Akşamüzeri
evdeki en derin kriz de savuşturulunca ortalık kısmen sakinleşti. Selim
gene zaptedilemezdi ama sanırım tüm gün sapıtmaktan yorgun düşmüştü
bedeni. Derken kapı çaldı ve ablam geldi. Özellikle Selim adına çok
sevindim zira kötü geçen günü belki mutlu sonlandırabilirdi, lakin elim
de yüreğimdeydi. Selim’in eve birinin gelmesiyle hepten sapıttığı da
bilinen bir gerçekti. Hele bu kişi, nazını fazlaca çeken, hiçbirşeyine
hayır diyemeyen teyzesiyse. Selim teyzesini görür görmez sapıtmaya ne
denli meyilli olduğunu gösterdi ve derhal Kerim’e bir iki tacizde
bulundu her zamanki gibi. Ben de usulünce; teyzesiyle geçireceği zaten
çok az bir zamanı olduğunu, ki saat 9′a geliyordu, bunu da cezayla
harcamasının üzücü olacağını, bunu istemediğimi ve ondan makul
davranmasını beklediğimi söyledim ve sapıttıkça telkinlerime devam
ettim.
Ablamı
gene sahiplendi Selim, odasına sürükledi. Önce legolarla oynadılar,
sonra kitap okumaya koyuldular. Bu sırada Kerim’i uyuttum ve ortalık
sakinleşti. Tam, bir tatlı huzur almaya gitmişken balkona, olanlar oldu.
İçimi kemiren -senin de başına gelecek korkusu- gerçekten peyda oldu.
Aman canım neyden korkacağım, diyerek içimden bir an geçen cümlenin, gün
içindeki anlayışsızlığımın ve kısmi zalimliğinin bedeli bana
ödettirildi. Hem de neyle, dünyanın en küçük ama bence en tiksinç
canlıları olan Böceklerle: Selim’in odasında kalorifere doğru uçan
kalorifer böceği bir anda dünyamı değiştirdi. İşte o an önceki halimin
ne denli huzurlu ve rahat olduğunu anladım. Zira o böceğin hala canlı
olması, keyfince ortalıkta dolaşıyor olması fikri beni cinnetin eşiğine
getirebilirdi. Çeşitli senaryolar kafamda türedi, ‘Böceğin soyu sopu’,
hatta, ‘Yedi ceddi kim bilir hangi izbede fink atıyor şimdi?’ adlı korku
filmleri gözlerimin önünde devri daim etti. Ne yapsam, ne etsem kendimi
sakinleştiremedim. İ. ise rahat tabii ve abartılı bulduğundan bu
konudaki halimi kızma noktasına geldi. Sonunda söylenmelerime karşı
duramadı ve planımı gerçekleştirdi.
Selim’i
odadan aldık ve çok istediği salona yatırdık. İlter böcek ilacıyla tüm
odayı sarmaladı. Yetmedi ben gizlice Selim’in odasının çıkışına ilaçla
şerit çizdim ve sözümona onu oraya hapsettim.
Selim
yanıbaşımda, günlerdir yalvar yakar elde ettiği pozisyonu, bu gece
kolaylıkla elde ediyor olmaktan ötürü oldukça sakin ve huzurlu uyumaya
çalışıyorken, ben iç hesaplaşmalarımla kaldım başbaşa. Kaç gündür
düşünüyordum; Selim tuvalete giderken, elini yıkayacakken, odasından
birşey alacakken, hasılı tek başına iş yapacakken devamlı birini yanında
istiyordu. Bizse çoğunlukla bunu reddediyor, son çare olarak yanında
gidiyorduk. Sebebi benim açımdan üşengeçlik değildi, hoş bazen üşendiğim
de oluyordu ama, ben bu birlikte olma işini uzatmasından, bunu
alışkanlık haline getirmesinden ve de en önemlisi korkusuyla başetmek için uğraşmayacağından endişeleniyordum.
Ancak emin de değildim. Yani korkuyorum dediğinde yanında durmak mı,
yoksa mücadele etmesi için uzaktan bakmak mı iyi, bilemiyordum. Çünkü şu
da aşikardı; Selim rahata alışınca, ki çok sever birlikteliği, bu işi
kullanabilir ve uzatabilirdi. Derken o böcek olayından sanki bir işaret
aldığımı hissettim.
Sanki bana
o çocuğun korkusu gerçek deniyordu. Korkusu gerçek ve bunu dikkate al
deniyordu. Dikkate al ve yanında ol deniyordu. Zira günlerdir yalvar
yakar, salya sümük geldiği salona bugün Allah tarafından kolayca
getiriliyordu. Belki doğru yol budur deniyordu. Üstelik, be hey ahmak
kadın; bak sen onun korkusunu anlamadın, onun yanında olmadın ve şimdi
sen de benzer sıkıntıları, benzer korkuları yaşıyorsun, deniyordu.
Aldığım bu işaret bana ışık tuttu. Şükürler ettim gelen bu uyarıya ve
uyumaya yüz tutan Selim’e döndüm yumuşakça;
“Selim’cim
sanırım ben sana yanlış davranmış ve yanında olamamışım. Affet yavrum
beni. Bu kadar korktuğunu bilemedim. Sen beni yanına çağırırken ben bunu
alışkanlık haline getirmenden ve korkuyu yenmeyi deneyemeyeceğinden
korktum. Aslında senin için seni yalnız bıraktım ama anlıyorum ki hata
yapmışım. Oysa korkunda yanında olup, sana destek olmam gerekliymiş.
Bundan sonra elimden geleni yapacak ve korktuğun her an yanında olacağım
inşallah. Birlikte atlatacağız bu korkuyu. Tamam mı yavrum? Yarın
öğretmenlerinle de konuşuruz, seni okulda yalnız bırakmamaları için. Ben
de ne zaman istersem gelirim yanına. Geçecek yavrum, benim cesur oğlum
herkesin başına gelebilecek bu sıkıntıyı atlatacak inşallah!” dedim.
Sessizlik içinde dinledi Selim ve bitiminde uzunca bir -Hmmmm…- çekti.
Ama yüzündeki kaslar gevşedi, hissettim bu konuşma ona iyi geldi. Uyudu
bir kaç saniye içinde. Ki bu da iyiye alametti.
Onunla o
konuşmayı yaparken, yaptığım eşeklikleri anımsıyor, içimden ürperiyordum
aslında. Sonra İ.’ye anlattım, anlattıkça aydınlandım. “Selim’in
kuvvetli bir problemi olduğunu düşünmüştük ya hani, işte problem buydu:
SAHİDEN KORKUYORDU! “Kendi başetsin” yöntemini denemekle, hata etmişiz
bence. Daha küçük ve başetmek için yardımımıza ihtiyacı var besbelli.
“Üstelik çocuk yalan söylemeye başlamışsa, burada oturup düşünmek gerekmez mi? Bu bile en büyük ipucu değil mi yanlışta olduğumuza dair.”
Hem şimdi
bu konu, yarın başka konular çıkınca; böylesi ne halin varsa gör,
türünden davranışlar içinde olursak sence de onu kaybetmez miyiz? Bunlar
beni anlamıyorlar diye, kendini bizden geri çekmez mi? Anladım ki büyük
yahut küçük olsun insanoğlu, anlaşılmak çok önemli!
“Bu mesele bize küçük gelebilir ama bizim tutumumuz açısından emsaldir. Zira mesele değil, tutum önemli!”
Anne, baba
olarak onun bir sorunu olduğunda bunu anlamayı deniyor muyuz, sorununa
değer veriyor muyuz, en önemlisi; yani aslolan; YANINDAYIM! diyebiliyor
muyuz? Korkunu anlıyorum ve atlatman için vargücümle yanındayım,
diyebilmek değil midir insanın duymak istediği. Biz bile hala öyle
hissetmiyor muyuz? Birine sorunlarımızı anlattığımızda, ‘Benim zaten hiç
gözüm tutmamıştı o zevzeği’ gibi cümleler duymak hiç açmıyor bizi, seni
anlıyorum, senin yanındayım diyenlerle daha iyi hissetmiyor muyuz? Onun
da meramı sadece buydu belli ki.” İ. de bana hak verdi ve tutumumuzu
değiştirmemiz gerektiğinde hemfikir olarak sabahı ettik.
Sabah
baktım Selim gene tuvaletini tutuyor. Bir kez daha dediklerimi tekrar
ettim. Onu anladığımı ve mümkün olduğunca yanında olacağımı söyledim.
Öyle mi, dedi parladı gözleri. Tüm gün nereye gidelim derse gittim
reddetmeden, uzaklaşırken şarkılar söyledim ve giderek Selim’in
cesaretlendiğini gözledim. En uzak odaya kadar kendi başına gitti geldi.
Ben o istemedikçe yanında gitmedim, konuyu da deşmedim, şayet
hatırlamışsa diye de kendini iyi hissetmesi için öbür odalardan
seslendim, sorular sordum, sözümona kendimce şarkılar söyledim. İkindide
kendi başına odasına gitti ve hamurlarımla oynayacağım, dedi, akşam da
karşı çıkmadan yatağına gitti. Bu bile büyük bir ilerlemeydi. Bizim
açımızdan yöntem belli olmuştu. Deneye yanıla öğrenmiştik şükürler olsun
bu konuyu.
Hasılı anladım ki;
Şimdilik yaşadıklarımdan öğrendiklerim bu kadar.“Çocuk korktuğunda yahut bir sorunu olduğunda; En evvela -Farketmek- gerek. Ardından -Konuşmak-: Yaşadığının normal olduğunu, herkesin başına gelebileceğini, hatta küçükken kendi başına da geldiğini anlatmak ve mutlu sonlandırmak hikayeyi- (şaşırtıcı derecede ilgilerini çekiyor bu), -Anlıyorum- demek; korkusunu yahut sorununu ciddiye almak, bu konuya saygı göstermek, -Yanındayım- demek ve sahiden, maddi manevi yanında olmak!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder