Önceki
gün karşımızda oturan komşumuz Ann Teyze geldi. İstanbul’u bilen ve
seven biri. Elinde kendi elleriyle yapmış olduğu kekler vardı.
İstanbul’da olanlar için çok üzgün olmalısınız, diyerek teselli
niyetiyle uzattı elindekileri.
.
.
Gözlerim
doldu, boğazıma taş gibi bir yumru oturdu. Üzgündüm evet, hem de deli
gibi. Hele ki burada herkes işinde gücünde ve eski rutininde iken, ben
sanki bir başıma içimdeki yangını yaşarken, yalnızlık da derinleşiyor ve
iki üç kat daha ağır, daha zor geliyor uzaktan işitmek memleket
hadiselerini.
En son
oğlum okulda öğretmenleri ve bazı çocuklar tarafından keskin bir
ayrımcılığa uğrayıp da ciddi bir bunalıma girdiğinde, evimizin ve
kalbimizin orta yerine sanki bir ateş topu düştüğünde hissetmiştim bunca
yoğun üzüntüyü, göğsümün daralmasını ve yere göğe sığmamayı. Oğluma
yandığım kadar yanıyormuş meğerse içim İstanbul’a, ülkeme, ülkemin tüm
çocuklarına ve insanlığa.
Bu ortamda yazmak zor ve zaten mecalim de yok. Hele ki;
-Doğru-yanlış, haklı-haksız birbirine girmişken,
-Ortalık gerim gerim gerilmiş, hemen herkes ötekinin gözünü oyacak duruma gelmişken,
-Bir taraf -canım- dese öbürü -öl!- diye anlayacak denli kulaklar sağırlaşmışken,
-Zihinler ancak kendiyle eşdeğer sesi duymaya şartlanmışken,
-Birkaç yılda kurulmuş arkadaşlıklar, dostluklar, birikimler ve paylaşımlar, birkaç günlük kızışmayla tek kalemde siliniyorken,
-Çoğunlukla
zihinlerde oluşturulan şablona konuşuluyor, ona göre bir kanaat
geliştiriliyor ve bu şablonla saldırı yahut savunma mekanizması
şuursuzca devreye sokuluyorken,
-Kendi
gibi dışındaki tüm sesler koşulsuzca reddediliyor hatta şiddetle, büyük
bir kabalıkla geri püskürtülüyor ve günden güne bu hal daha da
şiddetleniyorken,
-Kendi
gibi olmayana nefret ve sövgü, kendi gibi olana koşulsuz övgü, arada
olanlara ise teyakkuzda tutulan bir saldırganlıkla gergin gergin
bekleniyorken,
-Kişisel
fikirler sus pus olmuş, sadece kendi gibi düşüncelere kafalar
sallanıyor, klişe fikirler onay görüp dillendiriliyorken ve bu durumda
her iki taraf için de özgürlük, serbestlik ve demokrasiden bahsetmek
bence mümkün değilken ve her yerde baskı varken,
-Grup,
parti fikirlerinin dışına çıkan konuşma ve konuşmacılar derhal
susturuluyor, yokmuş gibi varsayılıyor, karşıdakinin zaafiyeti olarak
görülen ise orantısız biçimde abartılıyorken ve benim açımdan şu an hiç kimse ve gelen hiçbir bilgi güven vermiyorken,
(Çok kişi biliyor ama ben gene de yazayım; sayıları çok az olan iki aykırı ses: biri Ak partili bir genç: Ak Parti’li Direnişçiden Başbakana Mektup… yazıyı okumak için sayfada aşağı inin) biri de Gezi Parkı’ndan bir genç ve Gezi Parkı’nda Neler Oluyor?
-Vicdan düğmesi sadece kendinden olana açık, diğer tüm seslere, kişilere kapatılmış iken,
-Sanki
artık pek çok kimse kendi gibi değilken, sanki insanların pek çoğunun
içine vahşi hayvanlar kaçmış ve onlar konuşuyorken ve bunun adına da
-tarafını belli etmek-, -turnusol kağıdı gören bu eylemle ortaya çıkmak-
deniyorken ama bence artan gerilim ve şiddetle bünyeler değişiyor ve
ilkelleşiyorken,
-Bu
olaylardan önce hayata dair gülüp konuşan, çeşitli paylaşımlarda
bulunan, birbiriyle konuşmaktan ve irtibatta olmaktan keyif alan
insanlar birbirine her türlü hakareti edip tüm bağlarını bir anda kesip
koparıyorken (sadece bloglarda ya da arkadaşlıklarda yok bu durum;
gazeteciler, sanatçılar, yazarlar arasında da var aynı hadise),
-Benimle aynı kelamı etmeyeceksen öte git benden- deniyorken, son derece kaba, hadsiz bir dil kullanılıyorken,
-Kalbindeki
sevgiden gözleri ışıl ışıl parlayan, yumuşacık insanlar bile en
zararsız cümleyi dahi daha önce görmediğim bir sertlikte karşılıyorken,
-O saf
çocuklar ve ağaçlar unutulmuş, yerlerine kin, adavet, çıkar ve husumet
konmuş ve sağduyu kaybolmuşken,(O ağaçlar da yanacak herhalde en
sonunda; iki kez kıyısından dönülmüş çünkü; biri park sakinlerince, biri
de polis şiddetinde)
-Başlardaki hoşgörü yerini son derece rahatsız edici bir tahammülsüzlüğe bırakmışken,
-En barışçıl, en naif insanların bile kendi gibi olmayana zerre kadar tahammülü kalmamışken,
-Barış ve
kardeşlik derken ve başta da etkileyici biçimde bu hava yakalanmışken,
giderek bu havanın büyük bir düşmanlığa dönüşümü yaşanıyorken ve benim
bu hareketten ümidimi kesen de en çok bu iken,
-Toplumda çok ciddi ve keskin bir ayrışma oluşuyorken,
-Taraflar arasında saflar sıkılaşmış ve izan ve hoşgörü ve empati ortadan kaybolmuşken,
-Gerçeği
sadece Allah’ın bildiği küçük insan oyunlarından tutun da, büyük ve
tehlikeli oyunlara dek türlü oyunlar oynanıyorken, (Kimse bizde oyun
yok demesin, kendi fikrini dayatmak için varolanı abartmak bile küçük
bir oyun ve bence hiç de masum bir hareket değilken, ya da fikrine
uyuyor diye yalan yanlış her haberi yaymak, büyük oyunları yok saymak da
çok büyük saflık)
-Ve şiddet ve şiddet ve şiddet varken,
-Hepsi bir yana ÖLÜM varken,
-Ve bu ölümlerden beslenen zihniyetler, vampirler, kan emiciler varken,
-Her taraftan her tarafa türlü tahrik ve kışkırtma varken ve ne acı ki bu kışkırtmalarda sadece gençler yaralanıp, ölürken,*
-Merhamet, şefkat, sevgi ve samimiyet diline çokça ihtiyaç varken ancak ısrarla tersi işletiliyorken,
-Edilen
her kelam tahminimizden çok daha ötelere, hızlı bir şekilde ulaşıyor ve
belki birilerinin vebaline girmeye sebebiyet veriyorken,
yazmaya mecalim yok.
Dilerim
son olur bu yazı. Artık bu konuda yazmak istemiyorum. Hem zaten gördüm
ki pek çok kişi gibi ben de birşey bilmiyorum! Hele bunca dışardayken.
Sadece
canı gönülden dua ediyorum, bu karmaşa ve kaos en güzel, en yumuşak ve
en hayırlı biçimde sonlansın diye. Kimsenin ama kimsenin kılına zerre
kadar zarar gelmesin diye.
————————————————————————–
*En büyüh
handikapı benim açımdan bu olayın; bu işi gençler başlattı, o parkta
gençler yatıyor, şiddeti onlar görüyor, onlar yaralanıyor, onlar ölüyor,
yani başrolde onlar var ama iş ne zaman konuşmaya gelse gençler
görünmez bir figüran oluyor ve hemen ortaya büyükler(!) çıkıyor.
Gençlerin getirdiği yenilenmeden bahsederken, -bizlere çok şeyler
öğreten harika Y kuşağı gençleri- derken, -bildiğimizden çok şey
biliyormuş ve harikaymış bu gençler derken, sanki bu çocukların tek
bildiği isyan etmek gibiymişcesine, sanki bu çocuklar iş konuşmaya
gelince bilmez oluyor ve -sen çekil kenara ben bilirim gerisini-
dercesine ve bu hareketin yeniliğine tamamen ters düşen biçimde eski
yüzler görevi devralıyor. Uzaktan görüneni söyleyeyim; yenilenme diyoruz
ama görünen; ilk hareketler yeni ve ümit verici olabilirdi ama ortada
görünen yüzler eski, söylemler eski. Belki de bu yüzden çoğu kimse işin
samimiyetine inanmakta güçlük çekiyor ve ardında büyük hikayeler arıyor.
Ben o gençleri yanlarında -bilen(!) birileri- olmadan duymak istiyorum.
İçlerinden birtekini biliyorum; Can yazmış, o da canına tak edenleri yazmış ve diğerleri tarafından tu kaka ediliyor.
Eskiler
yol versin, gençler ortaya çıksın ve konuşsun. Bence pankartların
dışında da sesini duymalıyız o çocukların. Başbakanla, Valiyle kimle
gerekiyorsa, bırakalım onlar konuşsun, ne varsa onlar anlatsın. Bunca
övdüğümüz gençler konuşamaz, anlaşamaz mı sanıyoruz? Yoksa bu çocuklara
isyan etmelerine güvendiğimiz kadar anlaşmaları konusunda yeterince
güvenmiyor muyuz? Ya da anlaşmalarından mı korkuyoruz bilmiyorum!
Bu yazı da yoruma kapalı, sebepleri de yukarda yazılı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder