mı iyi, bilemiyordum. Çünkü şu da aşikardı; Selim rahata alışınca, ki çok sever birlikteliği, bu işi kullanabilir ve uzatabilirdi. Derken o böcek olayından sanki bir işaret aldığımı hissettim.
Sanki bana o çocuğun korkusu gerçek deniyordu. Korkusu gerçek ve bunu dikkate al deniyordu. Dikkate al ve yanında ol deniyordu. Zira günlerdir yalvar yakar, salya sümük geldiği salona bugün Allah tarafından kolayca getiriliyordu. Belki doğru yol budur deniyordu. Üstelik, be hey ahmak kadın; bak sen onun korkusunu anlamadın, onun yanında olmadın ve şimdi sen de benzer sıkıntıları, benzer korkuları yaşıyorsun, deniyordu. Aldığım bu işaret bana ışık tuttu. Şükürler ettim gelen bu uyarıya ve uyumaya yüz tutan Selim’e döndüm yumuşakça;
“Selim’cim sanırım ben sana yanlış davranmış ve yanında olamamışım. Affet yavrum beni. Bu kadar korktuğunu bilemedim. Sen beni yanına çağırırken ben bunu alışkanlık haline getirmenden ve korkuyu yenmeyi deneyemeyeceğinden korktum. Aslında senin için seni yalnız bıraktım ama anlıyorum ki hata yapmışım. Oysa korkunda yanında olup, sana destek olmam gerekliymiş. Bundan sonra elimden geleni yapacak ve korktuğun her an yanında olacağım inşallah. Birlikte atlatacağız bu korkuyu. Tamam mı yavrum? Yarın öğretmenlerinle de konuşuruz, seni okulda yalnız bırakmamaları için. Ben de ne zaman istersem gelirim yanına. Geçecek yavrum, benim cesur oğlum herkesin başına gelebilecek bu sıkıntıyı atlatacak inşallah!” dedim. Sessizlik içinde dinledi Selim ve bitiminde uzunca bir -Hmmmm…- çekti. Ama yüzündeki kaslar gevşedi, hissettim bu konuşma ona iyi geldi. Uyudu bir kaç saniye içinde. Ki bu da iyiye alametti.
Onunla o konuşmayı yaparken, yaptığım eşeklikleri anımsıyor, içimden ürperiyordum aslında. Sonra İ.’ye anlattım, anlattıkça aydınlandım. “Selim’in kuvvetli bir problemi olduğunu düşünmüştük ya hani, işte problem buydu: SAHİDEN KORKUYORDU! “Kendi başetsin” yöntemini denemekle, hata etmişiz bence. Daha küçük ve başetmek için yardımımıza ihtiyacı var besbelli.
“Üstelik çocuk yalan söylemeye başlamışsa, burada oturup düşünmek gerekmez mi? Bu bile en büyük ipucu değil mi yanlışta olduğumuza dair.”
Hem şimdi bu konu, yarın başka konular çıkınca; böylesi ne halin varsa gör, türünden davranışlar içinde olursak sence de onu kaybetmez miyiz? Bunlar beni anlamıyorlar diye, kendini bizden geri çekmez mi? Anladım ki büyük yahut küçük olsun insanoğlu, anlaşılmak çok önemli!
“Bu mesele bize küçük gelebilir ama bizim tutumumuz açısından emsaldir. Zira mesele değil, tutum önemli!”
Anne, baba olarak onun bir sorunu olduğunda bunu anlamayı deniyor muyuz, sorununa değer veriyor muyuz, en önemlisi; yani aslolan; YANINDAYIM! diyebiliyor muyuz? Korkunu anlıyorum ve atlatman için vargücümle yanındayım, diyebilmek değil midir insanın duymak istediği. Biz bile hala öyle hissetmiyor muyuz? Birine sorunlarımızı anlattığımızda, ‘Benim zaten hiç gözüm tutmamıştı o zevzeği’ gibi cümleler duymak hiç açmıyor bizi, seni anlıyorum, senin yanındayım diyenlerle daha iyi hissetmiyor muyuz? Onun da meramı sadece buydu belli ki.” İ. de bana hak verdi ve tutumumuzu değiştirmemiz gerektiğinde hemfikir olarak sabahı ettik.
Sabah baktım Selim gene tuvaletini tutuyor. Bir kez daha dediklerimi tekrar ettim. Onu anladığımı ve mümkün olduğunca yanında olacağımı söyledim. Öyle mi, dedi parladı gözleri. Tüm gün nereye gidelim derse gittim reddetmeden, uzaklaşırken şarkılar söyledim ve giderek Selim’in cesaretlendiğini gözledim. En uzak odaya kadar kendi başına gitti geldi. Ben o istemedikçe yanında gitmedim, konuyu da deşmedim, şayet hatırlamışsa diye de kendini iyi hissetmesi için öbür odalardan seslendim, sorular sordum, sözümona kendimce şarkılar söyledim. İkindide kendi başına odasına gitti ve hamurlarımla oynayacağım, dedi, akşam da karşı çıkmadan yatağına gitti. Bu bile büyük bir ilerlemeydi. Bizim açımızdan yöntem belli olmuştu. Deneye yanıla öğrenmiştik şükürler olsun bu konuyu.
Hasılı anladım ki;
“Çocuk korktuğunda yahut bir sorunu olduğunda; En evvela -Farketmek- gerek. Ardından -Konuşmak-: Yaşadığının normal olduğunu, herkesin başına gelebileceğini, hatta küçükken kendi başına da geldiğini anlatmak ve mutlu sonlandırmak hikayeyi- (şaşırtıcı derecede ilgilerini çekiyor bu), -Anlıyorum- demek; korkusunu yahut sorununu ciddiye almak, bu konuya saygı göstermek, -Yanındayım- demek ve sahiden, maddi manevi yanında olmak!”
Şimdilik yaşadıklarımdan öğrendiklerim bu kadar.

Hiç yorum yok: