12 Ekim 2012 Cuma

Parkta Bir Gün



Selim’i okuldan aldım. Ve elbette Kerim de yanımdaydı. Parka gittim. Can sıkıntım günlerdir sürüyor ve bir türlü geçmiyordu. Hatta bundan gayri normal olamam sanıyordum. Parka gittim. Kendimi boşvermiştim. Çocuklara iyi gelecek birşeyler yapmak istiyordum. Zira içimdeki yangını güzellikler söndürmeye yetmiyordu. Parka gittim. İkindi vaktiydi. Güneş en sevdiğim rengini almıştı. Turuncuydu. Ama içim hala yanıyordu. Bir süre çocuklara baktım sadece. Sadece onlara verdim kendimi. Sadece onları dinledim. Parlayan çimenlerde koşturan Kerim, kumda oynamaya dalmış Selim, bir ona bir buna dönüyordum, kendi isteklerime hiç aldırmıyordum. Zira şu an sadece çocuklarımın mutlu olmalarını ve iyi hissetmelerini istiyordum. Ve onları, sadece onları dinlemek istiyordum. Etrafıma bakmıyordum, tüm dikkatimi onlara vermek istiyordum. Ve onlar da bunu görsün, hissetsin istiyordum. Bu yüzden gözlerimi neredeyse onlardan hiç ayırmıyordum. Sanki kendime kaçamak yaptığım zamanların bedelini kendime ödetiyordum. Ve sanki onlara da kendime de bunu ispatlamak istiyordum. Beri yandan bu  çabayla ve çabadan ziyade bu çabanın getirdiği düşüncelerle boğuluyordum.
Selim’e baktım. Kumda bir arkadaş bulmuş, çat pat İngilizcesiyle konuşuyordu. Öyle ya da böyle anlaşıyorlardı. Zaten çocuklar oyun oynarken konuşmalara pek de takılmıyorlardı. -What’s your name? -James. -James look, this is my castle! -Ok! -James look, oh no no! Stop! Don’t touch my castle! gibi birbirinden kopuk ve bağımsız cümleyle oyunu idare ediyorlardı. Mutlu görünüyordu Selim. Zaten oyun oynarken mutludur Selim.
Kerim’e döndüm. Bazen dirseklerini kırıp koşturuyor, bazen James look, deyip abisini taklit ediyor, bazen -hello, this is mine- gibi oradan buradan duyduklarını şarkıya dönüştürüyor, bazen çocukların kalesini yıkıyor ve azarı işitiyor ama aldırmıyor genellikle mutlu mesut parkın tadını çıkartıyordu. Bir an çıktım o sıkıntılı halden. İçimdeki yanma sürerken, içime dönük gözlerimi çevirdim dünyaya yeniden. Herşey çok güzel, herşey harikaydı. Ah bir de içimde bu yanma, bu burukluk olmasaydı da iyice tadına varsaydım. Ama dünya böyle birşeydi işte, huzur ne tamdı ne de daimi. Herşey süreli ve kesintili! Ama herşeye rağmen o an verilenler öyle güzeldi ki. Ve ısrarla beni kendine çağırdı bu güzellik ben de sesine kulak verdim.
.
Çocuklar gördüm. Herşeye rağmen sözkonusu oyun olunca herşeyi arkalarında bırakan çocuklar. Gün ışığı altında kumda kaptırıp öylece oynayan bu çocuklar çok güzeldi.
.
Ve bir kuş gördüm. Sanırım karga. İndi gökyüzünden etrafıma. İster istemez ayırmışım gözlerimi çocuklardan. Takip et, dedi sanki beni. İzledim öylece gayri ihtiyari. Döndü etrafımda, yarım bir çember çizdi. O kadar yakındı ki dayanamadım aldım fotoğraf makinasını ve çektim o halini. Çek dedi sanki beni karga, çek çekerken de bak etrafıma, etrafına. Derken kayboldu gözden ben etrafa bakarken. Sanırım vazifesi burada bitti.
.


Ve bu ağacı gördüm. Daha önce benzerini bir başka parkta görmüştüm. Gül kurusu, yavru ağzı, pudra pembesi gibi çeşitli renge dönen güzelim yaprakları beni gene cezbetti. Cılız dallarında kalan birkaç yaprakla bile çok güzeldi.
.


Sonra bu görkemli ve heybetli ama gözüme pek şefkatli gözüken ağaçları gördüm. O parka her gittiğimde gözlerimi alamadığım, bir masal kitabından fırlamış gibi, konuşan yol gösterici ağaç filmlerinin baş kahramanı gibi olan bu ağaçlar ve eşsiz gövdeleri gene mest etti beni.
.

Gökyüzüne kaldırdım başımı, enfesti! Masmavi gökyüzü İskoçya’da nadir bulunur birşeydi, soğuksa olağan ve doğal! Hele ki aylardan Ekim’di. Ve bu havayla birlikte bir güzel bileşim sık sık gökyüzünde gözükmekteydi. Geçen uçakların gökyüzünde oluşturduğu buz kristalinin izleri ve gökyüzünün boydan boya bu izlerle çevrilmesi.
.


Çocuklara döndüm. İyilerdi. Kerim eliyle girişmişti kumlara. Selim’se kalesini bitirmiş, bayrağını dahi dikmişti. Üstelik bayrak direğini Kerim bulup getirmişti. Üstüne yapraktan bayrağı geçirmekse Selim’in işiydi.
.




Çocuklar sakin ve huzurlu iken ben de rahatça etrafa göz gezdirdim. İki dede gözüme ilişti. Biri torununu sallıyordu gün ışığı altındaki salıncakta, biri kumda Selim’le oynayan torununu izliyor ve dinleniyordu gün ışığı altında bankta.
.

Ve Altın Saçlı bir kız gördüm salıncakta. Mest oldum bu manzara karşısında. Salıncak indikçe en yüksekten, hala yüksekte kalıp uçuşmaya devam eden, güneş değince altından öte yaldızlar ve yakamozlar gibi parıldayan o saçlar, bu  ışık, bu ferahlık hasılı bu enfes görüntü içimi bambaşka yaptı. Evet o yanma gitmedi ama acı büyük oranda azaldı. Zira burnum mutluluk kokusu aldı. Ve dahası o saçlar her uçuştuğunda o güzel ışık altında, sanki ruhumu da kattı yanına ve uçtular beraber defalarca. İyi geldi bana bu manzara.
.




Artık bana dost gibi gelen, sıcaklık veren ağaçlara ama en çok heybetli ağaç gövdelerine baktım. Seviyordum onları ve onların bana fısıldadıklarını.
.


Baktım. Işığa. Ağaç gövdeleri arasından süzülen gün ışığına baktım. Seviyordum gün ışığını ve değdiği yeri başkalaştırmasını ve renksizliği bertaraf edip adeta can katmasını. Ve gene ışık, biraz daha ışık, diyen Goethe’yi anımsıyordum. Işık, çok önemliydi bunu iliklerime dek hissediyordum.
.







Ve yapraklar gördüm. Eşsiz yapraklar. İçinden ışık geçen yapraklar. O ışıkla rengi neon yeşiline dönen yapraklar. Sanki ipe asılmış gibi güneşle rengi açıldıkça açılan, şeffaflaşan yapraklar kesinlikle harikaydılar. Ve Yeryüzü Sanatının en güzel timsali olarak orada öylece bana devamlı göz kırptılar.
.

Ve o yaprakların kurusunun döküldüğü çimenler gördüm. Ah ne çimenlerdi onlar. Aldıkları gün ışığıyla buldukları can bir harikaydı.
.

Ve kumlardan çimenlere koşturan bir çocuk vardı. Zaten bu çocuk bir türlü yerinde durmazdı. Takip ettim onu.
.


Başka türden bitkiler vardı. Çalı gibi ama özenli. Hele ki alttaki bitkinin içine gizlenmiş kırmızı yapraklıları çok özel ve harikaydı.
.

Koşmaya devam etti Kerim. Ben gene takip ettim.
.

Bir ağaç gövdesinde parıldayan minik damlalar gördüm. Sanırım bunlar açığa çıkmış ağaç özlerinin güneşte sim gibi parıldamasıydı.
.


Gölgelenmiş ağaçlar gördüm ve güneşlenmiş.
.




Kah koşan, kah abisinin yanına kurulan bu çocukla gezmeye devam ettim. Selim hala kumda oynuyordu.
.




Çocukların ikisini de aldım ve gezmeye çıktım. Ben yer yer yapraklara dalarken onlar uzakta yen oyunlar kuruyordu. Veikindi güneşi altında uzayan gölgem neredeyse onlara dek gidiyordu.
.







Çocuklar türlü aletlerde oyunlar oynadı. Bazen birbirlerine sataştılar gene. Misalen bir fotoğrafta görülüyor; Selim her an kendisine bulaşmakta ısrar eden Kerim’e tekmeyi indirebilir.
.
















Ve güneş çekilmeye yüz tutarken ve hava buz gibi soğumuşken parktan ayrılmaya hazırlandık. Az önce dedenin oturduğu bank boş kaldı, az önce Selim’in sallandığı salıncak boş kaldı, kumda kimse kalmadı, heryer bomboş kaldı. Ama içimizde Parkta Bir Gün’ün verdiği güzel his kaldı.
İyi Haftasonları ve Hayırlı Cumalar!
————————————————————————————————————————————————————————–
Gene yorumlarınıza, maillerinize cevap yazamadım. Affedin! Fatma’m aklımdasın, inşallah yazacağım. Beyhan’ım :)

Hiç yorum yok: