Epeyce
eskilerden kalan; bir türlü sıraya dizemediğim, şekil vereceğim diye
beklettiğim güzelim BilimSelim diyalogları. Kaybolmasından korkuyor ve
tümden yazıyorum:
2011′den kalanlar:
Naneli
çikolata yedikten sonra hissettiği ferahlığı yansıtma hali: Meditasyon
pozisyonu alma, iç geçirme ve derin nefesle ekleme -HOH! İŞTE HUZUR BU!-
ε
TRT Çocuk
kanalında Sid ile Bilim programında birşeyleri ölçmeyi izledi. Ardından
sen olsan neyi ölçmek isterdin, dedim. Verdiği cevap bence mükemmeldi
tabii:)
- Seni! Seni öpücükle ölçmek isterdim!
ε
Okuldaki ödevlerden birini cevaplıyoruz. Anne ve babanın sorumlulukları konumuz. Selim sırasıyla anlatıyor:
Babanın
sorumlulukları: Mesleğini yerine getirmek, çocuklarına gelince sevgiyle
sarılmak, gelince çikolata ve yiyecek getirmek, oyuncak almak ve eşine
yardım etmek.
Annenin
sorumlulukları: Evi temizlemek, çocuklarına bakmak, bebekleri emzirmek,
çocuklarına kızınca çekiştirmemek :( (Bunlardan hangisi ideal anne
figüründe yer alır derseniz, hiçbiri derim. Ne berbat değil mi? )
ε
Beni sevmelere doyamadığı zamanlardan:
-Sen benim gül filizimsin anne.
-Evet, gül filizi olabilirim. Ama epeyce dikenli bir gül filizi değil mi? Dikenleri sık sık batan:(
-Yo, sen
benim gül fidanımsın hatta güllü lokumumsun! (Gül lokumu Selim’e
hamileyken canımın çektiği ilk ve tek şeydi. Ne enteresandır ki gül
lokumunu çok sever Selim)
.
2010′dan kalanlar:
Hikaye
okuyoruz birgün. Bir farenin hikayesi. Fare sürekli birşeyleri abartıyor
ve ben abarttıkça yalan söylediğinden dem vurup, ders vermeye
hazırlanırken ekliyor Selim:
-Belki
fare bilerek yapmıyordur anne. Çünkü ben de eskiden öyle yapıyordum,
bilerek yapmıyordum, mesela banyodayken su yutmadım diyordum ama
yutuyordum. Ama şimdi yapmıyorum, anladım ki yalan söylemek oluyor.
ε
Taa oyun ablası zamanından kalanlar:
Ablayla
kitap okurken her zamanki gibi sık sık bölüyor okumayı. Çünkü araya
girerek devamlı eklemeler, açıklamalar yapmak istiyor. Bir yerinde gene
bölüyor okumayı:
-Biliyor
musun nasıl karanlık oluyor? Dünyamız dönüyor, dünyamızla birlikte
kıtalar da dönüyor. Kıtalar dönünce de güneşi görmediğimiz bir zaman
oluyor, işte o zaman karanlık oluyor. Buna da gece deniyor. Sonra dünya
dönüyor ve güneşi görüyor. Buna da sabah deniyor.
ε
Ablanın çocukça konuşmasına binaen soruyor:
-Niye öyle
kedi gibi konuşuyorsun? (Hani bebeksi kız konuşması vardır ya, bunu en
iyi tarif şeklinin bu olduğuna kanaat getiriyorum o an:))
ε
Gene kitap okurken araya giriyor.
Ne bu, reçine mi resimdeki? Bilmem, reçine ne ki diyor abla. Ekliyor Selim:
- Reçine altın para hazine gibi. Şeffaf sarı ve ağaç özü.
ε
Selimiye’deyiz.
Basık evimizde. Kerim bebek. 6. kattaki evden sık dışarıya çıkamıyoruz.
Mevsim Sonbahar. İkindi vakti. Güneş enfes, hava enfes. Pencereyi
açıyor, havayı içine çekiyor boyuna. Ben de sarkmasından korkarak
inmesini söylüyorum koltuktan. Tüm gün evde epeyce bunalan Selim inmiyor
elbette oradan ve isyan bayrağını çekiyor.
-Gelmek
istemiyorum anne, havayı içime çekmek istiyorum. Hem biz neden akşamları
çıkıyoruz da (babayı bekliyor çünkü) öğlenleri çıkamıyoruz? Ben şimdi
çıkmak istiyorum oysa, havanın bu kokusu varken. (Sahiden hava mis gibi
kokuyor, Sonbahar ikindisi, henüz açmış güneş enfes) Hava böyle kokarken
de dışarıda olmak istiyorum.
Düşünüyorum,
tıpkı benim gibi hissediyor. Hava birden açınca nasıl atmak istiyorum
kendimi dışarılara. Ve gene düşünüyorum, çocuk olmak da, bağımlı olmak
da zor vesselam.
ε
Koku
delisidir Selim. Bebekliğinden beri. Biri güzel koksa peşini bırakmaz,
kötü koksa asla yanına yaklaşmaz mesela. Sabun dükkanları favorisidir
gene bu sebepten. Bir gün yağmurdan sonra içeriye girmiştik. Çer çöple
fazla kaynaştığından ellerini iyi yıkamasını salık vermiştim. İyi bir
yıkamadan sonra yüzü asılmış ve şikayetlenerek yanıma geldi:
Bak, elimi öyle çok yıkadım ki dışarısı kokmuyor artık! Oysa elimde yağmur sonrası kokusu vardı.
ε
Aynı şekilde bir başka gün elindeki kokuyu tarifi: Şimdi yağmurdan sonra, gökkuşağından önceki koku gibi bir koku var ellerimde!
ε
ε
Ne denli
aklı başında olsa da neticede Selim de bir çocuk ve arada sapıtması pek
tabi. Bir gün mutfakta işlerle haşır neşirken ısrarla belime yumruklar
indirdi. Üstelik birgün önce bu konuda bana sözler vermişti. İkazlar
fayda etmeyince arada bir olan oldu ve bir rehavet çöktü üstüme.
Yumruklara göz yumdum. Zaten yummasam delirip bağıracaktım. Epeyce bir
süre sonra niyeyse bıraktı. Ben de işi bitince; -Selim odana git ve
düşün bu yaptığını. Dün bir daha birine vurmayacağına dair söz vermiştin
oysa az önce gene vurdun!-dedim. İki dakika sonra geldi:
-Ben düşündüm anne…
-Hadi canım, ne düşünmüşsün söyle bakalım! dedim gayet küstahça.
-Düşündüm ki; birine söz verince onu tutmalıyız!
-E benim
belim çok ağrıyor, şimdi n’apcaksın bu konuda, dedim ve emindim bu kez
işin içinden çıkamayacağına. Oysa Selim gayet kendinden emin ekledi:
-Biliyorum, tabii ki dua edeceğim!
ε
Kardeşinin onu parkta minik minik taklit etmesine, onun gibi kaydırağa binmeye gayret etmesine binaen ekliyor:
-Benimle hayatı öğreniyor, değil mi anne?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder