2 Mart 2012 Cuma

Bir Delinin Şaheserleri



Günlerce Pinterest‘te dolandım durdum. Daldan dala, oradan oraya sektim ceylanlar gibi. Gezinmeye nereden başladım, nereye vardım bir Allah bilir. İlk günler neredeyse soluk almadan gezinirken, hissettiğim omuz yanması, boyun tutulması ve el uyuşması ile anladım ki gene olayın suyunu çıkarmışım. Hatta bilgisayarla geçen bunca ömrümde, ilk kez işaret parmağımın acıyla yandığına şahit oldum. Varın siz düşünün gayri ne çok tıklamış, ne çok dallanıp budaklanmış ve ne çok şuursuzlaşmışım. Şimdi acımıyor olması ise sanılmasın ki hızımın yavaşlaması, sebep parmağımın nasır tutuyor olması. Böyleyim ben; birşeye heves ettim mi kusana dek onunla meşgul olurum. Şimdiki halimi de buna yoruyorum. Muhtemeldir ki geçecek hevesim, diyorum ama Pinterest leb-i derya, bu heves geçer mi tam da emin olamıyorum. Tığ işini bıraksam, kağıda sarıyorum, kağıdı bıraksam fotoğraflarla bozuyorum, fotoğrafları bıraksam yeme içme hevesine tutuluyorum, hatta öyle ki bir an önce İngiltere’ye gidip yerleşeyim de pasta, çörek, kek yapayım diyorum. Evet yemek yapmaktan ölesiye kaçan ben diyorum bunu. Hatta işi daha da ileriye götürüp; orada vicdan azapsız rahatça yemek için burada iyice zayıflayayım da öyle gideyim diyorum. Ve zayıflama çalışmalarıma bugün yeniden başlıyorum. Yürüttüğüm ileri ve gelişmiş mantığa(!) hayranım.
Tabii bu sırada tezcanlı ben boş durmuyorum. Bunca telaşe içinde, evdeki tüm öteberiyi taşınma bahanesiyle elden çıkarmama ve Selim’in birkaç malzemesi dışında tüm yoksunluğuma rağmen kolları sıvadım ve ilkel ötesi şartlarda kesip yapıştırmaya başladım birşeyleri. Herşey şu resmi görmemle başladı. (Teşekkürler Deyda’m) İlk kıvılcım işte böylece yandı.
.
.
Derhal hazırlıklara başladım. Evde kalan birkaç malzemeyi masaya yığdım; Selim’in boya kutusu, elde nasılsa kalmış eski dergiler, dikiş kutusu, hepsi bu. 
.
.
Bir heyecan, bir telaş sanırsınız yangından mal kaçırıyorum. Ne yiyorum ne içiyorum, güzelim kahvemi yapıp yapıp soğutuyorum ama bana mısın demiyorum. Zannımca bu hevesle devam edersem zoraki zayıflamaya doğru da gidiyorum. Bu sırada ayak bağı olmasın diye boya kalemlerini evin her yerinde deneyen Kerim’e dahi karışmıyorum. Hayatının en rahat gününü yaşıyor böylece Kerim.


.
Ardından alelacele ilk görevimi tamamlıyorum. Ama aklım daha bir sürü şeyde. Şunu da yarın yaparım diyemiyorum. Hepsini hemen yapmak istiyorum.


.
Biliyorum benimki daha koca kafa ve çok daha özensiz, renksiz oldu. Ama n’apalım hem malzeme eksik (misal kızın elbisesi için kumaş yok, hibe ettiklerime acıyorum ama vazgeçmiyorum; bir eczane çantasını kesip elbise yapıyorum)  hem de birçok şeyi bugüne sığdırmam lazım. Üstelik Selim gelmek üzere, Kerim’in yemek saati şaştı, çok da sıkıldı ve bana dadandı.


.
Ayrıca Kerim sevdi ucubeden dönme şaheserimi, bu da bana yetti. Ne zaman bu resmi görse, Anne şarkı, dedi. Sanırım şarkı söylüyormuş hissi verdi ona, pek hoşuma gitti.

Ağır şartlar altında ve Kerim’in bitmek bilmez taarruzları altında ikinci şaheserime(!) geçiyorum.

Ve işte bu tüylü ayracı yapıyorum. Gene malzemem eksik, misal içine koyacağım sapları bulamıyorum, evde dört dönüyor, her eşyaya alıcı gözüyle bakıyor ve en çok da garibim Selim’in eşyalarına dadanıyorum ancak nafile, bula bula Selim’den kalan yarım bir dal parçası buluyorum. Ve bu ayraçla birlikte bir aydınlanma yaşıyorum. Sanırsınız Nirvana’ya ulaştım. Oysa tüm bulduğum ayraç yapmayı herşeyle harmanlayabileceğim, kısa olması bakımından sıkıcı olmayabileceği ve bu işe profesyonelce girişebileceğim fikri. Hasılı basit bir fikirle ayaklarım yerden kesiliyor gene yeni yetmeler gibi.
Ve aklıma giren fikirle ikinci aşamaya geçiyorum. Şöyle ki;
.
.
Önce eski kartpostallarden birini alıp kesiyorum. Sonra yorgan iğnesi ile delikler açıyorum. Ardından da çok sevdiğim ve özlediğim tığ ile işliyorum. Ama örecek ip yok, ben de ne yapıyorum, dikiş iplerini dörder kat yapıp işliyorum. Demiştim size ağır ve ilkel şartlarda çalışıyorum. Ama olsun yılmıyorum ne de olsa bugünlük sadece deniyorum.
.

.
Bu ayraçları yaparken ne engin projelere, ne yüksek hayallere kaptırıyorum bilseniz, detaylarını anlatmıyorum zira utanıyorum. Ancak sanki kendimi bulmuşum gibi coşuyorum. Düşünüyorum mesela, motifli örnekleri, tış işini, kesme yapıştırmayı seviyorum hep ama uzun sürecek kaygısıyla hiç başlamıyorum, oysa şimdi ayraç hevesiyle istediğim herşeyi minyatür şeklinde gerçekleştirebilirim ve bu tam bana göre diyorum. Hem bu vesileyle görünce bayıldığım ancak almayı ve araştırmayı manasız bulduğum çok şeyin peşine düşebilir, cıvıl cıvıl dükkanlarda dolaşabilir kendime yeni ufuklar açabilirim. Düşünüyor ve coşuyorum; retro, vintage, romantik, klasik ne var ne yok harmanlayabilirim diyorum.
Zihnime üşüşen binbir fikirle ve hayalimde canlandırdığım binbir gözalıcı örnekle devam ediyorum. Yazık ki elimde malzeme yok. Ya da iyi ki yok demeliyim. Yoksa hepsini bir güne sığdırmak için kalan bir gıdım aklımı da yitirebilirim.
 .
.
Hayalleri ve projeleri bir süre bekletmek zorunda kalıyorum. Elimde olan kısıtlı malzemeyle taklit+has yöntemine devam ediyorum zira aramıza katılan Selim’le aile boyu üretime geçiyoruz. Başım çok kalabalık. Ama gene yılmıyorum.
.
.
Evdeki kalabalığa ve bazen neşeli, bazen öfkeli anlara binaen hayallerimi küçültüyor, bekletiyor ve uyduruk yöntemlere geçiyorum görüldüğü üzere. Bu sırada kervana katılan ama heyacanımı bir türlü anlamayan İ.’ye çıkışıyorum. Herşeyin fikirle başladığını, bunu küçümsememek gerektiğini vs anlatıyorum itici bir bilgiçlikle. Kendimce tamamım ve kendime çok inanıyorum ya, onun da inanması için elimden geleni yapıyorum. Oysa karşımdaki mantık adamı. Kandırabileceğim en son insan belki. Gene de kırmıyor beni, kendince onaylıyor beni İ. de.
.
.
Pinterest’te çerçeveye konan ama bizim evde ne yapacağımı bilemediğim bu şeyi de yapıyorum. Niyeyse? Derken akşam oluyor.  Baş ağrısı, mide bulantısı ve yoğun kusma belirtisi hissediyorum. Malzemeleri görmek dahi istemiyor, herşeyi derhal topluyor, gözümün önünden alelacele kaldırıyorum. Bir anda neredeyse hayatımın gözdesi olan ayraçlar ve kesme yapıştırmalar gene bir anda alaşağı oluyorlar nazarımda. Günlük popstarlar gibi hissediyorum heveslerimi. Buraya kadarmış diyorum. Bir yandan da burukluk hissediyorum. Zira birkaç saatliğine epeyce kaptırdığım hayallere gene çokça inanmıştım. Anlıyorum ki yaş ne olursa olsun ne maymun iştahımdan birşey kaybediyorum ne günlük heveslerimden ne de yüksek, uyduruk hayallerimden.

Ama bitti sanmayın. Ertesi gün tazelenmiş hevesim, yeniden şahlanmış isteğim ve zihni sinir projelerimle yeniden ortaya çıktı deli yanım. Hem buradan güzel bir şey çıkarmayı başardım. Yani bence! Onu da birkaç gün sonraya sakladım.

Hiç yorum yok: