Yaklaşık
bir yıldır İskoçya’dayım. Engin yeşillikler, uçsuz bucaksız zümrüt
yeşili çimenler, öyle ki çatılar bile bazen çimenlik gibiler, nerdeyse
konuşacak denli karakteristik ağaçlar, kendine has köşeli ve nefti
dağlar, sayısız göl ve akarsular, gökyüzünde türlü renkte ve çeşitte
bulutlanmalar, ortalıkta serbestçe otlanmaya bırakılmış hayvanlar hatta
kimi zaman yeşil tepeleri puantiyeli bir havaya bürüyorlar hasılı
onlarca şey var da var. Kısaca söylemek gerekirse burada ruhumu
kanatlandıran, içimi coşturan eşsiz sandığım sayısız güzellik var.
Derken
Türkiye’ye gittim. İstanbul gene çok güzel ama gene çok da keşmekeşti.
Sürekli yetişmemiz gereken randevular vardı, sürekli geç kaldık hasılı
kafayı kaldırıp da şöyle bir güzelliğine bakamadık. Sonra Güneydoğu’ya
gittik. Kısa bir süre orada gezdik ve farkettim ki; bilhassa baharda
Anadolu pek çok yerden daha eşsiz. Güneydoğu’nun dümdüz arazileri
yeşillenmişti, tarlaların çoğu çiçeklenmişti, ağaçlar taze yaprakları
ile arz-ı endam etmiş, ortalık cennet yerine benzemişti.
Diyarbakır-Batman-Hasankeyf-Mardin
ve Urfa çemberinde gördüklerimle yeniden farkettim ki, öyle güzel, öyle
özel ki memleketim. Gidin görün derim. Uzaktan önyargıyla doldurulmuş
zihinlerimizin en büyük gidericisi gidip de yakinen görmek. Halkın
misafirperverliğini, batıda benzeri olmayan; yokluğa karşı bunca tok
zihniyeti, civanmertlikleri ile birleşince bu güzelliklerin tadına doyum
olmuyor.
Buyrun, dileyen benle gelsin… Üstelik bunlar sadece yol boyunca gördüklerim…
..İşte tüm bu manzaralar sadece Diyarbakır’dan Hasankeyf’e giderken yoldan topladıklarım: Canım kavak ağaçları gölgesinde bir durak, bu durakta tatlı bir esintiyle oturmak, bir bardak çay yudumlamak, çayı yudumlarken güneşle oyunlar oynayan ışıltılı kavak yapraklarını seyre dalmak, hele ki rüzgarda çıkardıkları tatlı sesleri duymak, her an karşımıza çıkan canım gelinciklerle karşılaşmak, bir anda sağımızda gözüküveren yeşil ve asil Dicle Nehri ile karşılaşmak, bir müddet onunla yanyana yol almak, gözü tok insanlardan alışveriş yapmak ve bu bulunmaz hazla yolculuk yapmak… Kısaca huzur, haz, uyum ve ahenkle yol aldık bu yollarda, görünenin aksine tam da bu toprakların özüne göre. Zira esasında bizim topraklarımızın, bilhassa Anadolu’nun diğer yerlerden ayrılan en büyük yanı bu; bu topraklarda varolan fiziki güzelliklerin yanında devasa bir ruh var ve o ruhun kendine gelene verdiği huzur, uyum ve haz var.
.Bu yolculuktan bir önceki gün babamın kabrini ziyaret etmiştim. Yanına gitmenin verdiği tesirle ağlayıvermiştim haliyle. Selim de yanımdaydı. Bir süre beni inceledi, sorular sordu, neden ağladığımı, neden mutsuz olduğumu vesaire… Mutsuz değilim, sadece babamı hatırlıyorum ve onu ne kadar özlemiş olduğumu hissediyorum, dedim… Selim arabaya binerken yanıma yaklaştı ve bu başak sapını verdi: al anne, bunu senin üzüntünü biraz hafifletmek için topladım, dedi.Selim bu yolculukta yanımızda yoktu. Onu teyzesine bırakmıştık. Ama bu hediye hep gözümün önündeydi. Kısaca o gelmese bile hatırası ve yadigarı hep vardı.
.Bu fotoğraflar da Batman’dan Mardin’e yol alırken topladıklarımız. Yemyeşil düzlükler, uzaklarda dağlar ve tepeler, tepelere düşmüş bulut gölgeleri, sarı kır çiçekleri, nefis bulutlanmalar ve yolumuzu kesen koyunlar, öyle rahat, öyle aheste geçiyorlar ki, buralarda da alışıyor ruh yavaşlığa ve aceleci davranmamaya.
.Ve Mardin-Urfa yolu… Geniş araziler, gene yeşil düzlükler, ekilmiş ve sulandırılan araziler, çiçekler, güneşi perdeleyen bulutlar, o bulutlardan sebep oluşan eşsiz hüzmeler, önünden geçtiğimiz köyler ve içimden türlü sıcak hikayelerini kurguladığım evler ve daha neler neler… Ve gün böyle biter.
Bakmaya,
görmeye, sevmeye ve çekmeye doyamadığım bu manzarayı bir de kameraya
aldım. Ve yarım yamalak da olsa o ruhu yansıtması bakımından buraya da
kopyaladım. (Kamera Iphone kamerası o yüzden kalite biraz kötü:()
.
İzlemek için tık tık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder