Hayatın ve dahi ötesinin çözümlenmesiyse şayet Matrix Felsefesi, Selim Matrix’i çözmüş
demiştim daha iki yıl kadar önce. Neden mi, hani çocuk yetiştirmede
kritik eşikler vardır. Sorma, sorgulama, sorulara uygun cevabı bulma
mesela. Hani kitaplar okur, uzmanlara başvurur yahut deneyimli annelerin
tecrübelerinden faydalanırsınız. Hasılı hazırlığınızı yapar ve
kollarınızı kavuşturup, bilgiç bir edayla uygun zamanı beklemeye
koyulursunuz. Derken beklenen an gelir; siz de öğrendiklerinizi tıpatıp
uygular ve görevinizi başarıyla ifa etmiş olmaktan ötürü kendinizden
epeyce hoşnut kalırsınız.
Bende bu durum ismime yakışır delilikte
geçti elbette. Her defasında ilk bilgileri veriyor olmanın gururuna
kapılmış ve annemsi yapıya bürünmenin sarhoşluğundayken daha, kendi
adıma fecaatle sonuçlandı bu güzide ‘bilge anne-cahil çocuk’
seremonisi. Ne zaman ilk bilgileri veriyorum diye bir heyecana kapılsam,
Selim’in benden çok ötede, benden ziyade, fevkalade derunî bilgiler
içersinde olduğunu görüyorum dehşetle. Ve ters yüz oluyor haliyle
seremoni; ‘bilge çocuk-cahil anne’ şeklinde. Şöyle ki;
3,5 yaşındaydı Selim. Teraslı evdeydik
henüz. Yan çatıda üç yavru martı vardı henüz doğmuş. Selim’le
gelişimlerini takip ediyor, anne martının yavruları ağzında taşıdığı
balıklarla beslemesine şahit oluyorduk. Bir gün yavrulardan biri,
bitişikteki evin terasına düştü. İlk gün anne martı boyuna onu yokluyor,
ancak yanına inmeye cesaret edemiyordu. Karşılıklı ağlaşır gibi
ötüşüyorlardı. İkinci gün anne martı kısmen yoklar oldu yavruyu üçüncü
günse tümden bağını kopardı. Ve diğer yavrularına bakmaya koyuldu. Selim
bu duruma çok bozulur ve belki kendi hayatına uyarlayıp kaygılanır
endişesiyle durum değerlendirmesi yaparken ben, o şu tespiti yaptı: Hayvan işte, di-i mi anne?
Ardından yavruyu ne var ne yoksa
beslemeye gayret ettik. Zira evin sahipleri pek ilgilenmiyordu. Giderek
imdat ister gibi çığlık atan yavrunun sesi cılızlaştı ve bir gün tümden
kayboldu. İlk bir kaç gün Selim de, ben de belki yavru bir yerlerden
çıkar diye bekledik ancak nafile! Ölümü Selim’den kaçırmayı düşünmedim
hiç, doğumu bildiği normallikte ölümü de bilsin istedim hep, ancak
girizgahı nasıl yapacağımı bilemedim. Bir kaç günün sonunda Selim’e
yavrunun ölmüş olabileceğini söyledim. Gözleri irileşti, bakışı değişti.
Evet ama cennete gitti dedim. Orada sıkıntı yok, hastalık, korku,
yalnızlık, acı, açlık yok dedim. Orda iyilik ve güzellik var dedim.
Yüzündeki gerilmiş kaslar giderek gevşedi. Konunun devamından ve
çalışmadığım yerlerden gelecek soruların korkusundan biraz gergin olsam
da, Selim’e bunu belli etmedim. Kendinden emin bir edayla, başımı
bilgiçlikle öte yana çevirdim ki, Selim devam etti;
-Hani televizyonda bir kutu vardı.
Üstünü bayrakla örtmüşlerdi.(Şehit cenazelerini kast ediyordu) Ölünce o
kutuya koyuyorlar di-i mi Anne? Sonra bir kapı açılıyor o kutuda. Geçit
kapısı. Işıklı böyle. Oradan cennete gidiyorlar di-i mi Anne?
İşte o an heyhat dedim, bre kendini
bilgili sanan cahil mahlukat! Gene ezildin! Sen daha iç hesaplar
yaparken o çoktan okumuş hayatı ve dahi ötesini. Hem sana sorsa sen
böylesine güzel anlatabilir miydin ki?
Selim’in olumsuz bir durumu olumluya
çevirme gibi hasletleri vardır hep. Birşeyin negatif sonuçlanmasını
kabullenmez, iyiye çevirmek ve muhtemeldir ki kendini iyi hissetmek için
elinden geleni yapar. Bunu yaparken de zırvalamak yerine, mantıklı bir
açıklama bulmaya uğraşır. Bu da bu duruma iyi bir örnektir mesela.
To be continued…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder