iklim değişir, Akdeniz olur
Bunaltılarımım yoğun
olduğu günlerdi. Rutine bağlandığım, tekdüze işlerimi istemeye istemeye
halletmeye uğraştığım, sıkıcı günlerdi. Kolumun külçe gibi ağırlaştığı,
işlerin genellikle yarım yamalak kaldığı, şevksiz ve alabildiğine
isteksiz günlerdi. Kendim başta olmak üzere kimseye tahammülümün
olmadığı, hissiyatımı da, insanlığımı da kaybettiğim günlerdi. Tek
hissettiğim üzerimdeki olanca ağırlık ve bunaltı hissiydi.
İşte böylesi bir günün sabahında Selim’i
okul servisine bindirmek için aşağıya inmiştim. Kucağımda Kerim’le.
Son derece ruhsuz ve huysuzdum. Ve dahi şuursuz! Birden bir anons ruhsuz
kabuğumu delip, içeri girdi; Dikkat, dikkat! Sokağımızda iftar hazırlıkları yapılacağından tüm araçların çekilmesi gerekmektedir!
Derhal bir panik aldı beni, hangi sokak, tüm sokaklar mı, nereye
koyacaktık peki arabayı, hem İlter yurtdışında, arabayı kim çekecekti,
hoş çeken bulunurdu ama işim yok bu halde bir de bunun gerginliğe ile mi
uğraşacaktım? Hasılı o birkaç dakikada kendime büyük bir kaos yaşattım.
Derhal Londra’ya bağlandım, tiksinç, tiz bir sesle; İlteeeer,
arabalarınızı çekin diyorlar, n’apayım, dedim. Tam o sırada alt kattaki
komşu geldi, sadece bu sokağı kastediyorlar, gerekirse ben çekeyim,
dedi. Bir de üstüne Selim’in servisi geldi ve bendeki şuur kaybı zirveye
ulaştı. Bundan sonra kim ne yaptı, ne dedi, ben ne söyledim bir tek
Allah bilirdi. Selim’i servise yolladım, İlter’i telefonda boşladım ve
muhtemeldir ki komşuya da pek farklı davranmadım. Hasılı, Selim gidince,
komşu kendi arabasının derdine düşünce ve İlter’i de bertaraf edince
sanki o karmaşa hiç olmamış gibi eve yollandım. Tek fark vardı
durumumda; nispeten ayılmıştım. Az önceki halime göre daha diri
duruyordum.
İkindiye doğru evi dertop etmiş, üstelik
bana büyük külfet gelen; çamaşır, bulaşık işlerini dahi halletmiştim.
Haliyle daha iyiceydim. Nitekim ne zaman evin bitmek bilmeyen işleri
çoğalsa, bende buhran alametleri başgösterir, hatta buhran ziyade; Dr. Jekyll & Mr. Hide misali
pis bir dönüşüm gerçekleşirdi; bilhassa anneliğime dair. Zaten
epeycedir anlıyorum ki; beni evdeki bu ağır işçilik ve tükenmek bilmeyen
döngü mahvetmekteydi. Ev temizse, iş yükü hafiflemişse, çocuklar
olağanüstü delirmemişse, ben de iyi ve müşfik bir anne oluyordum
genellikle. Şimdi görece sakin ve iyi bir anneydim, ancak birazdan
tümden iyi olacaktım. Hatta öyle ki eriyik kıvama gelecekti sinirlerim.
Selim’i almak üzere tekrar aşağıya
indim. Dış kapıyı açtım ve daha o an bir farklılık duyumsadım. Tam
olarak sokağa çıkınca ise, sokağın duruluğuna bakakaldım. Önce enfes bir
ney sesi ruhumu doyurdu. Çok sevdiğim ve çok manidar bulduğum için iki
kez etkilendiğim, Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan,
melodisi rüzgarla birlikte bir yakınlaşıp bir uzaklaşıyordu. Ki bu
bile tek başına beni benden almaya yetiyordu. Lakin tek bu değildi.
Sokak tümden değişmişti. Bir kere hiç araba yoktu. Ne park eden, ne de
geçen. Tertemizdi her yan. Suyun sıcak taşa değdiği an oluşturduğu
hararet kokusu burnuma doldu. Bu kokunun tesiriyle çocukken yıkadığımız,
arnavut kaldırımlı sokaklar zihnime doluştu. Güneş gören yerler
kurumaya yüz tutmuşken, gölgede kalan kısımlar hala ıslak duruyordu. Ve
ben bu görüntüyü seviyordum. Temizlenmişliği seviyordum. Selim’in
servisi evin önüne gelmeyecekti, amaaan ne gam, ben ona giderdim. Hem bu
sokakta bugün yürümek lazım gelmez miydi?
Kerim’in arabasını almadım, elinden
tutarak yola koyuldum. Beyaz giymiş kadınlar ve adamlar vardı, bembeyaz
masalar ve sandalyeler döşüyorlardı. Bu insanlar bildiğimizin aksine
tebessümle iş yapıyorlar, gülüşüp şakalaşıyorlardı. Havada muhabbet
kokusu vardı. Öbek öbek insanlar buldukları gölgeliklerde oturmuş sohbet
ediyorlardı. Normalde asık suratla yanyana geçen komşular, şimdi ta
karşı pencereden laflıyorlardu. Genelde havadan sudan konuşmayı bilmeyen
ben bile değişmiştim. Gördüğüm kim varsa selamlıyor hatta yeri geliyor
birşeyler diyordum. Şaşakalmıştım. Trafiğe açık bir diğer sokağa gidene
dek Kerim’in elini bıraktım, o da keyfince eğlendi. Bu sırada yaşlı bir
teyzeyle, birkaç amcayla, bugüne dek ne selam alıp ne selam verdiğim
esnafla gülümseyerek münasebete girdik. Çoğu Kerim’le hasbihal etti.
Zaten yanında çocuk varken sohbet etmek dünyanın en kolay işi değil
miydi? Hele ki bu müstesna günde bu iş çok daha basitti.
Kerim geniş caddede başıboş ve
serbestiyle gezmekten büyük keyif aldı. Gitti geldi boyuna; bir aşağı
bir yukarı. Ben de bir kez daha, bilhassa çocukla yaşamak için
genişliğe, ferahlığa, insana, insanlığa ve hasılı -bir çocuk yetiştirmek
için bir köye ihtiyaç vardır-a inandım. Boşalan bir cadde, uhrevi bir
hava, gülümser insanlar nasıl da herşeyi değiştirmişti. İçimdeki
karanlık gölge, kendiliğinden kuytuya çekildi. Ferahladım. Selim’i alıp
bir de onunla turladım. Bu sırada masalar düzenlenmiş, komşular yer
tutmaya bile başlamıştı. Hiç tanımadığım insanlarla bu vesileyle sohbet
ettim. İçim bir hoş oldu. Gel dediler sen de, Selim’i araya aldı
çocuklar. Onlar keyfetti.
Hasılı Ramazan’la birlikte gelen bu
iftar gününde şehrin iklimi değişti, sokağın iklimi değişti, insanın
iklimi değişti, benim iklimim değişti. Ve bir günlüğüne; iklim değişti,
Akdeniz oldu Selimiye ve Selimiye Semti.
————————————————————————————————————————————————————————————–
*Evet, ben de ehliyeti kimlik
diye kullanan ve kapının önünde duran arabaya ancak koca vasıtasıyla
binen acizlerdenim. Ama sanılmasın ki gayretkeş değilim. Çocukları
teslim edip ablama, kullanmaya gideceğim ilk ve tek günde ilk kez araba
tamire gitti. Bana yaptığı bu ihaneti ağışlayıp da, bir daha kendisine
meyletmedim.
*Uyan ey gözlerim gafletten uyan, Sultan III.Murat’ın bir tek sabah namazını kaçırmasına binaen yazdığı şiirdir.
*Fotoğraf: Jamie Delaine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder