Yaz’a Dair!
Daha önceleri de
böyle miydim, yoksa sonradan mı değiştim bilmem; korkar oldum ben
sıcaktan. Hem de öyle böyle değil korkum, en alasından!
Hani bu sene yazın gelişi pek uzun sürdü, hani hemen herkes veryansın ediyordu, hani öyle ki, mevsimlerle ‘sonbahar, kış, ilkbahar, -bu ne lan, yaz’
diye alay ediliyordu, dikkat ettim bir tek benim sesim çıkmıyordu.
Memnundum zira gidişattan. Hatta içten içe parmak hesabı yapıyordum,
kimselere çaktırmadan; ‘Mayıs da serin geçti, Haziran da, Temmuz’un
ortasına kadar iyi gitti… Az kaldı az, bitti!’ deyip telkinde bulundum
kendime pozitif yönde sürekli.
Olur da ‘Kavurucu sıcaklar geliyor’
türünden bir habere rastlarım diye, hava durumlarından vebalı gibi
kaçarım. Zira bu tahminler tutmasa bile, ben büyük bir kehanet
gerçekleşmişçesine, feryat figan olurum. Öyle ki, ‘Ah çok sıcak, vah çok
sıcak’ diye diye kendimi öldürmekten korkarım. Haliyle ‘deniz, güneş,
kum tatilleri’ hiç mi hiç cazip gelmez bana. Tatilde klimadan buz kesen
otel odalarını severim en çok, bıraksalar tüm günü odada geçiririm. Ne
zamanki güneş çekilir ve ılık bir akşam üzeri olur, o zaman meydana
çıkmaktır tercihim. Yaz tatilini tek bu bakımdan severim. Denizi gören,
bembeyaz bir masada yenen akşam yemeği ve o ana eşlik eden saatleri.
Hele ki güneşlenmek, en büyük işkencedir
bana. Yıllar önce özentiliğimden ve kapılıp gittiğim sürü
psikolojisinden bu işkenceye çokca dayanmaya çalıştığım doğrudur.
Üniversite yıllarında, bronzlaşma hevesi uğruna, cehaletle ve o
cehaletin getirdiği budala cesaretle çok ileri gittiğim de olmuştur.
Genelde Yaz okuluna kaldığımdan, yurdun bahçesindeki merdivenlere
oturur, köz güneşin altında kısa yoldan yanmaya çalışırdık. En ucuz ve
ilkel yöntemlerle hem de; Kola’yla bile. Bildiğiniz yapışkan, tiksinç
kolayla üstelik! Bir de birbirimize bakıp desteklerdik; -Özge karardın
sen ha, -A, senin de yüzün pembeleşmiş, kararacaksın demek! Bu yolla
fire vermemeye de gayret ederdik. En dayanamadıklarıma dayanmaya
zorlamışım kendimi, ah ne ahmakmışım! Ey toyluk ve kendini bilmezlik,
insanı aziz iken rezil edebiliyormuşsun velhasıl!
Bronzlaşmak için tüm gün yatmak, hele ki
tezcanlı, sabırsız ve sıkıntıya gelemeyen biri olarak benim için,
dünyanın en zor işidir oysa. En azından şimdilerde kendimi bu kadarcık
olsun tanıyorum. Üstelik gözlerimde de, tenimde de güneş alerjisi
mevcuttur. Belki de beynime arıza oluştur, sinyali vererek, bu
alerjilerin doğmasına sebep olmuşumdur, kimbilir? Bu şekilde güneşe
çıkmaktan kurtulmuş ve başkalarına makul bir sebep sunma imkanım
olmuştur!
Bekarken Fethiye’ye gitmiştik
arkadaşlarla, çocukların bağlayıcılığı ve istekleri yoktu, haliyle
serbesttim o zamanlarda. Nerdeyse tüm günü otel odasında geçiriyor ve
ancak akşam oldu mu dışarı çıkıyordum. Bir iki kez diğerlerine katılmak
için deniz kenarına inmiştim sadece. Ki deniz de Ölüdeniz, yer de
Fethiye olmasına rağmen ve ben burayı çok sevmeme rağmen. İşyerine
döndüğümde epeyce sataşan olmuştu, tatilden böyle mi dönülür, hiç
yanmamışsın, bu ne rezalettir, diye. Değil mi ki, tatile gittiğimizin en
büyük ibaresidir bronzlaşmak! O olmazsa, olur mu hiç? Hem sonra nerden
anlaşılacaktı tatile gittiğimiz bronzlaşmazsak?
Kaldı ki, bana göre, günboyu güneşin
altında yatmak ve bu yolla perişan olmak; çok yararsız, hatta tam aksine
zararlı ve pek demode bir eylemdir. Hem bakınız artık sütbeyazlık
revaçtadır. Misal; Angelina Jolie, Nicole Kidman, Liv Tyler, Gwyneth
Paltrow, Anne Hathaway, Amy Adams, hatta Madonna! Her biri porselen
gibi ışımaktadır. Hele ki Dita Von Teese bu yolla efsane olmaya
yakındır. (Sadece bu yolla değil elbette) Değil mi ki artık doğala
dönüş modadır! Ve an be an beyazlığa övgü artmaktadır. Bakınız misalen
şu parçada John Mayer da -Your skin like porcelain- demektedir.
Hasılı şimdilerde, zaruriyet olmadıkça
durmuyorum kızgın güneşin olduğu ortamlarda. Belki de bu yüzden,
İlter’i sıkıştırmıyorum hadi tatile, diye. Üstelik çocuklarla tatilde
kendimi yüksek dereceden bir bakıcı gibi hissediyorken, neme gerek bile
bile derbeder olmayı göze almak! Ve bu keşmekeşliğin adını -tatil!-
koymak. Otururum evimde, açarım klimayı. Püfür püfür esen suni de olsa
rüzgarla keyfime bakarım. Ne yaseminli çayımı, ne vazgeçemediğim kahvemi
içmekten kaçınırım, ne de sıcaktan mayışıp da pelte gibi koltuğa
yapışırım.
Keşke yaz denince, tatil denince,
fotoğraflardaki gibi ferah ve romantik olsa ortamlar da. Ya da seçkin,
nezih ve estetik olsa. Lakin değil! Değil asla ve kat’a!
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder