Döndük.
Otelde uzun süre yaşamanın getirdiği kısmi zorluklara, bazen
bıkkınlığa, bazen de delice sıkkınlığa rağmen Ege’de geçirdiğimiz son
bir ay bence hepimiz için büyük bir lütuftu. Şimdi ceplerimiz tıka basa
iyi ve tazecik hatırayla dolu. Ve şükürler olsun ki yaşandığı sırada
çıldırtmasından korktuğum anlar belleğimden iyice süpürülmüş yahut
epeyce geriye itilmiş, ön safları mutlu ve ferah anılar almış. Öyle ki
düşününce gülümsüyor ve şükrediyorum.
Normalde
ataletimi atıp da üzerimden, ya da düşünmeden: Hadi kalk da gidelim
gönlüm, demeyeceğim yerlerin tam ortasına bırakılmak; ısrarla
dilediklerimin ve lekesiz ümidimin karşılığıydı bence. Üstelik benim
kısır görüşümün çok ötesindeymiş benim için hazırlanan mizansen. Ne
mutlu!
Bu
seyrüsefer halimizin iyi geçmesinde blog arkadaşlarımın çok büyük
katkısı oldu. Zira o bölgenin bilenleri fikir verince, vardığımız
durakların bizi hayal kırıklığına uğratması sözkonusu olamadı. Gene ne
mutlu!
Örneğin
canım, sevecen ve samimi Gülçin’im bana kendiliğinden postalar attı, hem
de sayfalar dolusu. Ve İzmir’den fersah fersah uzakta bize iyi bir
kılavuz oldu. Yetmezmiş gibi İzmir’de yaşayan annesini dahi bizim için
ayaklandırdı. Ve daha nice kişi yorumlarla beni bilgilendirip
ayaklanmama vesile oldu.
İşte
Gülçin’imin önerisi ile bir hafta sonu denize doğru değil tam aksine
dağlara sürdük arabayı bu kez. Ve ne iyi ettik. Bizim için pek farklı
şeyleri tecrübe ettik.
.
Rotamızı Manisa’ya çevirmişken Çiçekliköy tabelası ile karşılaştık. Anımsadım: Hatice, Çiçekçi Köyü’nü tavsiye etmişti ve Müjde‘de düzeltmişti: Çiçekli Köyü. Sonra Hatice ‘A, Çiçekçi Üsküdar’da bir yerdi, değil mi’ demişti, ki bizim yanıbaşımızdaydı Çiçekçi. Anımsadım yorumları, gülümsedim, bu yola sapalım mı, dedim. Saptık.
.
Köyün ismi bile yeterince cazipti benim için. Hatta isminde köy geçmesi bile tek başına yeterliydi diyebilirim. Heyecanlıydım lakin yol boyunca köy kahvaltıcılarından başka birşey bulamadık. Neyse ki biraz devam edince köyle karşılaştık da erken yaşanan hayal kırıklığından kurtulduk.Köyün girişinde pek sevdiğim bir dere vardı. Güneş bu dereyi pırıl pırıl parıldatmıştı. Öyle ki çakıl taşları bakana göz kırpıyordu. Derenin üstünde bir minik köprü köye geçişi sağlamaktaydı. Köprüden geçen tek tük köylüler vardı. Hava misler gibi ve çok aydınlıktı. Bir de su sesine karışan enfes kuş sesleri vardı. Derhal çocukları arabadan çıkarttım ve bu enfes koku, renk, ses karmasına çocukları bıraktım.
.
Köyün girişinde bizi karşılayan tek bir Gelincik vardı. Sanki bu Gelinciksever aileyi selamlamak için oradaydı. Bir de sarı çiçekler ve dikenli yabani güzelim bitkiler.
.
Çiçekliköy’den ayrıldık. İzmir-Manisa yolu üzerindeyken -karnım ağrıyooo- diye inim inim inleyen ve besbelli kusmaya doğru giden çocuğu dizginlemek için uygun bir yerde durduk daha doğrusu durdurulduk. Öyle güzel bir yerdi ki; yeşili başka türlü, nerdeyse neon yeşili, içinde akan misler gibi deresi, kurbağa sesleri, kuş sesleri, su sesi harika bir senfoni oluşturmuştu. Çocukları aldık ve içerilere daldık.
.
Hani diyorum ya, bazı fotoğraflar hikaye anlatır bakana. Bu yeşil dere tam da bunu yapıyordu bana..
Bir de çok sevdiğim bu çiçekler vardı. Benim Mine dediğim, miniminnacık kır çiçekleri..
Ardından bu güzel mekanı bırakıp, kendimizi dağlara bıraktık. Dağlarsa arkası yarın —–>
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder