Kerim’den
beri; yaklaşık iki yıldır kesintisiz uyumuyorum. Hatta bırakın
kesintisizi, delik deşik demek daha doğru olur gecelerim ve uykularım
için. Haliyle yıllardır rüya da görmüyorum. Kim bilir gördüysem de
hatırlamıyorum. Ta ki dün geceye dek. Dün gece, son derece kuvvetli ve
üzerimde hala tazeliğini koruyan etkisi ile sarsıcı bir rüya gördüm.
Normalde ne rüya anlatmayı ve ne de dinlemeyi sevmeyen ben, bu rüyanın
manidarlığına hürmeten yazmak zorunda hissediyorum.
Nasıl
bilmem ama işte rüyanın absürdlüğü diyelim, İlter’in pek önemsemediği
ama kabul ettiğimiz ikinci bir eşi daha varmış. Hani sanki doğudaki gibi
yardımcı niyetine kuma mı almış, bilmem ki. Derken birden bu hanımın,
sandığım gibi İlter için çok da önemsiz olmadığını hatta kıymet
düzeyinde beni epeyce solladığını farkediyorum. Şöyle ki;
İlter yurt
dışına çıkmış gene ve ben hava yollarına ait, İlter’in doldurmuş olduğu
bir broşürü buluyorum. Ancak o da ne, İlter eşi niyetine o hanımın
adını yazmış. Yıkılıyorum. Ama sonra kendimi iyi hissetmek adına hemen
zırvalıyorum: A, diyorum herhalde resmi nikahlı olan o ya, kayıtlara onu
yazıyor haliyle diyorum. Rüyamda bile budalayım gördüğünüz gibi. Sonra
düşünüyorum; A, ama yoo, bendim resmi nikahlı eşi diyorum. Hasılı ilk
raundu kaybediyorum.
Eve
gidiyorum. Yanımda birileri var ama kim bilmiyorum. Bana diyorlar ki,
Bak, İlter gazeteye röportaj vermiş ve senden değil, hep O’ndan
bahsetmiş. İlter’in ropörtajla ne işi olur demiyorum, herşey kabulüm.
Sadece içimde derin bir yanma hissediyorum. Öyle ki, şu an yazarken dahi
bu yanmayı hissediyorum. Gazeteyi okumaya davranıyorum ama o da ne,
röportaj gazeteden kesilmiş. Absürdlükte David Lynch
filmleri ile yarışıyorum. Hoş, ben onu filmlerinin de abuk rüyalardan
ibaret olduğunu sanıyorum ya. Neyse, gazetenin içinde yazanları
biliyorum her nasılsa, ama gene de bulmak, okumak istiyorum. Bana o
hanım kesmiş diyorlar, içimde derin bir yarık açılıyor, demek öyle
memnun kalmış ki röportajdan kendine saklamış diyorum.
Sonra öbür
hanımı görüyorum; aynı evde yaşıyoruz ne de olsa. Bakıyorum pek
keyifli, seviyor ve seviliyor diye epeyce neşeli. İçimi büyük bir haset
duygusu kaplıyor. Ama kaptırmıyorum, çok da mağrurum. Ve hala makul
olmaya uğraşıyorum; genç ve güzel bir kadın, ona bağlanmayacağını
düşünmek hataydı diyorum. Bense beraber geçirdiğimiz zor ve uzun
yıllara, anılara güvenmişim, heyhat diyorum. Üstelik atı alan, Üsküdar’ı
geçmiş sen anca farkediyorsun diyorum. Pılımı pırtımı topluyorum,
gitmeye koyuluyorum. Gitmeden o mağrur ve makul halimi bir an
kaybediyorum, içimdeki çirkef duyguya yenilip hanım yokken odasına
dalıyorum. Çekmecelerini karıştırıp gazeteyi arıyorum, bulamıyorum. Ama
ona ait herhangi birşeye dokunmak bile içimi acıtıyor. Ah, rüyamda bile
ne budalayım!
Derken bir
zamanlar benim etrafımda pervane olan bir beyle, o hanımı gayet laubali
muhabbet ederken buluyorum. Aldırmıyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar,
üçüne de müstehak diyorum ve gene o mağrur, asilane edayla ortamı
terkediyorum. Yanımda valiz niyetine de çöp poşetine doldurulmuş
eşyalarımı alıyorum. Asilliğim kısa sürüyor biliyorum.(Birkaç zamandır
evden gönderilecekleri bu poşetlerde tuttuğumdan zihnime kazınmışlar
sanırım) Havalimanına gidiyorum,
yanımda sadece Selim var. Ülkeyi terketmeye hazırlanıyorum ve
valizlerimi (poşetlerimi) vermeye hazırlanırken Selim’i kaybediyorum.
Hasılı perişan bir halde uyanıyorum.
Uyandığımda
bir süre yatakta öylece o hisle yattım. İçim buruk, yüreğim yanık ve
kırık. Tamam uyandım, rüyaydı biliyorum ama o pis hissi içimden
atamıyordum. İlter’e anlattım, aman canıım rüya işte dedi. Uzatmayı
sevmez bilirim böyle şeyleri. De, ben gençlik, tercih edilmiş genç
kadın, bihaber olmak ve aldatılmak vs. hissi ile öylece kaldım.
Derken
öğleden sonra oldu. Selim eline kağıt kalemi aldı ve resim çizmeye
koyuldu. Seni çizeceğim annecim, dedi. Peki dedim. Sonra baktım koca bir
kafa çizmiş ve gözün altında iki çizgi. Kirpik sandım, aaa dedim uzun
kirpiklerimi de çizmeye başlamış ve biraz havalandım. Sonra olmaz olası o
soruyu sordum, budalalığıma doymayayım:
-Selim, o iki çizgi ne?
-Senin gözünün altındaki kırışıklıklar.
-Ne! Ha!! Hö!
-Senin gözünün altındaki kırışıklıklar.
-Ne! Ha!! Hö!
Önce kısa bir şok geçirdim. Gene budala olumlamalarıma geçmek istedim. Ne de osla bu ızdıraba dayanamıyordum.
-Hep mi
böyleydi yoksa son bir kaç gün mü böyle? dedim. Son bir haftadır
çocukların ağır hastalığı, üstüne benim hastalığımla çöken yüzüme
bağlamak ve durumun geçiciliğe inandırmaktı kendimi niyetim. Hasılı acınacak haldeydim.
-Hep böyle annecim! Dedi Selim gayet kendinden emin.
-E, ama böyle denir mi? Kadınlar böylesi şeylere üzülebilir ? Hem ne öyle Caillou’nun babaannesi gibi çizmişsin ayıp değil mi?
-Ama bak dişlerini bembeyaz yaptım, dedi. Bana kendimi iyi hissettirmek istedi ama doğruyu söylemeden de kendini alamadı, ekledi:
-Kağıt beyaz ya hani.
-E, ama böyle denir mi? Kadınlar böylesi şeylere üzülebilir ? Hem ne öyle Caillou’nun babaannesi gibi çizmişsin ayıp değil mi?
-Ama bak dişlerini bembeyaz yaptım, dedi. Bana kendimi iyi hissettirmek istedi ama doğruyu söylemeden de kendini alamadı, ekledi:
-Kağıt beyaz ya hani.
Hasılı, on
gündür iki çocuğun geçirdiği ağır hastalık, yetmezmiş gibi evin
babasının da bu kervana katılması ve dahası benim de hastalıkta
diğerleriyle yarışmam ve buna rağmen, perperişan halde evin için
çırpınmam, evin iki erkeğinden tarafından yediğim iki sıkı Pazar Şamarı
ile ödüllendirildi.
Sonra oturdum, budala olumlamalarıma devam ettim ama bu kez sesliydim:
-Ben 12
yaşımdan beri gözlerimi, kirpik altlarımı ve neredeyse gözümün içini
yani gözün en hassas, dokunulmaz bölgelerini bebe şampuanı olmadı
sabunla yıkıyorum. Göz alerjimden dolayı. Sonra dişlerim daha beyaz
olabilirdi ama 8 yaşındayken yüksekten düşünce dişim hasar gördü ve bir
tek o azcık sarardı. Ayrıca son beş senede yaşlandım ben, yoksa daha
terü tazeyim (!)
Kimseden ses gelmedi ama hassasiyetlerimi bilsinler istedim!
İşte harikulade çizimi Selim’in. Nerde Nimni‘nin
zarafeti, nerde çökmüş Deli Anne’nin tipsizliği. Neyse ki boynundaki
kırışıklıklar kazak giydiğimdenmiş, yoksa bugün tir tir titrerdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder