Geçenlerde Anjelika Akbar Twitter’da şunu yazmıştı: “Diyet başlangıcı tüm dünyaya duyurulurken, diyetten çıkış hep sessiz oluyor.’
İçime buruk bir biçimde yerleşti bu söz. Zira sıkı bir diyete en çok
ihtiyacı olanlardan biriyim ben de. Ve giriştim işte -Vira Bismillah!-
deyip de. Buraya da ilan ediyorum ki, bırakmaya yüzüm tutmasın, hem de
teşvik edeyim kendimi, yılgınlığa düşmemeyim ve de diri tutayım
zayıflama isteğimi. Dolayısıyla bu bölüm tastamam kendime yöneliktir,
okumamak serbesttir. Zira zayıflamaya ihtiyaç duymayanlar için pek
sıkıcı gelebilir.
Girizgah: Zayıflama Felsefesi
Yoksunluk
içinde büyümüş olmama rağmen aşağılık kompleksini bilmedim ben. Kusursuz
bir fizikten de yoksundum ancak oldum olası memnundum kendimden.
Hastalıklı bir kendini beğenme hali değildi sözkonusu olan elbette,
basitçe; bana bahşedileni sevmiştim işte.
Barışıktım aynalarla da, kendimle de. Ta ki şişmanlayana dek. İlk
doğumdan sonra bir daha eskisi gibi olamayınca katmerlendi, perçinlendi
kompleksim ve giderek özgüvenimi yitirdim. Bir noktadan sonra önüm,
arkam, sağım, solum şişman-zayıf kıyası ile geçti/geçiyor. Rusya’da iken
durum daha beterdi, nitekim Rus kadınları hamileyken dahi belli
belirsiz bir karna sahipken, doğumdan sonra derhal eski inceliklerine,
zerafetlerine geri dönerlerdi. Onlar ince, uzun sırım gibi, ben şişman,
kısa odun gibi vesselam.
Kabullenemedim
şişmanlığımı hiç. Selim’i emzirmeyi bırakınca ilk iş, şok bir diyet
yaptım; İsveç Diyeti. 13 günlük diyetin 5 gününü uygulayabildim ve 5
günde 5 kilo verdim. Ardından ne kadar az yersem yiyeyim kilomdan gıdım
kaybetmedim. Sebebi sonradan anlaşıldı. Hipotiroidi hastasıydım. Yani
Tiroid hormonu az çalışıyor ve buna bağlı olarak metabolizma
alabildiğine hantallaşıyor. Bu durumda -su içsem yarıyor- tabiri tam
yerini buluyor ve kilo vermek deveye hendek bindirmekten güç hale
geliyor. Durumun zorluğunun etkisiyle diyetisyene gittim ve bir 6 kilo
daha verdim. Ancak verdiklerim, aldıklarımın yanında devede kulak
kaldığından bir türlü -iyi oldu- diyemedim. Hiçbir fotoğraf karesine
dahil olmak istemedim/istemiyorum, bilhassa eski tanıdıklarla
görüşmekten, kendime giysi almaktan ve mağaza dolaşmaktan
kaçındım/kaçınıyorum.
Üstelik
iki doğumdan sonra da, her normal kadın gibi hızla kilo verdim, nerdeyse
doğum öncesine geldim. Hafifledim, eski giysileri giydim, sevindim, tüm
zorluğuna rağmen keyifli bir anneydim. Derken takip bile edemediğim bir
hızla, doğumdan hemen önceki kiloma geri döndüm. Anlaşılan tiroid
hormonu doğumdan hemen sonra şaha kalkmış ve kiloları hızla silip
süpürmüş, derken aynı ivmeyle alaşağı olmuş ve kiloları da peşisıra
sürümüş. Bir küçük hormon bozukluğundan rüsvay oldum vesselam. Hasılı
Kerim’den önce patlaya sıkıla verdiğim 11 kiloyu bünyem hevesle geri
kattı kendisine. Şimdi ben, kendim ve kilolarım keyifsizce ve birbirine
dargın biçimde yaşıyoruz bu bünyede.
Önceleri
ahu vah ettim, şikayetlendim niye böyle oluyor, diye. Derken bir hikmet
var mutlak bu işin içinde dedim lakin besbelli o hikmeti görmekten de
acizim. Düşünüp duruyorum, nerede hata ettim? Birini bu konuda incittim
mi, büyüklendim mi, biri kilolarından dert yanarken küçümsedim mi?
Bilmiyorum. Tek bildiğim uzun süredir bu konuda çok karamsar olduğum ve
ümitvar davranamadığım.
Oysa ümidi ne çok severim. Ben değil miyim; Benim Secret’ımın özü; “Güzel bakan güzel görür.” sözündedir diyen. Ben değil miyim; “Dostum, sen düşünceden ibaretsin. Gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun!” sözüne kulak veren ve her karamsarlığını bu yolla tedavi etmeye gayret eden. Ben değil miyim; Secret’a Giden Yol‘da ahkam kesen.
Biliyorum
ki ümit beslemedikçe de içinden çıkamam bu işin. Bu kısır döngüden
çıkmak için, kara bulutları dağıtmak için ve en önemlisi ümitvar olmak
için çokça dua ettim. Yılmadan! Bir kapı olmazsa diğerini zorlayarak!
Bıkmadan, usanmadan! Bir gün içime doğan aydınlık bir ümitle aldım
cevabı. Nerdeyse gözle görülebilir, elle tutulabilir derecede berrak bir
ümitle hem de. “Kilolar kaderim olamazdı, verebilirdim. Bu iş o kadar
zor olamazdı, yapabilirdim. Hepi topu az yemek değil miydi?” dedirtti
bana ümidim. Ve içimdeki ümidin harareti sönmeden, aslında koşullar hiç
de uygun değilken diyetisyene gittim. İşte bundan sonrası hayatımın ne
denli avare olduğunun göstergesi gibi.
Görelim bakalım bundan sonrası nasıl gitti.—————————————————————————————————————————————————————————————
Fotoğraf çok sevdiğim Into The Wild (Özgürlük Yolu) filminden. Yazıyı yazarken anladım ki zayıflama benim için fizilsel bir durumdan çok öteye geçmiş, felsefik bir hal almış. Hem hayat felsefeme uymuyor, hem bedenime uymuyor, hem özgürlük anlayışıma uymuyor hasılı. Bu ağır cüsseyle fiziken özgür kalsam bile zihnen kapalıyım vesselam. (Bundan da ayrı bir post çıkar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder