Hani
hayatın rutin akışına kaptırıp gidiyoruz ya bazen, adeta kör gözle
yapıyoruz işleri. Evimiz bildiktir, işlerimiz bildik, çocuklarımızın
işleri ve dahi ilişkilerimiz. Sıkıcıdır böylesi. Sanki sıkı bir çemberle
çevrelenmişsinizdir, dışarı çıkmak olası değildir. Ve bazen minik bir
gedik açılır o çemberde, önce tedirginsinizdir, derken meraklı gözlerle
dışarıyı süzüverirsiniz. Yeni yerler, yeni yüzler hoşunuza gider,
süzmeyi süzülmeyi bir kenara bırakır, aşina olduğunuz çemberden bu yeni
dünyaya giriverirsiniz. Giderek dahil olursunuz o dünyaya, o dünya da
sizin hayatınıza. Çemberiniz hem esner, hem de genişler. Memnunsunuzdur
gidişattan. Arada arızalar çıkar, ilkinde sarsılır belki de aşırı tepki
verirsiniz, derken o minik arızalar ehemmiyetlerini büyük oranda
kaybeder, büyük resme odaklanır ve bu yeni hale şükredersiniz.
İşte Blog dünyasına adım atmam böylesi
bir his uyandırıyor bende. Evde, kendi kendime cebelleşirken rutinimle
birden karşıma çıkan ve dahası içine girdiğim bu alemden çoğunlukla
memnunum. Hem oturduğum yerden dışarıya açılan kapım burası, hem
sığınağım, hem dert ortağım. Ve en önemlisi, her an yenilenen bir yanı
var buranın.
Gerçek hayatta ilişkilerimiz kısıtlı.
Kendimiz gibilerle veya önceden gelen ilişkilerle devam ediyoruz hayata.
Yeni yüzler, yeni hayatlar çok sık girmiyor hayatımıza. Hele ki evden
çıkmak dahi pek mümkün değilken, değil yeni ilişkiler kurmak, eskilerini
dahi kaybetmek tehlikesini yaşıyoruz. Ve belki de bu durumun
endişesiyle korkuya kapılıyoruz. En azından benim için durum bu şekilde.
Son günlerde, bu düşüncelerin etkisiyle
çok sık şükrediyorum. Çünkü bloglara girdim gireli, her an yeni
insanlarla tanışıyorum. Gençler-yaşlılar, evliler-bekarlar, anneler va
hatta babalar. Ve dahası gerçek hayatta muhtemeldir ki tanıma imkanı
bulmayacağım çeşit çeşit insanlar. Girişkenler-çekingenler,
iyimserler-kötümserler, gerçekçiler-hayalciler, sıradanlar-sıradışılar,
yaratıcılar-yaratıcılara hayran hayran bakanlar vesaire. Hayat gibi bir
karma mevcut hasılı burada da. Bir de bu karmaşada, birbirini bulan
yetenekli insanlar var mesela. Birinin hayalinde canlandırdığı sahneyi
yahut yazıya döktüklerini resme döken, çizen bir diğeri çıkıyor mesela.
Birinin hayallerini de çağa uyduran, uygulama geliştiriciler var mesela.
Anne olmak birleştiriyor hepsini bir noktada. Ve harikulade bir iş
çıkartıyorlar ortaya. İşte bu harika bileşimlerden birinin çok güzel iki
bileşeni, hatta belki de en iyi örneği: Özgür Anne ve Olmadık İşler Peşinde!
İkisi de çalışkan iki anne. On
parmağında on marifet dedikleri cinsten ikisi de. İkisi de kendine has.
İkisi de yetenekli. İkisi de işinde iyi. Üstelik ikisi de pek mütevazi.
Öngörülü ve çağın gerektirdiği biçimde uyanık ve girişimci ikisi de.
İkisinin uyumu ise harikulade dediğim gibi.
Bu iki anneyi ve birlikte başardıklarını önemsiyorum. Ortaya çıkardıkları sesli ve animasyonlu kitap; Filin Banyosu
harika! Hem iki annenin elinden çıkması ve duyarlı olması sebebiyle,
hem bir ilk olması sebebiyle, hem bizler için uyumlu olması sebebiyle,
hem de sahiden çok güzel ve başarılı olması sebebiyle. Çocuklarımızın
sevmesi başlıbaşına bir sebep zaten. Ancak asıl şunu önemsiyorum; bu iki
anne ümit ve ışık verdi, bana, bize, hepimize. Anneyken üretken
olunabileceğine dair, birlikte sevgiyle ve uyumla iş başarmaya dair,
girişmeye ve girişkenliğe adım atmaya dair! Ve en önemlisi;
“Anneyken içimizde birikenlerle kendimizi bitirmek yerine, oluşan bu birikinti potansiyelini hareket enerjisine dönüştürmek gerektiğine dair, anneliğin birikintisini şikayetle öldürmek yerine faydaya çevirmeye dair umut verdi bana ve muhtemeldir ki birçok anneye.”
Ve bunu yapmak için oturduğumuz yerden
kalkmanın, her zaman seyirci olmayı bir kenara bırakmanın, aslında belki
bir kadının en üretken ve aktif olduğu bu dönemde ayağa kalmanın, bu
zamanın kıymetini bilerek geç olmadan değerlendirmenin gerektiğine dair
iyi bir örnek oldular bize. Bu yüzden iki kat seviyorum bu blogları ve
bu blogların sahibelerini. İyi ki varsınız, iyi ki tanıdım sizi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder