25 Ekim 2011 Salı

Ümit Filizi Yeşerdi!


Doğu ile BatıBirbirlerine kırılan iki arkadaştan biri, uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar.
-Kim o? diye seslenir içerdeki.
-Benim, der kapıyı çalan.
-Burada ikimize birlikte yer yok, diye cevap verir öteki. Kapı açılmaz.
Aradan uzunca bir zaman geçer. Yeni bir umutla, tekrar çalar sevdiği arkadaşının kapısını beriki.
-Kim o? diye sorar yine içerdeki.
-Sen’im, der bu sefer. Kapı ardına dek açılır.

Yıllardır içimizi yakan, kimi zaman usulca yanan, kimi zaman harlanan ama hep var olan, çıtırtılarını duymaktan çekindiğimiz, közlerinin tutuşmasından her an endişe ettiğimiz bir yangın yeri caanım ülkemiz. Belki bize göre uzak bir köşesinde, belki çok yakınımızda, belki de tam yanıbaşımızda, ötemizde, berimizde ama illa ki içerimizde daima var olan, devasa bir yangınla başetmek derdindeyiz. Lakin ne mümkün! Bu yangın on başlı, yüz canlı, bin katmanlı, açgöz bir ejderha sanki. Yıllardır onbinlerce insanı, onbinlerce ocağı içine aldı ama doymadı, doyamadı lanet olası!
Ve bir kaç zamandır harlanmakta gene bu yangın, gene kimbilir kimler tarafından daha bir azdırılmakta bu tiksinç salgın. Hele ki son günlerde, öyle bir harlandı ki sanmam ki yüreği, vicdanı, merhameti olan tek bir canlının ciğerini yakmasın. Kaldı ki, harlana durula bu yangın yeri, birçoğumuzun ciğerini yakılmış anızlar gibi karaya çevirdi. Hasılı, her yanı yanık izleriyle dolu bir yere çevirdi ülkemizi.
Önceki gün bu kara topraklar içinde, yeşil bir filiz can verdi; Ümit Filizi. Elbette onu görmek iyi hissettirdi ancak nedir, ne değildir bilemedimdi. Ucunu, başını bilemediğimiz, neresinden tutmaya kalksak elimizi daha büyük acıyla yakan, alevleri öfkeyle kuduran bu yangına karşı bu ufacık filiz neye çare olabilirdi? Neye alametti? Direnin mi demekteydi? Bakın ben bu kara toprakların arasından yeşerdim, siz de koruyun ümidinizi ve sevgiyle, merhametle, sabırla sulayın, besleyin beni mi demekteydi? Bilemedimdi.
Ta ki önceki güne dek. Önceki gün korkunç bir deprem oldu. Akıllar durdu. Kimi zaman isyanlar duyuldu. Önce şehitler, sonra depremler deyip çaresizlik içinde kıvrananlar oldu. Bense hissizdim daha çok. Bundan da rahatsızdım.  Haberleri izliyor, sosyal medyayı takip ediyor, gazeteleri geziyor ve bu yolla acıyı yakinen hissetmeye, kendimi kolay yaşamıma dönmemeye zorluyordum. Kapkara, bulanık bir tablo vardı. O kara tablo içinde, o kasvet ve bunaltı içindeyse Ümit Filizi öylece durmuş, gözlerini gözlerime dikmiş bana bakıyor, yetmedi bir de el sallıyordu. Önce anlayamadım. Aptallaşmıştım. Bu halde nasıl olur da bana kendini göstermeye çalışıyordu. Hatta biraz kızmıştım. Kendime; ne diye bu aptalla muhatap oldun, diyordum. Giderek kara tablo flulaştı ve filiz daha bir canlandı. Ve bir başkalaşım hali hasıl oldu.
Ümit Filizi; gör bak, diyordu. Yıllardır keskin bir çizgiyle ayrıştırılmaya çalışılan bu halk, özünde ve yüreğinde birdir, diyordu. Bunca yıllık ayrıştırma çabası, esasında yüzeydeki katmandadır diyordu. Gör bak, senin de bildiğin bir çok anne, hiçbir bahaneye gerek duymadan, canhıraş bir biçimde yardıma koşuyordu. Marketler yardım malzemesi alan insanlar, annelerle doluydu. Üstelik eskilerini göndermek için değil, bizzat akla daha geç gelen; bebek maması, bezi, iç çamaşırı, oyuncak, pedler gibi elzem olanları kendi elleriyle toplayıp yardım kuruluşlarına gönderiyor, yetmedi bir de o kuruluşta gönüllü çalışıyorlardı. Bu annelerin çoğu Kürt değildi ama bunu düşünmeden, -bir- olduğunu ta yürekten hissederek, vicdanıyla bu işi yapıyordu. Öncesinde kendine mikrofon uzatıldığında, hala ayrıştırmaya dem vuranların çatık kaşlı yüzleri; acınızı paylaşıyoruz, sizin için buradayız, Tüm Türkiye sizinle, mesajlarının samimiyetini gördükçe mütebessim bir hal alıyordu. Ve kalpler yumuşuyordu. Sahiden yumuşuyordu. Başbakan’ın bir yaralının başını okşaması bile çözülmeye sebep oluyordu. Öyledir has Doğu insanı, esasında vefalıdır. Samimi bir tek kelamda, bir tek temasta gömer acısını ve çözülür masumca. Yeter ki saflığını kirletenler çomak sokmasın. Ardından bir Van’lıyı evinde misafir et kampanyası; Evim Evindir Van, yapılıyor ve birkaç saat içinde 17.000 Batılı bunun için başvuruyordu. Çünkü yürekte, özde birçoğumuz bu ayrışmayı kabullenmiyorduk ve en kötü günde bunu hemen hissediyor, hissettiriyorduk.
Acılı günlerdi. Ama şunu hissettim; şer görünen bu felaketten hayırlar çıkacaktı! (İnşaallah) Ben diye birşeyin olmadığı, benim sen, senin ben olduğu anlaşılacaktı. Bunu en çok da analar anlayacaktı. Mevlana’nın dediği gibi; hakiki muhabbete, insanlığa, vicdana ancak böyle varılacaktı. Evet, durumdan hala ve hala pay çıkarmaya çalışan; fırsatçı, yürekleri kapkara kesilmiş vicdansızlar; her iki taraf içinden de çıkacaktı, ne yazık ki bu türden insancıklar hep olacaktı ama bunların sesleri de kısılacaktı. Ve inşallah vicdanlar, sayıları az ama sesleri çok çıkan bu kirli yüreklerin sahiplerine paye vermekten uzak duracaktı. Hasılı; Ümitvarım!
Beri gel, beri!
Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik?…*
—————————————————————————————————————————————————————————
*Hz. Mevlana.

Hiç yorum yok: