26 Kasım 2013 Salı

İskoçya’dan Yaşayan bir Efsane Geçti


Bob Dylan - Living Legend (2)

Evet, Bob Dylan geçti buralardan…

http://deli-anne.com/?p=20999 

En yakın arkadaşlarımdan biri ile çok sevdiğimiz sanatçılara yaklaşmak üstüne tabu hatta fobi düzeyinde bir düşüncemiz vardı. Şimdi biz onları uzaktan bunca seviyoruz, ya yanlarına gidersek ve bizi hayal kırıklığına uğratacak birşey yaparlarsa diye endişe eder, onlara dair zihnimizde canlandırdığımız cazibeyi kaybetmekten çekinir ve uzaktan uzağa sevmeyi seçerdik.
Arkadaşımla ikimiz de Cem Karaca’yı çok severdik, Cem Karaca’ya ulaşma imkanımız vardı, gitmezdik. Yıllar sonra Cem Karaca vefat ettiğinde amma da salakmışım, dedim kendime. Nitekim Barış Manço konserine gittiğimde değil hayal kırıklığına uğramak bilakis tekrar tekrar sevdalısı olmuştum mütevaziliğinin, bilgeliğinin ve sıcaklığının. Biliyorum ki Cem Karaca da farklı değildi.
Ve Bob Dylan. O da tıpkı Barış Manço ve Cem Karaca gibi kalben çok yakın bağ kurduğum biri. Hatta gönlümün böylesi bağ kurduğu üçüncü ve son kişisi. Değil ona gitme ihtimalim, böyle bir ihtimalin hayali dahi yok aklımda. Varlığını sevdiğim, uzaktan şarkılarını dinlediğim ve bu hali kabullendiğim biri. Bir gün tevafuken ilanını gördüm ve bir anda İ. nin süper atik davranmasıyla akşamında elimde buldum bileti.
Bob Dylan & His Band November 2013 Europe - UK Tour bu delianne (4)

Yücelerden Gelen Bir İkram

Hani bir dua öğrendim ve bayıldım demiştim ya; Allah’ım senden sürpriz hayırlar diler, beklenmedik şerlerden sana sığınırım, diye. Bu bilet tam da bu duanın gerçekleşmesi gibiydi benim için işte. Çünkü hayalini kurmayı dahi aklıma getiremediğim birşeyi, beni de, isteklerimi de, sevdiklerimi de benden çok daha iyi bilen -BİR-inin bana hazırlamış olduğu bir sürprizdi. Elime ansızın tutuşturulmuş bir ikram. Yaşam motivasyonumun pek düşük olduğu şu zamanlarda ayağa kalkmamı hızlandırmak için bana neyin iyi geleceğini ve neyin beni şevklendireceğini benden çok daha iyi bilen BİR’inin müthiş bir hediyesi gibi…
Ne güzel Rabbimizin olması değil mi, yalnız değiliz, terkedilmiş değiliz, yaşamda sıklıkla tökezliyoruz evet ama biliyoruz ki O daima orada, kimse bilmese de O biliyor halimizi, görüyor bizi, merhametle kuşatıyor ve işte bir anda ısıtıyor içimizi. Hani deniyor ya; dua ibadettir, cevap beklemeyiz ama zayıflar için şevk unsuru olabilir. İşte oradaki zayıfa uyan en iyi örnek benim: Şevklendim Ya Hu!

Kulak Tıkacımla Gittim Konsere…

Bileti aldığımda konsere 2,5 ay vardı. Acaba o güne ulaşır mıyım diyen düşüncelerimi zihnimden kovuyordum, sanki kötü birşey olacakmış gibi hissediyordum, olmasa da düşüne düşüne kötü şeyleri çağıracakmışım gibi. Oldu da aslında, kulaklarımda ani işitme kaybı, seslere karşı aşırı hassasiyet, kesilmek bilmeyen ve doktorlarca kesilmeyeceği söylenen çıldırtıcı uğultularla gittim konsere. Elimde kulak tıkacıyla, rahatsız olursam kulağıma takarım diye.
Birgün bir Bob Dylan konseri olacak ve sen de özel konuk sıfatıyla ön sıralara oturacak ama kulak tıkacı takacaksın deseler, kara mizah der gülerdim herhalde ama oldu! Sahiden oldu!
Neden Deli Anne diyenlere de cevap olsun bu:)

Gelgelelim Bob Dylan Efsanesine…

Bob Dylan - Living Legend
İçeri fotoğraf makinası alınmıyor, kesinlikle çekim yapılmıyor. Olsun dedim; canlı dinleyeceğim ya. Ama elimde hep hazırda duran telefonum var gene de, ne olur ne olmaz diye. Konser 19.30 da başlayıp 21:40′da bitecek deniyordu, ben de önden birileri çıkacak diye düşünüyordum o yüzden başlarda pek heyecanlı değildim.
Stadyum konseri değildi gittiğim, Bob Dylan’ın üç akşam üst üste çıkacağı büyük bir salon. Daha doğrusu büyük ve sıcak bir kulüp gibi. Sahne öyle sıcak ki, ışıklandırma şeker gibi bir his bırakıyor damakta, bakmaya doyamıyorum. Tatlı ve loş ışıklar, epeyce müzik aletini gölgeli, haleli aydınlatıyorlar. Siyah, pasparlak bir piyano parıldıyor üzerine düşen ışıkla, bir çello ve bateri duruyor öylece ortada. Baterinin metal zilleri parıldıyor, piyanonun tam da -piyano black- dedikleri o muhteşem rengi ışıldıyor. Sahnenin arka perdesinde ise ışıklarla amerikan yerlilerinin desenleri çizilmiş. Atmosfer harika!
Bob Dylan & His Band November 2013 Europe - UK Tour bu delianne (1)
Saat 19:30. Işıklar kapanıyor, sahne karanlık. Birileri çıkıyor. Herkes alkışlıyor, demek bildik birileri İskoçlar için diyorum. Herhalde uyduruk bir grup diye geçiriyorum zihnimden, zira önden çıkan grupları oldum olası sevmedim, sevmiyorum.
Biri geliyor, o ışıksızlıkta bile zayıflığı göze çarpıyor, incecik biri, siyahlar içinde, başında bir şapka. Geliyor ve ortada duran mikrofona yaklaşıyor. Bir ses… Aman Allah’ım bu tok ve bu bildik ses, şarkı tanıdık değil ama melodiler bildik, ben canlı canlı Bob Dylan dinliyorum; zaman, mekan, müzik, akustik, ışık, uyum, ahenk, hayret, taşma, coşma, çıldırma… ne ararsanız var o an ki duygularımda… Nabzım hızlanıyor, kulaklarım mı; aman ne gam, herşeyi unutup uçuyorum, sahiden uçuyorum…  Bu ruhsal coşkunluk hali ile sessiz, derin, taşkın ve aşkın gözyaşlarına boğuluyorum. Evet elbette Bob Dylan’ı canlı dinlemek çok, çok  etkileyici ama beni ağlatan tam bu değil, biliyorum, bu sesle ayağa kalkan zaman, mekan, anlar, anılar, bunlar da sebep olabilir ama tam bu da değil, ben beni kimsenin almadığı kadar ciddiye alan, kimsenin sevmediği kadar seven, öyle ki benim bile kendimi unuttuğum anda beni unutmayan Rabbimden gelen bu ikrama ağlıyorum. Gözyaşlarım şıpır şıpır akıyor, gören manyak bir fanatik sanıyor, ben de tüm konseri böyle izleyeceğimi ama alışıyorum… Bu ikrama ve Bob Dylan’a.
Bob-Dylan

Bu Adam Hiç Konuşmuyor…

Bob Dylan neden devasa bir efsane olduğunu, ilk dakikada; konserin başlama saatini bir saniye dahi geçmeden sahneye çıkmakla ispatlıyor. Ard arda beş-altı şarkı söylüyor. Yaşlanmış, adımları çok ağır. İkinci şarkısında o meşhur harmonikasını çalıyor. İzleyiciler delice alkışlıyor. Her şarkıda sahnenin ışıkları farklı bir loşluğa bürünüyor. Perdedeki desenler ara sıra değişiyor. İki şarkıdan sonra piyanoya geçiyor. Bir süre piyanoyla birlikte şarkılarını söylüyor.
Hiç konuşmuyor, bir merhaba dahi demiyor. Hiç ama hiç yadırgamıyorum. O şu anda şarkılarıyla konuşuyor zaten ve hal diliyle çok şey anlatıyor. Yıllar ilerledikçe iyiden iyiye artan dehası ve bilgeliği ile sayısız şarkı yaptı, içeriği dopdolu şarkılarıyla öyle çok anlatıyor ve dahi anlatmış ki on yıllardır kendini, şimdi laf olsun diye konuşmuyor olması ve dahası -istemiyorsa konuşmuyor olması hoşuma gidiyor!-
US legend Bob Dylan performs on stage during the 21st edition of the Vieilles Charrues music festival on July 22, 2012 in Carhaix-Plouguer, western France.  AFP PHOTO / FRED TANNEAU        (Photo credit should read FRED TANNEAU/AFP/GettyImages)İşte tam böyleydi, konuşmadan bazen bir iki işaretle, birkaç mimik ve hareketle anlattı söylemek istediklerini.
Salon koca bir kulüp havasında. Bir kadın delice çığlıklar atıp, şarkılar istiyor, birileri ıslık çalıyor ama sahne hep devam ediyor, şarkılar su gibi akıyor. Kendini kaybetmiş bir adam dışında kimse fotoğraf çekmeye yanaşmıyor, bense sürekli fotoğraf çekmek için fırsat kolluyorum; bir yandan ne ayıp diyorum, bir yandan bir daha ne zaman görürüm ki bende bir fotoğrafı olsun, diye kendimi yiyorum. 15-20 dakikalık bir ara veriliyor. Bob Dylan sadece burada konuşuyor; onda da arayı haber veriyor.  Ara bitiyor, ekip ve Bob Dylan kaldıkları yerden devam ediyorlar. Gene tek kelam yok, gene arka arkaya kesintisiz şarkılar. Eskilerden tek bir parça yok, yadırgamıyorum, işin ilginci nedense bunun olacağını  da tahmin ediyorum.
Dylan’ın ekibi de kendi gibi maharetli. Gitar çalan bir anda çelloya geçiyor, bir diğeri kanun gibi bilmediğim bir alet çalarken birden kemana başlıyor, onu bırakıyor bançoya geçiyor. Hepsi siyah takımlı, hepsi iyi giyimli. Ortam, mekan, Bob Dylan ve ekibi sıcak, tatlı, harika bir Blues kulübünde çalıyor gibi… Işıklar, renkler, giysiler, aletler herşey izleyende bu hissi bırakıyor.
Bir ara bir parça çalıyor, bilmiyorum adını sanını ama harika bir parça, sahnenin gerisindeki perdede petrol mavisinin pastel tonunda kuş tüyleri deseni çıkıyor. Işıklar sıcak bir Blues kulübündeki gibi tatlı bir loşluğa bürünüyor gene. Parça harika, kemanlar çalıyor, Bob Dylan bariton sesiyle eşlik ediyor, yetmedi piyanoya geçiyor, salonda muazzam bir atmosfer oluşuyor; içim gidiyor, çıldırıyorum. Bu anı kaydetmek istiyorum ama olmuyor, ya Bob Bylan’ın rızası, diyorum ve vazgeçiyorum. Kucağıma koyduğum telefona sadece parçadan bir kuple kaydediyorum ki sonrasında parçaya ulaşabileyim.

-More! More! More!-

Konser 21:40′a dek aralıksız devam ediyor. Müthiş birşey! 72 yaşındaki bu efsane adam, adına Never Ending Tour dediği; sahiden de bir yıldır en fazla iki gün ara vererek çıktığı, sonlanmayan Amerika ve Avrupa turnesinin şu son günlerinde iki saatten fazla bir sürede kesintisiz konser veriyor. Vokalsiz, tek başına söyleyerek hem de! Birkaç kez piyano başına oturmasını hesaba katmazsak hep ayakta.
Bob Dylan & His Band November 2013 Europe - UK Tour bu delianne (6)
Konserin bitişinde, kollarını açıyor ve ekibini işaret ediyor Bob Dylan, hepsi bu, gene konuşma yok! Seyirciler çılgınca alkışlıyor. Ağlamaklı oluyorum. Uzun süre selam veriyorlar ve gidiyorlar. Sonra o çılgın kadın -mooore- diye bağırıyor ve herkes -more, more, more!- (Bir daha) diye tempo tutuyor, kimse oturmuyor, bu cool adam çıkar mı acaba bir daha, diyorum ama çıkacağını biliyorum zira konserin başlangıcına saniye bekletmeden çıkarak seyirciye saygısını gösteren bu dev adam elbette çıkar diyorum ve geliyor. Bir değil iki şarkı daha söylüyor ve uzun bir selamdan sonra gidiyor.
bobdylan_nashvilleskyline

Detaylar, Bilgiler

-Konsere tek başıma gittim. İ. çocuklarla kaldı. Laf aramızda ben çok seviyorum bu yalnız takılmaları. Bilenler bilir sinemaya da yalnız gitmeyi severim.
-Konser sırasında kulak tıkacımı kullanmak zorunda kalmak sahiden de kara komediydi. Seyircilerin çığlıkları sırasında değil ama Bob Dylan’ın kendisiyle özdeşleşen harmonikasını çaldığı o zamanlarda, tizleşen sesler yüzünden tıkacı kullanmak zorunda kalmak içimin acıdığı yerdi.
-Normalde biriyle İngilizce konuşmamak için kırk takla atan ben, konseri kaçıracağım diye canhıraş şekilde defalarca görevlilerle konuşmam da tarihe geçmeli.
-Konsere özgürlülüğümün sembolu haline gelen pembe kadife pantolonum ve yeşil süet ve kürklü çizmemle gittim. Neden mi; benim için canım 70′li yılların sembolü olan en önemli isimlerden biri Bob Dylan’a böyle gitmek içimden geldi çünkü.
Bob Dylan & His Band November 2013 Europe - UK Tour bu delianne (7)
-Konserde çoğunluk yaşlı kesimden insanlar vardı. Gençler sayılıydı ve çoğu Grease filminden fırlamış gibiydi.
-Bob Dylan’ın babaanne ve dedesinin Trabzon göçmeni olduğunu ve köken olarak da Kırgız olduğunu biliyor muydunuz? Hadi bakalım, bizdenmiş ya hu:)
-Ve bu efsane adamın yıllardır tüm konserlerinin bu sıcak atmosferli ortamda olduğunu? Bunu da gazetelerdeki eski konser bilgilerinden edindim.
-Glasgow’un nehir kıyısında bir bölgesi var. Yeni ve modern mimariyle dolu binalar var burada. Büyük bir kongre sarayı, BBC Scotland, Science Center vs. gittiğimiz yer de Clyde Auditorum diye geçiyor ve bu bina akustiği ile ünlüymüş ki sesler harikaydı. Ömrümde en lezzet aldığım canlı dinleti bu oldu.
Bob Dylan & His Band November 2013 Europe - UK Tour bu delianne (3)İşte SECC Clyde Auditorium ve Dylan limuzini. yani sanırım öyleydi.
-Bob Dylan’ı canlı dinlemenin verdiği coşkun, taşkın, aşkın ve bolca da hüzünlü (evet çok da hüzünlüydü, onun yaşadığı dönemi çok seven ben, o çılgın genç ve şimdi ağırlaşmış hareketleri ile bir efsane, kısaca HAYAT vesaire ile hissettiğim şeydi hüzün) bu hali yaşadığım bir diğer zaman da St. Petersburg’da Dostoyevski’nin evini ziyaret ettiğim zamandı. Neyse ki sevdiklerimle, zaman, mekan, imkansızlık, ölüm olmayan o mekanda yeniden karşılaşma ümidim ve ümitten öte inancım var. Buluşacağız bir güzel bahçede onlarla da inşallah:)
#sonsuzşükür

Hiç yorum yok: