Tıpkı adıma yaraşır
biçimde ilerliyorum ya da geriliyorum mu demeli bu maceraya, bilmiyorum.
60′lı rakamları gördükten sonra durumum, üç geri-iki ileri misali, tüm
istikrarını kaybetti. Oysa hedef 50′lere ulaşmak! Daha çok yol var
önümde ama ittiriyorum kaktırıyorum kendimi, nafile! Gramla verip gırla
alıyorum!
Türlü eziyetlerle, önce 69, sonra 67, en
son da 65 rakamını görmekle birlikte, bu rakamlar devamlı olarak 70
sınırına dayanıyor. Ve ne zaman bu sınıra yaklaşsam bir başka diyetle
kendimi tarumar ediyorum. Önce diyetisyen ile başlayan klasik diyet,
ardından İsveç Diyeti, ardından Dukan, arada bir nebze İsveç, olmadı
gene Dukan. Hasılı yalama olmuş bir halde ilerliyorum. Şimdi niyetim
Dukan-Karatay karışımı birşey yapmak. Sırf Dukan çok, çok sıkıyor beni
çünkü. Ve sanırım tek tip beslenmeyle bünyemde birtakım mineral, vitamin
eksiğine de sebep oluyor. Zira hayatımda hiç olmadığım kadar kuruyemişe
aş eriyorum. Hele ki Antep Fıstığı. Aklıma düşmüşse ve yememişsem
çıldırıyorum.
“Bence bünye ihtiyacı olanı istettiriyor. Ya da ben buna inanarak kendimi rahatlatıyor ve vicdan azabı çekmiyorum!”
Hem yeni yapılan bir araştırmaya göre zayıflamaya yardımcı oluyormuş antep fıstığı, e bundan iyisi Şam’da kayısı.
Benim yalama zayıflama maceram şu rezil
hali aldı. Önce müthiş bir irade koyuyorum ortaya. Kesinlikle
belirtilenlerin dışına çıkmıyorum. Dudağımın ucunu dahi değdirmiyorum
yasak olana. Görenler hayret ediyor, öyle övüyorlar ki koltuklarım
kabarıyor. Sonra birden ne oluyorsa oluyor, bir baştan çıkarıcı çıkıyor
karşıma. Ki bu genellikle; İlter’in burada olduğu ve gitmeye
hazırlandığı günlere denk geliyor. Misal; Ceviz Ağacı‘nda buluyorum kendimi.
Önce diyete uygun birşeyler yerken ve
kendimi çelik gibi bir iradeyle tutarken, -eve de birşeyler alalım,
çocuklara!- diyorum ve içeriye giriyorum. İşte o an bende film kopuyor.
Bir pastalara koşuyorum şuursuzca, bir keklere, bir tartlara koşuyorum,
bir çöreklere.
“Herşey ama herşey baştançıkarıcım oluyor, neyden ne kadar alsam da gözüm ve aklım almadıklarımda kalarak oradan ayrılıyorum.”
Pastalara nerdeyse sarılarak arabaya
biniyorum ve onları kucağımdan ve gözümün önünden hiç ama hiç
ayırmıyorum. O andan sonra anlıyorum ki, çözülüyorum. İçimden
geçirdiğim; -aman, spora veririm kendimi, İsveç Diyeti yaparım, şöyle
uçarım, böyle kaçarım- avuntularıyla, diyeti bozacak olmanın burukluğunu
bastırmaya ve kendimi avutmaya çalışıyorum. Bundan sonrası için
kimselerin olmadığı bir an kolluyorum. Bilhassa İlter’den çekiniyorum
galiba, niye bilmiyorum. İlter ellerini yıkamaya gittiği an, ben elim
ayağım titreyerek, madde bağımlıları gibi, telaşla kutuları açıyorum.
Hangisinden, ne almışsam aceleyle mideye indiriyorum.
Mesela en son Ceviz Ağacı’nda yemek
yemeye gittik. Bütün irademi ortaya koydum; et, sebze ve salata yedim.
Ekmeksiz! Suyla hatta! Ama eve geldiğimde; bitter çikolatalı ve
portakallı pastayı (Allah’ım o nasıl bir lezzetti) nerdeyse tek hamlede
yedim. Ardından dilim dilim kek. İlla ki İlter’e yakalanınca da; ağzım
burnuma bulanmış çikolatayla; -diyete bir gecelik ara vereyim
dedim-diyerek açıklama getirdim. Bununla kalmadı tabii, olmazsa olmaz
antep fıstığını da yedim. Ve gecesinde İlter gene yurt dışına gidince,
ertesi gün sımsıkı bir rejime girdim. Hani nerdeyse kuş gibi beslendim
diyebilirim.
Şimdi İlter burada. İmtihanım zorlaşıyor
o burada olunca. Zira yemek yemeği seven ve üstelik kuru ekmekle soğan
yese bunu şölene dönüştüren ve daha da beteri yediği lezzetten
karşısındakinin mahrum kalmasına asla içi elvermeyen bir kocam var.
Hasılı halim yaman!
Diyorum kendime, iki ay, sadece iki ay
daha aklı selim uygularsan diyeti, kurtulursun kilolardan, sözde ve
düşüncede herşey çok basit lakin uygulamada bir saniyelik gaflet anında,
bu düşüncenin tam tersine hareket edebiliyorum. 6 gün İsveç Diyeti
uyguluyorum, eksiksiz sadece kahve fazlasıyla, ama 6.günün akşamında
pasta yiyorum ve herşeyi rezili rüsvay ediyorum mesela.
Ama şimdi gene yüreklendirdim kendimi. Zira Twitter’da diyete başlayan anneler güruhu var, istikrarla Dukan Diyeti’ne devam eden; muvaffak olmuş ve mutlu sona yaklaşan Gülom, Kirazım ve Feridem
var, hadi be Deli, bırakma kendini diyorum, hem bak onlar sırım gibi
olduğunda ve sen hala duba gibi kaldığında, keşke onlarla birlikte ben
de devam etseydim dersin, diyorum, hasılı kendimi türlü ali cengiz
oyunlarıyla motive etmeye çalışıyorum. Son 5 gündür iyi de gidiyorum.
Gene 65′i gördüm. Hedef: 58 kilo. Ama 61 de olsan olur, diyorum. Ne de
olsa kemikleri ağır ve kaslı bir kadınım (!)
Şevkimi diri tutmak, irademi korumak adına, birtakım hileler yapıyorum ayrıca. Mesela;
*Tartının, zeminin eğimine göre farklı
sayılar gösterdiğine şahit olduğumdan beri, en az gösterdiği yerde
tartıya çıkıyorum. Ve bir gün, olur da dalgınlıkla, en fazla yere rast
gelirsem diye çok korkuyorum.
*Bizim tartının, diyetisyenin
tartısından en az 1 kilo fazla gösterdiğine dair bir kanaat oluşturmaya
zorluyorum kendimi. Tam olarak inanmıyorum ama inanmayı çok arzuluyorum.
*Çok yorulduğumda, aman nasılsa 17 kiloya yakın verdin, bak böyle de güzelsin, diyorum ama bunu yemiyorum!
*Üniversite yıllarımda 48 kiloydun ama
bence o tartı en az 2 kilo eksik gösteriyordu, boşuna o rakamlara
meyillenme diyorum. Aklımı tartıyla bozmuşum:)
*Kilo verme durduğunda, -ki bu mutlaka
oluyor, zaten sapkınlıklarım da en çok bu döneme rastlıyor- sakın durma
diyorum, durma, vazgeçme lakin olmuyor, illa ki vazgeçiyorum!
*Yemek yemek o kadar da önemli bir eylem
değildir, hem nefsi terbiye etmek iyidir, diyorum ama ne yazık ki bu
düşüncemde sabit kalamıyorum.
*Her sapıtmadan sonra; -üzülme,
koyverme, bundan sonra İsveç Diyeti yapar, topluca verirsin- diyorum
mesela, ama elimde biriken şanslarımı bir bir tüketiyorum. Zira kala
kala Dukan-Karatay karışımına kaldım. Haydi hayırlısı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder