Selim
küçükken pek kaza geçirmedi. Çok emniyetli ve pek tedbirli bir çocuktu
çünkü. Ondandır ki geç yürüdü. Emin olmayana dek desteksiz tek adım
atmadı nitekim. Kerim’e gelince, Selim’in 5 yıllık ömrü süresince
geçirdiği kazaların toplamından çok daha fazlasını yaşadı 14 aylık minik
ömründe. Selim’de aşina olduğumuz güvenliğin aksine, hergün bir
vukuatla kapatıyor günü nerdeyse. Üstelik neden bilmem ağzına alıyor tüm
darbeleri de. Ağız dolusu kan, revan karşılaştığımız genellikle.
Önceki gün
gene koltuktan düşüp, kafa üstü yere çakıldı Kerim. Her zamanki
düşmelerine verip, kabaca görünen yerlerine ve bilhassa ağız içine göz
gezdirdikten sonra Kerim’i teskin etme çalışmalarına başladım. Suyla
hasbihali sevdiğinden banyoya götürdüm, bir yandan da yüzünü yıkadım.
Elim yüzünde gezerken, daha önce hiçbir problem olmayan alın bölgesinde
çizik gibi kızarıklıklara rastladım. Bir ürperti sardı içimi lakin asıl
ürperti, ben elimi alnında gezdirdikçe, içten bir kanamanın parmaklarımı
takip etmesiyle açığa çıktı. Deri altında, gözümün önünde şeffaflaşan
ve an be an aşikarlaşan, adeta alında yürüyen bir kanama. İşte ilk kez o
gün Rain Man’de Dustin Hoffman’ın otistik tiplemesi gibi, içimden
sayıklayarak tur atmaya başladım evde. Şükürler olsun ki bir süre sonra
durmayı başardım da doktoru aradım. O gün ilk kez meşgul olan doktoru
daha sonra aramaya razı olmadım ve – aciiilll, lütfen bağlayın beni-
çığırtkanlığında bulundum. Doktor önce rahatlatmaya çalıştı beni,
ardından soğuk su kompresi ile birlikte tüm gün Kerim’i gözlememi
önerdi. Kusma, dengesizlik, hareketlerde yavaşlama vs. var mı diye?
Dilimde dönen devamlı dualarla saatleri geçirdim ve şükürler olsun
anormal birşeye rastlamadım. Gün bitti.
Sonraki
gün İlter eve geldi. Kerim’in düşe kalka attığı iki adımı göstermek
adına, çocuğu babaya yarım metre kala desteksiz bıraktım ki, nasıl oldu
bilmem, sevinçle -bab-ba- diye ilerleyen çocuk, koltuğa vurup ağzını,
kan revan içinde kaldı. Ki koltuk dediğim de tamamen minderden ibaret.
Aynı gün
Selim’in okulunda idik. Okulda Üstün Potansiyelli çocuklar için bir
bölüm açılacağından bahsetmişti Müdüremiz ve buna dair birşey yapmayı
isteyip istemediğimizi konuşuyorduk. Biz bunu konuşurken tesadüfen Selim
iniyordu aşağıya. Elinde burnuna tuttuğu kanlı mendil, tişörtüne
bulaşan kanla. Sanki biz her an o odada yaşıyormuşuz gibi, gayet
olağanmışcasına karşıladı bizi, -Burnum kanadı anne- dedi bana
sokularak. Bir süredir alerjiden kaynaklanan burun kuruluğu şikayeti
vardı ve boyuna burnuyla hasbihal(!) ediyordu. Haliyle burun içi yaraya
dönüşmüştü ve bu bölgeyle fazla muhabbetin neticesinde minik kanamalar
ile sık görülür olmuştu. Ben bu aşinalıktan dolayı görece sakindim.
Selim’i alıp, buz koymak üzere götürürken öğretmeni biz de okuldan
ayrıldık. Akşama doğru okuldan arandım ve Selim’in kanamayla birlikte
baş dönmesi yaşadığını, içlerinin rahat etmediğini, doktoruyla
görüşmenin uygun olacağını eklediler. Doktor gene gözlem önerdi. Okula
gönderme dedi.
Bir
sonraki gün Selim oyuncak gününü kaçırmak istemedi. Ben de iyi olduğunu
görünce gitmesinde bir sakınca görmedim. Doktordan ala anneyim ya. Pek
bilmişim. Sabahtan öğlene dek iki kez arayıp durumunu yokladım. Endişe
etmememi, en ufak bir değişiklikte zaten haberdar edeceklerini salık
verdiler, hasılı herşey yolunda ve iyiydi. Ta ki öğleden sonraya kadar.
Öğleden
sonra telefonum çaldı. Numara okulun numarasıydı. Önce buz kestim.
Zihnim türlü dalgalanmalar yaşasa da fiilen kötüye yormamaya
gayretliydim. Telefonu açtım. Karşımdaki ses önce bir durdu ve -ımm..
Selim’i biz bir doktora götürelim dedik- dedi. Bu girizgah ile benim
gözümün önünden trilyon tane sahne, senaryo geçti. Ve sahnelerden ziyade
karnımdaki boşluk hissine eşlik eden tarifsiz vicdan azapları içimi
deldi. Niye sanki okula gönderdim ki, neden onu dinledim ki, Tamam,
-güzel bakan, güzel görür!- kaidesine riayet etmek elbette iyiydi lakin
benimki ümitvar olmak ve güzel düşünmekten ziyade -bize birşey olmaz!-
densizliği miydi, yoksa bunların hepsi kendi rahatım için bir bahane
miydi, ya yazdıklarıma, blogda saçmaladıklarıma ne demeli, hasılı
dillendirmek dahi istemediğim, envai çeşit düşünce zıp zıp zıpladı ordan
oraya delice. O anı düşününce anlıyorum ki; düşünce hızı, ışık hızından
çoook öte imiş meğerse. -Selim düştü, birşeyi yok, gene de götürelim
istiyoruz. Yalnız çok endişeli, sizi yanında istiyor, isterseniz gelin-
diye devam etti karşımdaki ses. Selim düştü deyince, dünya durdu, zaman
durdu, zihnimdeki düşüncelerin deli dansı durdu. İçlerinden biri öne
çıktı sadece: burun kanaması, baş dönmesi ve düşme… İsmini telaffuz dahi
etmek istemediğim şeyler velhasıl. Ve daha telefondayken direkt
düşündüğüm; bu blogu derhal kapatmalı! Çocuklarımı çok seviyorum, şeksiz
şüphesiz! Bilhassa sakinlik anında defalarca şükrediyorum bu altın
çocukların annesi ben olduğum için. Hatta evde hararetin en kızgın
olduğu zamanlarda bile, tam söylenmek üzereyken daha yakalayıp kendimi,
şükrediyorum düşünüp nicelerini. Lakin insancıl da olsa bağımsızlık
isteğimden öyle çok dem vurdum ve sıkıntılarımı, bunaltılarımı öyle çok
yazdım ki, şikayetlenme boyutuna girdi, kim bilir. Bu beni uzun süredir
rahatsız ediyordu. Şükürden ziyade şikayete odaklanmak hiç ama hiç
istemediğim ve sevmediğim bir eylem olsa da yapıyordum bunu, bazen
direkt ama kesinlikle istemeyerek!
Düşünceler
dehlizinde iken bir yandan da telefondaki sesi kuyu içindeymişcesine
dinliyor hatta cevap dahi veriyordum. Hatta öyle ki dışardan soğukkanlı
bile görünüyor olabilirdim. İyi ki dinleyebilmişim, zira Selim’in düşüşü
dünkü olaylardan bağımsız, sandalyesinde kaykıldığından olmuştu.
Dizlerimde titreşmeler, içimde kaynayan ve açığa çıkmak için can atan
volkanik gözyaşlarımı bastırarak Kerim’i aldım çıktım apar topar.
Röntgen vs. bir şey çıkmadı şükürler olsun ki. Ama içim rahat değil,
değil, değil! Her türlü rahat değil! Hem blogdan yana, hem
yazdıklarımdan yana, hem Selim’in durumundan yana. Bir süredir halsizim
diyordu, dudakları bana çok renksiz geliyordu, 3 gündür de tuhaf bir
ishalle başediyor, bağlantısı yok muhtemelen ya da bilmiyorum! Yarın
inşaallah kendi doktoru döner de tatilden, detaylı bir bilgi almak
mümkün olur. (inşaallah!)
Hasılı, duaya ihtiyaç var. Dua etmeli!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder