19 Nisan 2012 Perşembe

Fotoğraf Etkisi ve Alaçatı Gezisi



Bloglarla haşır neşir olduktan sonra ve ama en çok da Pinterest‘te kaybolmalarım sırasında iyi, ferah ve bol ışıklı fotoğrafların bendeki tesirinin, iyileştirici etkisinin, yüreğime serptiği serinliğin farkına vardım. Öyle ki ne zaman sıkılsam, ne zaman içimdeki ve dışımdaki karmaşadan bunalsam, ne zaman boğulmaktan kaçıp ferahlamaya ihtiyaç duysam ve evden kaçamasam Pinterest’e kapandım. Sanki gizli bir mahzendi orası ve ben kapının ardında bırakarak sıkıntılarımı; bambaşka, kendimle başbaşa, nasıl istersem öyle bulduğum ve kendimce hayalini kurduğum bir dünyaya adımımı attım. İçine girince de oradan oraya sekerek bulduğum tüm ferah fotoğrafların arasında hülyalara daldım.
Bu vesileyle bir kez daha detayın güzelliğinin ayırdına varma, bir fotoğrafa bakıp binlerce hikaye yazacak coşku ve birikimle dolma, ışığın iyileştirici etkisinin farkına varma, dünyayı okumaya merak sarma, kimi fotoğrafların içine girip kaybolma, kiminde saklı kalma ve bir köşecik bulup oradan ayrılmama, kiminin içinde tümden kaybolma nevinden binlerce çeşit hislenme yaşadım. Ve çoğunlukla terapi görmüş gibi rahatlayarak o mahzenden ayrıldım.
“Fotoğraflar vesilesiyle, kendimle ilgili pek çok yeni şeyin farkına vardım, puslu olan farkındalıklarımın bir kısmını da berraklaştırdım. Hasılı farkındalıklarımı artırarak, kendime kendimi tanımakla ilgili birkaç çentik daha attım!”
Misalen, özellikle iç mekanlarda kusursuz görüntüden hiç hazzetmediğimi, tam aksine yarı içilmiş bir kahve, bir kenara atılmış çanta, yahut oturmakla nizamını kaybetmiş koltuk minderi, yaslanınca şeklini şemalini şaşırmış yastıkları pek sevdiğimi farkettim. Ve buradan yola çıkıp genel halimi betimledim; insan eliyle oluşturulan her türlü kusursuzluk çabasından iğrendiğimi, neredeyse her tip insanla arkadaşlık kurabiliyorken, tek, kusursuz görünüm derdinde ve kibrinde olanlarla arkadaşlık edemediğimi hatta onlardan binlerce fersah uzağa gitmek istediğimi net olarak farkettim. Bu sebeple; neden bir yanı eksik, bir yanı kırık insanları, toplumları, film ya da roman kahramanlarını sevdiğimi ve bunca yakın hissettiğimi farkettim. Neden en çok Dostoyevski’yi ve onun kahramanlarını, neden en çok Budala’yı ve Ezilmiş Aşağılanmışlar’ı, neden Kafka’yı, Oğuz Atay’ı, Tutunamayanlar’ı, Selim’e isim babalığı yapan Tutunamayanlar’ın kahramanı Selim Işık’ı sevdiğimi daha net idrak ettim.
Beri yandan; açık bırakılmış kitapları, yarı aralık kapıları ve pencereleri, uçuşan perdeleri vesaireleri çok sevdiğimi farkettim. Ve yukarıdaki eksiklikleri sevmemin bir sebebinin de, tıpkı aralanmış kapılar gibi yaşanmışlık hissi verdiğini, hayat emarelerinin bana pek iyi geldiğini hatta o hisle sıcak ve mutlu hikayeler ürettiğimi farkettim.
Ve elbette IŞIK! Işığın hayati önem taşıdığını bir kez daha farkettim. Zayıf, güçlü, süzülmüş yahut açık, ne türden olursa olsun ışıklı fotoğrafların, ışıklı ortamlar gibi beni fazlasıyla cezbettiğini farkettim. Ve ölürken dahi -Işık, biraz daha ışık!- diyen Goethe’i daha iyi anladığımı hissettim.
“Hasılı; müptelası oldum bana birşey anlatan fotoğrafların. Müptelası oldum beni bir sebepten içine çeken, yetmedi hikayesinde kimi zaman figüranlık, kimi zaman da başrol veren fotoğrafların!”
Basit, sade, kusursuzca kurgulanmamış, elle kusursuzluğu fark edilir derecede dağıtılmamış her tür fotoğraf büyük küçük bir hikaye anlattı bana. Şimdi gidince Alaçatı’ya, eteğimde 2 çocuğa rağmen ve ben arkalarından sürekli yetişmek üzere koşturmama rağmen, bahsettiğim ‘hikayeci fotoğrafları’ yakalamaya çabaladım oldukça acemice. Ama her ne ise destekleniyordum ‘O’nun tarafından bence. Neden mi, anlatayım:
Alaçatı’ya ilk girişte karşıma harika bir yapı çıktı: İmren Han. Arabadaydım ve önünden geçip gittiğimizden durup da bir fotoğrafını alamadım. Dönüşte buradan geçelim, dedim İ. ye. Duydu mu duymadı mı bilmem ama ben ondan söz almış saydım ve kendimi rahatlattım. Dönerken gene çıktık İmren Han’a. İ. ye arabayı durdur, diyene dek geçtik önünden gene. Lakin içim rahat değildi, o harikulade girişli hanı, eşsiz manzarasını, saksıdaki çiçekleri, hanın zeminini, koltukların çiçekli desenini, taş girişi ve hele ki akşam güneşi değmiş halini mutlaka çekmeliydim. Bana gördüğüm ilk andan beri binlerce mutlu ve sıcak hikaye anlayan bu yeri çekmeliydim. Ancak ne mümkün! İ.: geçtik ve bu dar sokaklarda bir daha o yere çıkmam zor, dedi. Yollar çok dar ve tersti, çocuklar da aksileşmişti. Israr edemedim ve içim yana yana durumu kabul ettim. Ama garip bir şekilde de ümitliydim. Lakin giderek uzaklaşıyorduk ümidimin aksine. Ancak o da ne? Zar zor sığıştığımız dar yolda, sağda ve solda park etmiş iki kamyonet yolu kapatmış  öylece duruyordu. Issız sokakta, korna vesaire de işe yaramayınca güç bela, dar ve yokuşlu sokakta gerisin geri çıktı İ. Sonra da döndü bana dedi ki: işte oldu isteğin! Bak sağda senin yerin.
Bir kez daha anladım ki; O dilerse, herşey kolay, herşey mümkün! O isterse, dünya karşı dursa aksinin olması ne mümkün! İşte O’nun desteğini hissettiğimden ümitvarım. Ümidimden yana da ümitvarım! Pek çok ümitvarım!

.
 
Bunlar da ilginizi çekebilir:

Hiç yorum yok: