→ Dünden kalanla birlikte soruyorum kendime;
“Sıklıkla bombardımanına tutulduğumuz, ağırlığı ve baskısı altında ezildiğimiz, dayatmalarıyla boyuna taciz edildiğimiz, uygulamazsak hem kendimiz, hem de başkaları tarafından yadırgandığımız ve kınandığımız, kaçmak istesek de kıskıvrak yakalandığımız Kasıntı Zamane Ebeveynliği hikaye mi?”
Daha basiti; dikte ettirilen modern ebeveynlik öğretileri (!) zırvadan ibaret mi? Belki
gereken sadece yapmacıklıktan uzak, gerçek, sade, yalın, doğal sevgi ve
samimi ilgi. Hatta anne yahut baba, tek bir taraftan aşikar edilse de
yeterli sanki böylesi bir sevgi. Demek ki diyorum, onca hassas düşünmeye
gerek yok; -ay, sen yapamazsın- dedim çocuğum gerzek olur mu, -ay bana
benimle oyna- dedi, oynamadım ezik olur mu, yahut kızdım, bağırdım
çağırdım, piskopat olur mu, diye kendini yemek de yersiz, belki en iyi
yol; gelişine göre büyütmek çocuğu. Çocuğumla oynamalıyım, ona sevgi
göstermeliyim gibi zoraki çabalarla değil, hayatın içinde doğallıkla
akan nehire alternatif bulmaya uğraşmadan, suyu bulandırmadan, taşkınsa
taşkın, dinginse dingin, illa ki bir zıpçıktılık yapmadan, nehirde
ikinci, ekstra, suni bir nehir ve akım yaratmadan, öylece bırakıp
kendini doğal akışa; huzurla, çocuğu büyütmektir doğrusu. Şayet varsa bu
işin bir tek doğrusu.
Dikkatinizi
çekti mi, özellikle son bir senedir Mağara Ebeveynliği takdir edilmeye,
o şişire şişire bitiremediğimiz, koca bir literatür geliştirdiğimiz,
seminerlere, sohbetlere peşkeş çektiğimiz modern ebeveynlik de
taşlanmaya başlandı. Önce modernlik ve gelişmişlik adı altında işi
alabildiğine yokuşa sürdük, gerdikçe gerdik anneliğimizi, şimdi onca yol
kat ederek (!) meğer sadece 360 dereceyi tamamlayarak başladığımız
noktaya; yani ilkel toplumlara döndük. Varacağımız nokta, zaten
kendimizi rahat bıraksak gideceğimiz yerse neden bunca uğraşı?
Trajikomik halimiz!
İlk şurada okumuştum; İlk insanlar modern ebeveynleri solladı! Bu
yazı ta 2010 Eylül’ünden kalma, ben anca yazıyorum. Esasında iyi de
oldu, çünkü yine yeniden hararetlendi bu tartışmalar. Slow Parenting:
Yavaş Ebeveynlik Hareketi başladı mesela. Günümüzde at yarışında gibi
oradan oraya koşturulan, o aktivite senin bu aktivite benim diyerek
sözümona çocuğuna en üst düzeyde ebeveynlik yapan ve bunu yaptıkça
kendiyle gurur duyan modern ebeveynlik akımının aksine; Yavaş
Ebeveynlikte; hayatımıza ve çocuklarımıza yüklediğimiz bu çılgın ritmi
yavaşlatmak, hayatı biraz ağırdan almak ve doğallıkla çocuklarla
birlikte yaşamak gerektiği salık veriliyor. Gerçi ben doğal olana dahi
illa ki isim verilmesine ve bunun da kategorileştirilmesi ve
yöntemleştirilmesine de kesinkes karşıyım ya. Yani basit ve bıraksan
zaten akacak olan bir nehire illa ki – hmm.. bu nehir akıyor ve şöyle
şöyle akıyor- demek zırvalamak ve dertsiz başa iş çıkarmak işgüzarlığı
gibi geliyor bana. Hem sanki yaşamak için devamlı surette birilerinin
diktesine ihtiyaç varmış gibi, -birey tek başına kifayetsizdir,
düşünmekten de yaşamaktan da, acizdir- der gibi, yol gösterici olmak
gerekliymiş gibi davranılıyor ve ben bu Amerikanvari taktiklerden
hoşlanmıyorum. Belki de sadece rant kapıları açtığından bile bile
uygulanıyor, bilmiyorum. Neyse konunun özüne döneyim; şimdilerde çeşit
çeşit kaynaklarda bu konu konuşulur oldu; eski toplumların çocuklarının
şimdikilerin aksine, çok daha mutlu ve özgüvenli oldukları mesela. Benim
de inancım bu yönde!
Ben bu
yazıdan da önce bir kehanette bulunmuştum ve o kehanetin gerçekleşiyor
olmasından ötürü de memnunum. Hayır benim dediğimin olmasından değil
memnuniyetim, işlerin doğala dönmesinden ve bunun normal
karşılanmasından yana iyi hissediyorum. Bakınız burada yazmıştım: Evreka! Evreka! (Evren‘e de selam olsun, o da yorumuyla ümidimi desteklemiş ve arttırmıştı)
Bu konuda ümidimi arttıran bir diğer dayanak: Babies – Bebekler Belgeseli oldu. (Bunun için de Berceste‘ye
selam olsun) Birçoğunuz biliyordur bu filmi, ben geçen sene ancak
izleyebildim ve bir türlü yazmaya geçemedim. Belgeselde biri Amerikalı,
biri Japon, biri Moğol, biri de Afrikalı 4 bebek doğumdan itibaren 1
yaşına dek kamerayla izleniyor. Bize de ilginç ve önemli kareleri
veriliyor. Ben o belgeselde tahminimden çok öte noktalara vardım. Şöyle
ki;
Ben bu
belgeselde, derme çatma bir çadırda, abisi ve bolca hayvan ile hakiki
manada birarada yaşayan Moğol Bebeğe, onun yaşantısına ve mutluluğuna
vuruldum. Herşeyin müdahalesiz kendi ritminde akışına ve ailenin kendini
bu akışa bırakmasına, annenin anneliğini dünyayı kurtarıyormuş
edasından çok uzakta, doğallıkla, olağanlıkla ve kolaylıkla yürütüyor
olmasına hayranlıkla bakakaldım. O ferahlık içimi aydınlattı. Afrikalı
bebek de çok tatlıydı ama o hayatın işleyişi bana çok uzaktı. Zira,
annenin çıplak bebeğin dizine yaptığı kakayı eliyle silerek
geçiştirmesi, çocuğun köpeklerle fazla samimi hasbihali ne yaparsam
yapayım bana çekici gelmedi. Ama bebeğin ne zaman ağlarsa annesi
tarafından öylece emzirilmesi ve bebeğin derhal mutluluğuna geri
dönmesi, o süper gülümseyişi, pek güzel ve düşündürücü idi benim
açımdan. Geriye kalan ve ne yazık ki bizim çocuklarımızın yaşantısına en
yakın olan; Amerikalı ve Japon bebeğe ise ne hissettim biliyor
musunuz; müthiş bir acıma duygusu! Çünkü her ikisinin de hayatı son
derece sıkıcıydı. Japonun oyuncaklar arasında debelenmesi, yalnızlığı,
annesizliği, mutsuzluğu, binalara boğulmuş şehirde sıkıcı geçen gri ve
renksiz hikayesi, evin kasveti mahvetti beni. Amerikalı bebekse son
derece steril bir hayat sürüyor. Ve ne yazık ki Japon olandan daha
acıklı geliyor bana hayatı. Anne boyuna bebek gelişim kitapları okuyor
ve besbelli içinden geçeni değil oradaki taktikleri uyguluyor, ama bunu
yaparken öyle sevimsiz ve itici gözüküyor ki samimiyetsizliği beni
oturduğum yerde irite ediyor.
Mesela,
dövme dürtüsünün ortaya çıktığı bir sahne vardı, tüm bebeklerin bu
sahneyle kayda alındığı. Moğol olan bir zamanlar kendine eziyet eden bir
kıza geçiriyor, Afrikalı kardeşine vs. Yalıtılmış ve izole edilmiş
Amerikalı bebekse, o dürtüyü kullanacak tek annesini buluyor ve ona
geçiriyor tokadı. Anne doğal olarak çok bozuluyor ama derhal kitap
yöntemlerine başvurduğu anlaşılıyor zira riyakarca yüzünü toplayıp
çocuğu konuşarak ikna etmeye çalışıyor, oysa bebek krizde ve aldırmıyor.
Bir daha vuruyor anne kesinlikle daha çok bozuluyor ama samimiyetsizce
taktiği uygulamaya devam ediyor. Diğerleri o dürtüyle birlikte
doğallıkla öğreniyorlar; -döversen dövülürsün- kuralını zira Moğol da,
Moğolun vurduğu kız da, Afrikalı da karşılığını alıyor vurmanın. Ama
Amerikalı öğrenemiyor, annesinin riyakar yüzü ile olsa olsa daha
histerik bir hal alıyor durumu. İşte o anneye baktığım zaman acıdım
teoremlerle, yalan yanlış taktiklerle çocuk yetiştirme sandığımız şeye.
Ve bir kez daha lanet ettim Modern Ebeveynliğe.
Dün
yazdıklarımdan sonra varacağım nokta bu değildi aslında. Ama olanlar
oldu; uzun uzun zamandır yazmak istediğim ancak kendimi
durduramayacağımdan korkarak kaçındığım bu noktaya vardım. Esasında
ilgisi de var, asıl noktayla. Onun için bu konuyu es geçemedim. Malum
düzen insanıyım, önce ve sonraya bağlıyım. Esas konuyu bir sonraki
yazıya bırakayım iyisi mi. Yani umarım.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder