İlter,
Nisan’dan beridir, 4 haftada bir ancak evde oluyor. Yıl sonuna kadar
ise, nerdeyse o bir hafta bile mümkün görünmüyor. Gitme bahsi
açıldığında böğrüme bir hançer saplanıyor sanki. Göğsüm sıkışıyor,
aklımı oynatacak kadar yüreğim daralıyor. İtiraf etmeliyim; aşktan,
sevdadan değil bu kasvet, bu sıkıntı; tek başına çocukları, evi, kendimi
idare etmeyi göze alamıyorum. Yalnız başınalık gözümde büyüyor;
düşünüyor, düşünüyor, düşünüyor ve çok korkuyorum.
Kendime daima şunu hatırlatıyorum;
‘Sende hiç olmazsa ümit var, arada da olsa bir gelecek var, ya kocasız
çocuk büyütenler n’etsin. Gözünde büyütme durumunu!’ diyorum. Kendimi kendime acımaktan men ediyorum!
Zira ben kendine acıma illetinden çok korkuyorum. Bu kendine acımalar
esnasında, kişinin aciz bir zihniyete büründüğünü, başına gelen her
olumsuzluğu başkalarından bildiğini ve asla kendini düzeltme yoluna
girmediğini düşünür dururum. İnsanın etrafındaki cümle mahlukata
acımasının gayet faydalı ama tek kendine acımasının pek zararlı bir
düşünce biçimi olduğunu savunurum. Bu yüzden fazlaca takıntılıyım acıma
mevzusuna. Lakin, bence bu işin de suyunu çıkardım. Kendime acımayacağım diye, kendime zulmediyorum korkarım.
Hep başkaları ile; bilhassa benden daha
zor durumda olan annelerle kıyas yapıyorum; sözümona bu yolla çok
erdemli davranıyor, kendimi terbiye ediyorum. Oysa şunu unutuyorum; herkesin yükü fıtratı ölçüsünde!
Ve muhtemeldir ki; merhamet ve dirayetten oluşan dış kabuğumun içine
sıkışmış, bu deli fıtratımla diğerleri gibi usulca, uysallıkla ve
kolayca yola devam edemiyorum. Boyuna çatırdayan yerlerden fışkıran
azgın deliliğimi ya görmezden geliyorum ya da ayağımla ezerek
geçiştirdiğimi sanıyorum. Yanılıyorum! Başedemiyorum!
Zorlanıyorum, çok zorlanıyorum. İlter’in
her gitme bahsi açıldığında, gelişi ile kapanan tüm egzamalarım çatır
çatır çatırdamaya ve derim kurumuş topraklar gibi ayrılmaya başlıyor.
Abartı değil bu dediklerim asla. Vücut alarm zillerini çalıyor ama en
evvela ben takmadığımdan kimseler de takmıyor. Zaten kimseden kastım
İlter’den başkası da olamıyor. Kaldı ki, ağrı eşiğim, acı eşiğim çok
yüksektir benim. Merhamet dilenmeyi bilmem, yardım isteyemem, son nokta
nedir kestiremem. Sadece İlahi Gücün, beni bu durumdan çekip
çıkaracağına inancım var. Ve sanki bir zamanı var, onu beklemekteyim,
beklemeliyim. Ki devam edebileyim!
İlter gideli 3 gün oldu. Kendimi motive
etmiştim. Yokluğundan istifade edecek, diyeti hızlandıracak, düzenli
yürüyüşler yapacaktım. Yaptım da. İlter’in gelişi ile kaçınılmaz olarak
geri gelen kilolar, gidişi ile bir nebze hafifletildi. Her sabah,
Selimiye-Üsküdar-Salacak-Harem-Selimiye arasında Ring seferleri halinde
düzenli yürüyüşler yapıldı. Hem de Kerim’in muarızlarına rağmen. Herşey
pek iyi, pek güzeldi. Ta ki bugün akşama dek. Bugün akşam herşey
tarafımdan alabora edildi. Şöyle ki;
Akşama doğru birden işkillendim. Yahu, bugün bizim evlilik yıldönümümüz olabilir miydi?
Bilenler bilir, yıldönümleri, doğum günleri, her türlü özel gün bende
pek bir mana barındırmaz. Sanki zorakiymiş gibi hissederim. Sanki bende,
bizde birkaç beden büyük duruyormuş gibi es geçerim. Ya da öyle
zannederim. Gittim evlilik cüzdanına baktım; ve evet, bingo! Bugün o
gündü! İlter’i aradım. Ararken dopdoluydu içim, nerdeyse ağlayacaktım
ama yapamadım. Sıradan bir iki kelam edip kapattım. Sonra ne ara elime
aldım bilinmez, kendimi bir tomar dondurmayı kaşıklarken buldum.
İsteksizce ama saldırganca yiyordum. Öyle ki Selim’e fazla yememesi için
kızıyordum. Sonra birkaç çirkin şey daha yedim. Bir önceki yeme
krizinden daha az ama çok daha şuursuz idim. Sanki bu yolla kendimi
cezalandırıyordum. İçimde ne oluyor bilmiyordum ama bir şekilde canıma okumaya çalışıyordum.
Kendimden bi’haber haller içindeydim.
Yeme atakları sırasında çocuklara öfkeliydim. Sonra birden gevşedim.
Sanki kaslarım dahi gevşedi. Öyle ki yürümeye korkuyordum. Buna rağmen
çocukları eğledim, aktif oyunlar içine girdim; kovalamaca, yakalamaca
gibi. Uyku vakti yaklaşırken sabırla ve şefkatle ikisini de yıkadım, ak
pak eyledim. Her akşam kaçınır olduğum hikayelerden üçer beşer okudum,
yetmedi bir de üstüne bir parça Küçük Prens ekledim. Kokladım, öptüm
ikisini de, dualar okuyup Allah’a emanet ettim.
Huzur içinde bilgisayar başına geçtim
lakin esasında hiç de huzurlu değildim. İçim fokur fokur kaynayan bir
kazandı sanki. Önce bir arkadaştan gelen maille ağlamaya başladım. Zira
-baba- mevzusu açılmıştı. Ardından şu haber
ile içimde kaynayan kazanın suyu, alev alev gözlerimden taştı ve canım
çok yandı. Sam Mendes’in yönettiği, Kevin Spacey’in oynadığı III.Richard
oyunu ek gösterime girmişti. Tamam biletleri bir saatte tükenmişti ama
dert o değildi ki. Ne zaman herşeye uzaktan bakmayı ve herşeyin dışında kalmayı kolaylıkla kabullenir oldum,
diye içlendim. Zaten Bienal’de vardı, duyuyordum ama kulak arkası
ediyordum. Sanki, güya, sözde aldırmıyordum. Ama içim aldırmıştı ve çok
içleniyordu. Ne film, ne müzik festivalleri, ne Buika, ne gelemeyen ve
kaybettiğimiz Amy, ne ansızın giden Teoman, ne de başka biri hiçbiri ama
hiçbirine gidemedim, hepsine uzaktan bakmakla yetindim. Ve bu gece
aldırmadığımı sandıklarıma, aldırdıklarıma, tümüne toptan ağladım. En
çok da bu aciz, bu cılız, bu sefih, bu sefil ve sessiz kabullenişlerime
ağladım.
Sonra 8 senede bir kez bile doğru dürüst
kutlanmayan yıldönümümüze ağladım. Ardından İlter’e yazdım; Tamam doğum
günleri daha az önemsenebilirdi, benim için hala pek önemli değildi
lakin birlikte geçen 8 yıl, 2 çocuk bence kutlanmaya değerdi. Bence bu
savsak zihniyeti değiştirmeli ve önemsemeliydik evliliğimizi,
birbirimizi dedim. İlter de aynı fikirdeydi. Şimdi daha iyiceyim. Hatta
öyle ki iyice eskilere gittim;
Yıl 2000. İşyerimdeyim, masamda şu not:
Bu not sahibini beklemektedir. Şayet sahibi olduğundan şüphe ediyorsanız
emin olun O siz değilsinizdir. Ve şarkımızın sözleri. Yo, öyle
romantik bir parça değildi tam aksine deliceydi. Şöyle ki;
—————————————————————————————————————————————————————————–
Bir Varmış Bir yokmuş’a gelince; geçenlerde Kerim’le arabadan indik. İlter park yeri bulmak için uzaklaştı. Kerim bir iki adım attı ki, birden durdu. Koca gözleri daha da açılmış halde döndü bana doğru; -Ah! dedi etrafını araştırarak;-Baba?! Kac-ti! (kaçtı). Sanırım son günlerdeki halimizi en iyi bu sözcükler ifade etti:)
Bir Varmış Bir yokmuş’a gelince; geçenlerde Kerim’le arabadan indik. İlter park yeri bulmak için uzaklaştı. Kerim bir iki adım attı ki, birden durdu. Koca gözleri daha da açılmış halde döndü bana doğru; -Ah! dedi etrafını araştırarak;-Baba?! Kac-ti! (kaçtı). Sanırım son günlerdeki halimizi en iyi bu sözcükler ifade etti:)
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder